Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Prof. Dr. Necdet ADABAĞ Bireysel ve kitlesel boyutuyla… C S TRATEJİ yüceltirken öteki lekeleyen, kötüleyen ve karalayan. Biri demokrasiden, laiklikten, hoşgörüden yana; öteki zorbalıktan, kaba kuvvetten, insanlık dışı olmaktan yana. Biri öldürülen, öteki öldüren. Ölen kuru bir yaprak örneği, savrulup gidiyor rüzgarda; öldüren kök salmış bir ağaç gibi dimdik ayakta. Ayakta kalan yerlisi; savrulup giden yabancı bu topraklara sanki. Haksızlıktır Bu. Doğaya yapılan bir haksızlık; anababaya ve öksüz kalan çocuklara; topluma ve ülkeye; insana; en çok da öldürülen insana, yaşamına bir Haksızlıktır Bu. C umhuriyet’te bir yazı dizisi vardı. Adı, "Babam Neden Öldürüldü Anne?" Çocukların yüreklerinden koparak gelen bir hıçkırıktır o ses. Cumhuriyet o sesi yakalamış ve yazı dizisine o adı koymuş. Doğru bir ad. Babaları vurulduğunda küçük yaşta olan çocukları büyüdüklerinde doğal olarak sorgulayacaklardır babalarının ölümünü. Ülküleri uğruna öldürüldüklerini duyunca da kinlenecek, öfkelenecek ve küseceklerdir topluma, insanlara, herkese. Doğal bir ölüm olmamıştır çünkü ölümleri. Babalarının canını katil elleriyle almaktan geri kalmayan koşullandırılmış insanlara yaşadıkları sürece çocukların duyacakları nefret gerçekte topluma, devlete ve insanlığa duyacakları nefrettir. Bunun önüne geçebilecek hiçbir beklenti, hiçbir umut ya da verilmiş bir söz olamaz. Babasızlığı yaşayarak; baba sevgisi ve sevecenliğini görmeden büyüyerek bilinçlenen çocuklar dur durak bilmeden hiçbir zaman içlerinden atamadıkları bir üzüntü, karamsarlık ve yıkımla yaşayacaklardır. Ben bana en yakın olanları bilirim. Bedrettin’in (Cömert) çocuklarını. Ülkeyi terk ettikleri gibi dilini de konuşamaz olmuşlar artık. Yazık… Bu ülke Bedrettin’i yitirdiği gibi çocuklarını da yitirdi. Ülke gene hak etmeyenlerin elinde kaldı. Oysa Bedrettin, kardeşi (Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert) gibi ülkemizin yurtsever bir evladı olarak Türkiye’nin çıkarları için çalışacak ve yetiştirdiği çocukları da gene babalarının ülkülerini sevdayla paylaşacaklardı. "Kader utansın" demek geliyor içimden ama burada utanacak olan yazgı değildir doğal olarak. Bu keşmekeş, kargaşa, dahası, bu kardeş kavgasına kucak açanlar ve çözüm bulamayanlardır utanacak olanlar. Bedrettin’in çok yakından bildiğimiz yaşam öyküsü hüzünlü ve dikenli bir yol. Zor. Ne ki Bedrettin bu zorlu yoldan zorlukları tırnaklarıyla kazıyarak çıkmasını bilmiştir. Bilmiştir bilmesine ama daha 38 yaşındayken yolu hainlerce kesilmiştir. Haksızlıktır bu. Türkiye’nin yetiştirdiği ender ve seçkin bilim adamlarından biriydi Bedrettin. İyi bir estet, incelemeciydi. Almış olduğu eğitim biçimi, okumuş olduğu okullar, yurtdışı ve yurtiçinde bulunduğu çevreler ve her şeyin ötesinde yetişimi genç kuşaklara örnek oluşturacaktı. İyi bir dilciydi Bedrettin. Türkçeyi ve İtalyancayı iyi konuşur ve yazardı. Ülkemizde eksikliğini duyduğumuz tarih bilen, felsefe bilen bir yazın ustasıydı. Bugün ülkemizde bulunan yetmiş sekiz edebiyat fakültesinden kolay kolay yetişmeyen ancak yetişimi olmazsa olmaz bir koşula dayalı yazın adamlığının öncülüğünü yapacak ve salt incelemesi olarak kalıp eleştirmen olamayan ekin adamlarına yol gösterecekti. Ama olmadı. Uğur Mumcu Hepsi öyle olmuştur. ‘Terör haksızlıktır’ Kırk yıldır ülkesi uğruna can veren devrim şehitleri alçakgönüllü, yoksul olmayan ama varlıklı da olmayan ailelerin çocukları olmuşlardır. Okumuşlar, masa başlarında dirsek çürütmüşler, göznuru dökmüşler, sınav kapılarında beklemişler, ekmek parası arkasından koşmuşlar, kitap parası aramışlar, kitaplar devirmişler ve yurt sevgisi uğruna, toplum yararı adına kaplarına sığamaz olmuşlar ve ülkenin bir ucundan tutup kalkındırmaya çalışmışlardır... 70’li yıllarda sabah çıkıp akşam evlerine dönemeyen aydınlık yüzlü aydınlar. Okumuş insanlar. Duyarlı, duygulu, ülke sevdalı… Bugünlerde gene bir kor ateş gibi yüreğimize düşen Madımak Oteli kurbanları. Doğru sözü söylemek için yanmış yakılmışlar ama sonunda ateşe atılmışlar. Ne yazar yakıp yıkanlar kodeslere tıkılmışlar! Yanan herbiriyle bir ışık sönmüştür ülkemizde. Yolları kesilmiştir. Yürekleri karanlık, kafaları örümcek ağlı, ruhları sönük çağdışı kalmışlarca kesilmiştir. Eline bir kitap almamışlar, bir kitabı baştan sona dek okumamışlarca kesilmiştir. Onlar karanlık ellerce yakılırken otel köşelerinde, bir başka tabancalı el sokak ortasında vuruyordu aydınlık yüzlü bir insanı ensesinden kahpece. Bir aydın insan, saçları kırlaşmakta ya da kırlaşmış olan bir insan, dahası, namuslu ve dürüst, vurulmuş kanlar içinde boylu boyunca sokakta yatarken; bir ayakkabısı fırlamış ayağından, başı kanlar içinde, gözleri yarı açık; görüyor gelen geçen ayakları son bir kez, bir kez daha göremeyeceği; utanıyor ayakta olamamaktan, insanlarla omuz omuza. Öte yanda elindeki silahı beline sokarak yavaş yavaş korkusuzca olay yerinden ayrılan cahil ve okumamış insan... Gururlu. Türkiye onunla gurur duyacak! Ayakları sımsıkı basıyor yere, güçlü, dayandığı duvardan ötürü. Öldürülen bir aydındır. Öldüren bir cahil. Birinin ülkeye vereceklerinin yanında ötekinin götürecekleri. Biri ülkenin imgesini, adını, sanını, şanını, şöhretini ERÖRÜN TÜRLERİ Türkiye tarihi boyunca terörün her T 60’lı yıllarda sağsol çatışması olarak teröranarşi 80’li yıllarda yerini türlüsünü yaşadı. Terörden etkilenen başlayan irtica terörüne ve bölücü teröre 40 yıldır ülkemiz savaş insanlar, topluma küsüyor. Aydınların bırakmıştır. yaşamaktadır. Ülkenin, kör kurşuna okumuşları, askerleri, sokaktaki sokak ortasında öldürülmesi, bunun giden insanları. Teröre kurban verdiğimiz insanlarımızın kırk yıllık trajik bir önlenememesi Türkiye’nin öyküsü. Geriye bakıldığında ülkemizin kırk yıllık tarihçesi de diyebiliriz. itibarını sarsıyor. Geçmişle günümüz arasında bir bağ kurulmak istendiğinde başvurulacak bir belgedir bu öykü. En çarpıcı, en somut olarak gözümüzün önünde kurban verdiğimiz bu güzel insanlarımızın öyküsünü dile getirmek demek Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğine işaret etmek demektir. Kırk yıl sonra bugün ülkemizde herkes potansiyel kurban ya da potansiyel katil. Ancak din, dil, ırk ayrımı gözetilmeksizin her yurttaşımız bizim kurbanımız... Her katil bize yabancı olmalı. Toplum içinde soyutlanmalı, dışlanmalı, arka çıkılmamalı, lanetlenmeli. Oysa kurbanımıza sahip çıkılmalı. Ama tabuta girmeden sahip çıkılmalı. Gazeteler okunup, televizyonlar izlenip ardından gözyaşı dökmek; tabutun arkasından gitmek yerine, ona uzanan ellerin yolları tıkanmalı; kalkan olunmalı önünde kör kurşunlara karşı. Devletçe, ulusça. Ülkemiz ertelenmişliklerin cezasını çekmekte. Terör de öyle, anarşi de öyle. Öldürülen aydınımız, dağ başında şehit edilen askerimiz, caddede, pazarda bombalanan yurttaşımız aymazlığımızın, ciddiyetsizliğimizin, nemelazımcılığımızın kurbanı olmuşlardır. Zamanında sorunlara gerekli ciddiyetle eğilmemiş olmamızın sonucu. Hepsi ama hepsi ertelenmişliklerin sonucu. Dış siyasadaki sorunlar da öyle. Bedrettin Cömert