27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Amerikan mandası konusunda çekimser kalan Amerikan Senatosu’nun üç üyesi. na maddi yardımda bulunulmuştu; dolayısıyla bir gönül borçları vardı. Ayrıca maddi yardım almayanlar da ilişkilerini kendi istekleriyle sürdürüp güvenilirliklerini kanıtlamışlardı. Bu kişilere ileride önemli görevler verilebilirdi. Önemli kişiler olduklarından, herhangi bir ajandan daha fazla fayda sağlayacakları şüphesizdi. Bu görüş kimi çevrelerde kabul edilirken, kimileri de İstanbul’da zaten İngiliz dostlarının var olduğunu savunuyor ve bu kişilerin rütbekoltuk telaşına düşüp Damat Ferit ve kabinesinin aleyhinde faaliyetler sürdürmeleri riskini gereksiz buluyordu. Vahdeddin, öte yandan da başmabeyincisi Ali Fuad’a başkent üzerinde iktidar yarışına giren “amansız ecnebiler”den yakınıyor, “Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah bilir, bir ben bilirim,” diyordu. Ona göre galip devletler tazyik uygulayıp meclisi zorla dağıttırmışlardı. Üstelik kendisi meşruti bir hükümdar olduğu halde, “güya mutlak bir hükümdar imiş” muamelesinde bulunuyorlardı. Ne olursa olsun, Vahdeddin’in tavrı İngilizlerce takdirle karşılanıyordu. Örneğin İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb, onu “tamamen İngiliz yanlısı eğilimler” taşıyan bir padişah olarak niteliyor, Vahdeddin sayesinde imparatorluk topraklarına yerleşmelerinin mümkün olduğunu dile getiriyordu. İngilizlere göre, İtilaf Devletleri ile uzlaşmacı bir tavır içinde olan padişah ve Damat Ferit, tahrip olmuş bir imparatorluğu yıkıntılarından kurtarmaya çalışan iyi niyetli insan lardı. Nitekim Damat Ferit de her fırsatta İngilizlerden yardım talep ediyor, “sadece İngiltere’ye biat ettiğini” bildiriyor, hükümetin onlara her türlü desteği sağlamaya hazır olduğunu dile getiriyordu. Ona göre Osmanlı bir büyük devletin himayesini tercih edecekse, bu devlet İngiltere olmalıydı. Çünkü Fransa zaten bir çürüme içindeydi; Amerika ise bu konularda yeterince deneyimli değildi. İngiltere güdümünde yaşamak, “padişahtan köylülere dek” tüm Osmanlı ahalisinin gerçek dileğiydi. Damat Ferit’in 1919 Mart’ında İngiliz temsilcisi Calthorpe’a ilettiği bir muhtıra, Osmanlı topraklarının kurtuluşu için İngiliz himayesine girilmesinden başka seçenek kalmadığını öne sürüyordu. Söz konusu muhtırada İngiliz hükümetinin vilayetlere on beşer yıllık sürelerle konsolos tayin etmesi, buna karşılık Osmanlı nezaretlerinde gerekli görülen yerlerdeki İngiliz müsteşarlarının sultan tarafından atanmasına izin verilmesi isteniyordu. Vilayet ve belediye meclislerinin seçimleri İngiliz konsoloslarının denetimi altında yürütülecek, maliye İngiltere’nin sıkı denetimine tabi tutulacaktı. Damat Ferit’in bu önerisi ve diğer girişimler İstanbul’da İngilizlerle ilişkilerin yumuşamasını sağlasa da, Paris’te pek etkili olmuyordu. 26 Mayıs günü Yıldız Sarayı’nda toplanan Şurayı Saltanat da işte bu siyasi duruma tanıklık ediyor, bir araya gelen devlet adamları ve aydınlar bu toplantıda tercihin “kimden yana” kullanılması gerektiği konusunda görüş bildiriyorlardı. Şura nın açılışını yapıp bu toplantının amacını açıklayan Vahdeddin, hemen arkasından başkanlığı Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya devrederek salondan ayrıldı. Toplantıda birinci olarak ülkenin bağımsızlığı için çalışacak bir milli şura kurmak gerektiği fikri ortaya atıldı. Ardından iki görüş belirdi. Bunlardan biri Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını engellemek için Amerika’nın güdümünü kabul etmek, diğer görüş ise İngiliz himayesini kabul etmek yönündeydi. Ancak Şurayı Saltanat, bu konuşmalar herhangi bir sonuca bağlanmadan dağıldı. Hükümet kanadında bunlar olup biterken, Osmanlı aydını da manda tartışmalarından uzak durmuyordu. Hemen her ortamda manda konusu tartışılıyor, bazı örgütlenmeler ortaya çıkıyordu. Aydınların bir kısmı Amerikan mandasını tercih ediyordu. Bu fikirde olanların dayanakları, Amerika’nın, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacağı yönündeki yaygın kanaatti. Amerikan Başkanı Wilson’un barış programı aydınlar cephesinde Amerika’ya karşı büyük bir ilgi doğurmuştu. Ayrıca Amerikan mandasının, Avrupa’nın azınlıklar konusundaki müdahalelerine bir son vermesi umudunu taşıyanlar da vardı. Amerika’nın ekonomik çıkarlar elde etmek amacında olmaması, Türkiye’ye uzak olması ve tarafsızlığı, maddi ve manevi gücüyle ve koyduğu prensiplerle bütün dünyanın takdirini kazanmış olması, bu ülkenin koruması altındaki Osmanlı’nın en önemli avantajları olacaktı. Ame43
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear