25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

C S Onlara göre böyle bir tehlike asla yoktur. Bizdeki Şeriatçılar yumuşuyorlarmış. Avrupa’daki Hıristiyan Demokratlar gibi onlar da uygarlaşıp sistemle bütünleşiyorlarmış. Şerif Mardin’e göre tarikatlar "sivil toplum" kurumlarıymışlar. Adamlar zengin olup burjuvalaşıyorlarmış. Zenginler keyfine bakarmış, coşup ortalığı kırıp dökmezlermiş. Oysa Hıristiyan Demokrasinin ortaya çıkması Avrupa’da yüzyıllarca savaşımdan sonra, bir sürü çok kanlı din savaşından, üç yüzyılda Engizisyon 500.000 kadar "cadı"yı diri diri yaktıktan, Fransız Devriminden de çok sonra, Avrupa faşizm badiresini de yaşadıktan sonradır. Oysa Madımak’tan bu yana yalnızca on dört yıl geçmiştir. Anımsıyorum, bir dergide yayımlanan bir açık oturum vardı. Katılanlardan Mete Tunçay, İslamcıları temsil eden Hüseyin Hatemi’ye (mealen) diyordu ki, "Biz sosyalistler iktidar olduğumuzda size her türlü özgürlüğü tanıyacağız, umarım siz de iktidar olduğunuzda aynı özgürlükleri bize tanırsınız." İlginçtir, söz sırası Hatemi’ye geldiğinde, böyle bir şey söylememiş gibi davranmış, bu düşünceye hiçbir yanıt vermemişti. Demek ki İslamcılar başkalarına (tabii kendilerine de) özgürlük tanımaya fazla meraklı değiller. Bunu İran’da da gördük. 4. Dogma: Batılılar ne eylerlerse iyidir. 2. Cumhuriyetçilerimiz katıksız Batı hayranıdırlar. Batı, küreselleşme nimetinin yaratıcısı ve dağıtıcısıdır. Böylece kapitalizm gelişmekte, bu arada her ne kadar zengin sınıfın zenginliği artıyorsa da, fakir fukara da bu zenginlikten pay almaktadır. Dünyada otomobil, televizyon gibi eşyaların sayısının artması bunun bir göstergesidir. Küreselleşmenin bir yönü kapitalizm, liberalizm, piyasa ekonomisi ise öbür yüzü de demokrasi (yani onlara göre çokpartili dizge), insan haklarıdır. Bunun da şampiyonu batılılardır. Batılılar ne yaparlarsa iyidir, doğrudur, güzeldir. Demokratiktir ve insan hakları için yapılmıştır. 2. Cumhuriyetçilere göre emperyalizm geçmişte kalmıştır. Bugün böyle bir şey kesinlikle yoktur. O sözcük asla kullanılmamalıdır. Peki, Irak’ta ne oluyor diye sorduğumuzda, eskiden (Batılılar gibi) Saddam’ın şeytan kadar kötü olduğunu söylerler, onun elindeki kitle imha silahlarının yok edilmesinin insanlığın iyiliği için gerekli olduğunu söylerlerdi. Saldırının tam arifesinde (yine Batılılar gibi) demokrasi götürmek için saldırıldığını öne sürmeye başladılar (çünkü kitle imha silahları uydurulmuş bir masaldan ibaretti). Yüz binlerce Iraklı öldürüldükten sonra (uygarlığın doğuşunu belgeleyen müzeler de bu arada talan edildi) ve işleri yüzlerine gözlerine bulaştırdıktan sonra, Bush gibi ezberleri bozuldu, şimdi "istikrar" falan gibi şeyler geveliyorlar galiba. Ama emperyalizm demeye yanaşmıyorlar hala. Türkiye konusunda da AB olsun, ABD olsun bize karşı yaklaşımlarının hep iyiliğimiz için olduğunu düşünüyorlar. Güneydoğu’daki belediyelerle ilişkiler, Alevi ve Kürtlerin azınlık olduğu ısrarları… Batılılar 1915’te soykırım işlendiğini söylediklerinde ve bunu dogma haline getirdiklerini görünce, bunu da kabul ediyorlar. Avrupa Parlamentosunun Ermeni, Süryani, Pontus soykırımları konusunda karar almasını, "canım, bağlayıcı değil" diye geçiştiriyorlar. Batı "ver" deyince ‘doğal’ tepkileri "ver, kurtul" oluyor. Yeni bir Sevr konusundaki kaygıları "Sevr paranoyası" diye niteliyorlar. Avrupa Komisyonu ve Tarih Vakfı’nın Gökçen ve Faruk Alpkaya’ya ‘model tarih ders kitabı’ olarak yazdırdığı 334 sayfalık 20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi kitabında Sevr tek bir TRATEJİ 13 herşey iyi mi? ve dogma yaklaşımı cümleyle geçiştiriliyor. Oysa Sevr anlaşılmadan ne Kurtuluş Savaşı, ne Lozan, ne de Atatürk Devrimi anlaşılabilir. Sevr, uygulamaya sokulamamış da olsa, Batı emperyalizminin Türkiye’ye karşı nihai niyetlerinin yazılı ve resmi