Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Otuz Yıl Savaşları salt din adına ya da ekonomik iktidar ve tecim yollarını ele geçirme adına mı yapıldı, yoksa Haçlı Seferleri Anadolu’daki Aydınlanma ışığını söndürmek; Otuz Yıl Savaşları da dinde yenilenme girişimlerini durdurmak için miydi? Bağnaz düşüncenin tüm etkinliğine karşın inancı içselleştirmiş hümanizmacı anlayışın ateşi dünya yüzünde söndürülememiş; bir kıvılcım, söndürülmek istenen o ateşi yeniden alevlendirmiştir. Geriye baktığımızda insanlık tarihinde rastladığımız tüm çarpıklıklarının temelinde, tüm kavgaların özünde, tüm haksızlıkların gerekçesinde insanoğlunun insancı düşünceden uzaklaşmış olduğunun izlerini görürüz. Hümanizma insan sevgisine dayalıdır. İnsanı insanla karşı karşıya getirmez, tam tersine yan yana koyar; omuz omuza durmasını sağlar ve doğaya, yazgıya karşı birlikte savaşım vermenin yollarını açar. İnsan, insan olan doğal olarak, bu yolları bulmasını bilir ve bir kez girdikten sonra da çıkmaz, yolunu yitirmez. İnsanlar gibi toplumlar da öyle; o yolları izledikleri sürece mutlu olurlar. Hümanizmanın temel ereklerinden biri de insanın mutluluğudur. Ne ki insan ancak aklıyla mutlu olabilir. Aydınlanmacı yaşam felsefesinin özünde akılcılık vardır. Tarih süreci içinde bu aklı çarpıtmak isteyen, rayından çıkarmak isteyen zorba güçler olmuştur ve dünyayı, insanlığı açmazlara sürüklemişlerdir. Ulusal ya da uluslararası boyutta felaketlere baktığınızda söz konusu akıl dışılığın izlerini yakalamak zor değil. Gerçekte akılsız oldukları için değil, tam tarsine ‘çok akıllı’ oldukları için kendi çıkarları doğrultusunda insanlığı felakete atarak, mazlum ve yoksul insanlar üzerinde kurmuş oldukları baskı ve sömürü düzeniyle dünyayı ele geçirmek sevdası taşımaktadırlar. Mazlum toplumların bu yarışa katılamayacağını bilen söz konusu zorba güçler emperyalist düşleriyle insanlığı yok edecekler ve sonunda da doğal temizlik yaşandığını söyleyeceklerdir. Tarih süreci içinde insanı insana karşı getiren işte bu emperyalist güçlerdir. Yoksa insanın insana karşı gelmesi kendiliğinden olan bir yaşanmışlık değildir, olamaz da. Çünkü insanın özünde sevgi vardır ve bu sevgi coşku ve heyecanla beslenir. Bugün tüm dünyada bu coşku, bu sevgi prangalanmak, yerine kin, öfke, ihtiras ve düşmanlık getirilmek istenmektedir çünkü insan sevgisini tümden öldürmek ve insanları birbirine düşürmek isteyen güçler yerel savaşlarda akan kanla susuzluklarını gideremedikleri için uluslararası savaş denemeleri yapmaktadırlar artık. Boşuna mı Avrupa gazeteleri bir "üçüncü dünya" savaşından söz eder oldular. Boşuna mı yoksa savaşın Türkiye’de patlayacağını söylüyorlar. Bir bildikleri var elbette. Amerika, İran’a karşı Türkiye’de üs kurmak istiyor; süs olsun diye mi acaba? Avrasya petrolüne, doğalgazına ortak olmak sevdası ve İran’daki dikeni bir başkasının eliyle çıkartmak istemesinden değil midir? Mazlum halkları, mazlum insanları Irak’ta, Afganistan’da, Kosova’da Yugoslavya’da Afrika’da karşı karşıya getirdikleri gibi bugün de Türkiye ile İran’ı ardından Türkiye ile Avrasya ülkelerini, ŞİÖ ülkelerini... Türkiye bu yalnızlığı içinde bu azgın emperyalist güçlerle nasıl baş edebilir? Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda baş etmedi mi, diyenlerimiz olabilir ama bugün dünya farklı bir konum içinde. O zaman dünyada mazlum halkların yanında olanlar vardı. Bugün öyle değil. Dahası, o zaman yenilgiye uğramış emperyalizm, Atatürk’ü, laik ve çağdaş Türkiye’yi içine hiç sindiremedi… O nedenle önce sağsol çatışmasını, sonra AleviSünni; daha sonra Ermeni ve daha sonra KürtTürk çatışmasını körüklemek istemedi mi? ‘50’li yıllardan beri ülke içinde birbirini kıran aynı ülkenin evlatları değil miydi? Üçe üç: İnsan insana karşı. Bir dönemin acı hesaplaşmasının sonucu. Kin ve nefret sokaklarımızda kol geziyordu. Bugün Türkiye’de İlhan Selçuk’un dediği gibi iki kırmızı çizgi var. Biri bölücülük, öteki dincilik… Her ikisini de gene bu zorba güçler başımıza sardı. Daha eski çağlardan dünyada değişen bir şey yok. Bir yanda laik, hümanizmacı kesimler, diğer adıyla mazlum ve insan sevdalısı insanlar; öte yanda kana ve gözyaşına susamış zorbalar. Bakmayın, bugün adına "küreselleşme" dediklerine. Modaya uyup postmodern bir ad olsun diye böyle bir ad koymuşlar. Yoksa adları belli: Emperyalizmin zorbaları… Tarih süreci içinde insanı insana Campanella karşı getiren bu zihniyet artık bir gelenek olmuştur. Bu kuşak gider, bir başkası gelir. Gelenler de onların çocukları olacaktır. Küreselleşmenin tohumları tarih içinde atılmıştır. Bugün mazlumun tepesinde dönen küreselleşme gürzü geçmişte dönenden farksızdır. Bugün karşı karşıya olan Türk ve Kürt çocukları aynı bayrağın altında doğup, büyümediler mi? Aynı ekmeği yiyip, aynı suyu içmediler mi? Bunları karşı karşıya getiren nedir? İran’la Türkiye’yi karşı karşıya getirmek isteyen kimlerdir? Her iki kırmızı çizginin de çözümü gençlikten geçmektedir. Önemli olan ‘en az üç çocuk’ yapmak değil, o çocukları nasıl yetiştirdiğimizdir. Tüm kurum, Giordano kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, sendikalar, üniversiteler, öğrenciler, öğretmenler, meslek odaları, herkes, içinde Atatürkçülük sevdası olan; laik ve ulusalcı düzenin sürmesini isteyen, dürüst, ahlaklı kuşaklar yaratmak isteyen; ülkenin geleceğini karartmak değil, aydınlatmak isteyen herkes çağdaş insana yaraşır toplum bilinci taşımak zorundadır. Avrupalılaşmayı kendi ülkülerine yol açmak olarak algılayanlara karşı savaşım vermeye ve Avrupa’nın Ortaçağ’ını değil, çağdaşlığını almaya ve özümsemeye hazır olmalıdır. Unutulmamalı ki bugün Türkiye’de bir ulu çınar, bir hanımefendi, sayın C S TRATEJİ 11 Türkiye’nin aydınlanma savaşımı halen sürüyor. Bugün ‘küreselleşme’ olarak dayatılanın özü hiç değişmedi. Ulusal, bölgesel çatışmaların, ayrılıkların yaratılmasını, tarih boyunca hep aynı güç Galileo oluşturdu: Emperyalizmin zorbaları… Türkan Saylan, Türkiye’de çoğu liderin yaptığının tersine, binlerce öğrenciyi karşı karşıya getirmek yerine, tek başına, burs vererek okumalarını ve omuz omuza olmalarını sağlamıştır. Kendi çizgisinde adam yetiştirmenin tek yolu budur. Tarikatların yıllardır yaptığı da budur. Yoksul, geçimi olmayan gençlere, üniversitede yemek parası bulamayanlara özdeksel yardımda bulunmak; arka çıkmak. Gençliği sahiplenmek ve gençliğin sahipsiz olmadığını gösterir kanıtlar ortaya koymak. Söz zamanı çoktan geçmiştir. Eylem zamanıdır. Atatürk eylem adamıydı. Bütün bu girişimler için birlik ve beraberlik gerekir. Halka inmek gerekir. Halkla birebir olmak; diz dize oturmak gerekir. Hıristiyan Demokratlar’ın en güçlü oldukları dönemlerde İtalya’da karşı görüşteki Komünist Partisi yüzde 33’lere varan oy oranına ulaşmıştı. Bu düzeye, örgütlediği gençlik kamplarıyla, şenlikler, paneller, seminerler, konferans ve toplantılar düzenleyerek ulaşmıştı. Kısacası, eğitim seferberliğiyle geldiği yere gelmişti. Savaştan çıkan İtalyan toplumu bir türlü rayına oturmayan ekonomik yapısıyla, toplumsal çıkmazlarıyla sorunlar yaşıyordu tıpkı bizim gibi. Komünist Partisi, muhalefet partisi olarak halkına yol gösterdi, iktidarları salladı ve doğru yolu bulmalarını sağladı. Ama arkasına sendikaları aldı, üniversiteleri aldı ve yollara düştü. Fransa’da, İspanya’da komünist partilerinin yaptığı gibi… Faşizm o halklara bunu öğretmişti. Biz faşizmi yaşamadık, yaşamıyor muyuz yoksa? Elimizden tutacak bir siyasal örgütlenmeyi bekliyoruz. Yapılacak bir başka iş de Batı’ya küsmemek ve ilişkileri gerekirse zorlamaktır. Orada da Atatürkçü, laik, ulusalcı Türkiye’yi savunanlar var. Gidip anlatmak gerek. Birebir. Onlar da laik kalelerden birinin ülkemiz olmasını istemektedirler. Onları düş kırıklığına uğratmamak gerek. Ve yanı başımızdaki Rusya’yı ve sonra Çin’i... Son söz: Server Tanili haklı. Yeni bir Hümanizma/Rönesans/Aydınlanmacı süreç başlatmak kaçınılmazdır artık... Ama tüm dünyada.