belgesiydi, belgesidir. O bakımdan can alıcı bir önemi vardır. Çuval geçirme olayını da ‘iyiliğimiz için yapıldı’ havasında yorumladıklarını gördük. Türkiye’nin kendi dinamikleriyle asla yükselemeyeceğine inandıklarından, adam olmamız için tek yolun Batılılar tarafından ‘adam edilmemiz’ olduğunu düşünürler. Bunun demokrasiyle nasıl bağdaştığını pek düşünmeden. Voltaire’nin Candide adlı romanında Pangloss diye bir karakter vardır. "Her şeyde bir hayır vardır." diye düşünür. Her türlü kötülükte bir hayır görür. Tarihin büyük depremlerinden Lizbon depreminde on binlerce kişinin ölmesi karşısında da aynı felsefeyi uygulamaya kalkışır. 2. Cumhuriyetçilerin Irak gibi bir felaket karşısında işin içindeki emperyalizm olgusunu görmeyi reddetmeleri, ABD’yi ‘idare’ etmeye kalkışmaları biraz bu Pangloss’un şaşmaz iyimserliğini andırıyor. Evet, 2. Cumhuriyetçilerin dogmatik dünyası bu. Dogma demek, tartışmayı reddetmek demek. Orta çağ skolastik felsefesinin en önemli özelliğiydi. Şeriatçıların aslında bir orta çağ hukuk dizgesi olan Şeriatı dinle bir tuttukları ve tartışmayı reddettikleri biliniyor. Belki de biraz da bu benzerlik nedeniyle Şeriatçılarla araları çok iyidir. İslamcı gazetelerde, dergilerde yazarlığı kolayca kabul ediyorlar. Şu noktayı da belirtmek gerek. Dogmatik düşünce 2. Cumhuriyetçilerin bir özelliği. ‘Karşı cephede’, örneğin Atatürkçülerde, böyle bir özellik pek yok. Yani sandıktan ne çıkarsa mutlaka kötüdür diye bir ısrarları yok. Çünkü örneğin Batıda dizgenin çok kez iyi işleyebildiğini biliyorlar. Asker ne yaparsa iyidir diye bir tavırları da yok. Türkiye mutlaka İran olacak da demiyorlar. Batılıların bazen çok güzel işler de yapabildiklerinin pekala farkındalar. Fakat gelin görün ki, 2. Cumhuriyetçilerin Türkiye İran olmaz dogması şu sıralarda büyük bir sarsıntı geçirmektedir. Çünkü 2. Cumhuriyetçilerin çok itibar ettikleri, Saidi Nursi’yi öven bir kitabın yazarı olan Prof. Şerif Mardin Türkiye’nin ‘İran olabileceğini’ söyledi. 20 Mayıs ve 10 Haziran 2007’de Ruşen Çakır’ın onunla yaptığı ve Vatan’da çıkan mülakatlarda Mardin "mahalle baskısı" dediği bir olayın, içinde "çok muhterem" kişilerin bulunduğu AKP’yi de aşarak ülkemizi Şeriat diktatörlüğüne dönüştürebileceğini söyledi. Bence sözü edilen olayı biz Sivas’ta Madımak faciasında yaşadık. Aziz Nesin aleyhinde gösterileri tezgahlayanlar sanırım onun ya da arkadaşlarının yakılmasını istemiyorlardı (umarım). Ama otelin önündeki kalabalık saatlerce kuşatmadan sonra ve polis, jandarma, ordu birliklerinin varlığına karşın bu işi yaptı. Batının değerleri her ne kadar iyi olsa da, bu değerlere körü körüne bağlanmak, yozlaşmayı da beraberinde getiriyor. Özellikle, "Batı ne derse iyidir" yaklaşımı, küreselleşme ile emperyalizmi dokunmadan kabul etmek anlamına geliyor. Tabii gösterileri örgütleyenler insanların yakılmasını amaçlamamış olsalar da, bu sonuçtan çok da hoşnutsuz kalmamış olabilirler. (AKP şu anda bir Şeriat diktatörlüğünü amaçlıyor olmayabilir, ama bunun gerçekleşmesi halinde pek çoğunun çok da şikayetçi olacaklarından emin değilim.) Mardin "mahalle baskısı" olayını biraz anlaşılmaz, muğlak bir şey diye sunuyorsa da, Madımak olayında, bir çok film, roman ve öyküye konu olmuş olan "mahallenin namusu" durumlarında bunun apaçık somutlaştığını sanıyorum. Hürriyet’in 18 Eylül sayısında Ertuğrul Özkök de, Mardin’in Ayşe Arman’la bir görüşmesinde, bu sefer kadınların durumuna ilişkin olarak korkular dile getirmesini ele alıyor, bu korkulara katıldığını yazıyordu. Hocam Mardin ve arkadaşım Ertuğrul’un bu uyanışı karşısında seviniyorum, kendilerine "günaydın" diyorum. Bakalım "Türkiye İran olmaz" dogmasının sarsılması 2. Cumhuriyetçileri nasıl etkileyecek? Ayrıca, öbür dogmalar bu sarsıntıdan nasıl etkilenecek? Göreceğiz.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear