Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ladı ve ticari açıdan en başarılı filmlerinden bırinı yapmış oldu. Billy Wilder'ın 1961'de bıtırdiğı "Bir, İki, Üç" adlı fjlmi ise yiımi beş yülık bır aradan sonra Avrupa'nın çeşitli kentlerinde yeniden gösterime girdi. Aşağıda yönetmenle, oyuncular, filmleri ve anıları hakkında Der Spiegel dergisinde yayımlanmış bır söyleşiyi sıınuyoruz... Sayın VVilder, bir filmin başarısız olacagı daha çekim sırasında anlaşılır mı? Çekım sırasında bazı şeylerin ıyi gıtmediğini hissedersıniz. Bu, akordu bozuk piyanoda çalmaya benzer. Biz yönetmenler başta karanlık bir odaya adım atar gibi oluruz, her an bir şeye çarpıp duşme tehlikemız vardır Bu arada kolumuzu, bacağımızı, hatta kafamızı bıle kırabiliriz. Bazısı karanlıkta dığerlerinden daha iyi görür, ama hiç kimse etrafı tam seçemez. Ancak çekim bitip montaj yapıldıktan sonra ortalık aydınlanır. "Yaz Bekân" da sizin başarısız olarak nilelediğiniz yapıtlardan biri. Oysa bu filnıdc siııema larihinin en unlu sahnelerinden biri yer alıyor. Marılyn Monroe'nun havalandırma ızgarasının üslünde eteklerini ortmeye çalıştığı sahne... Ben o filmi aslında New York'un sıcağını ve havalandırma tesisatlarının önemini vurgulamak için çekmiştim. Monroe, yaz bekân erkeğin eyine gitmeye razı olur, çünkü adamın klima cihazı vardır. Birlikte sinemaya giderler, çünkü orası havalandırmalıdır. Sinemadan çıktıklarında Marilyn o ızgaranın üzerinde durur, çünkü püfür püfür esmektedir. Filmin başarısızlığa uğramasının temelinde 1950'lerin ahlak anlayışı yatıyor. 1950'lerde sansürün filmleri mahvettigini söyluyorsunuz. Oysa sansure karşı buldugunuz kaçamaklar, fumlerinize ozellik katmadı mı? Sansur sayesinde çok ince ve hoş espriler yakalıyordunuz. Evet. O dönemin filmleri gerçekten de her şeyin açıkça gösterilebildiği bugüne nazaran, çok daha erotiktir. Sansur heyeti çok aptaldı, anlamadığı şeylere izin verirdi. örneğin "O.....' kelimesıni sarfedemeyince, oyuncuya, "Annen işe mi çıkıyor?" dedirtirdik. Sansüre karşı çok mücadele verdik. Fakat en kötüsu ne biliyor musunuz? Bugün yasalar en ığrenç pornografiye bile izin verebiliyor. Bence havalandırma ızgarasının Ustünde etekleri uçuşan bir kadın, hele Marilyn Monroe ise, çırılçıplak bir kadından çok daha erotiktir. Senaristlik yaparken yonetmenlerle çalışmaktan çok sıkıldığınız için film çevirmeye başladıgınız söylenir, doğru mu bu? Bir gün bana, "Yönetmenler senaryo yazabilmeli mi?" diye bir soru sormuşlardı. Ben de, "En azından okuma yazma bilseler iyi olurdu" demiştım. Ben senaryolarıma kimsenin burnunu sokmasını istemediğim için yönetmen oldum. örneğin bir senaryomda şöyle bir sahne vardı: Bir dans lokalinde kravat mecburiyeti vardır ve bir adam kapının önüne dikilmiş, giren erkeklerin kravatlarını kontrol etmektedir. Birden uzun sakallı bir adam gelir ve kapıcı sakalı kaldırıp altında kravat Billy Wilder TV'nin İkinci KanaVında "Kamp 17" adlı yapıtını izleyeceğimiz Amerikalı yönetmen Billy Wilder'ın ailesi, Auschwitz temerküz kampındaki gaz odalarında öldürülmüştü. Cuma gecesi, TV'nin II. Kanal yayınının "Unlü Ustalar ve Filmleri" bölümünde, "Kamp 17" adlı yapıtını izleyeceğimiz Billy NVİIder, iki kez "en ıyı yönetmen", üç kez de "en iyi senaryo yazarı" olarak Oscaı'a layık görülmuş bır sanatçı... "Bazıları Sıcak Sever", "Lindbergh", "İrma la Douce" ve "Sherlock Holmes" gıbı filmlerinden tanıdığımız Amerikalı yönetmen Billy VVilder, 1986'nın mayıs ayı başında da "Life Achievement Award" ödulünü almıştı. " ö m ü r Boyu Başarı ödülü" diye adlandırabileceğimiz bu Hollywood ödülü, sinema sanatına büyük emeği geçrniş sanatçılara, tek bir yapıtı ya da bir başarısı için değil, ömür boyu sürmüş bir yaratım çabası için veriliyor. "Hollyvvood'un ölüm öpücüğü" olarak da nam salmış bu ödül. Çünkü, ilerlemış yaşta "Life Achievement Avvard" ödülunu alan Alfred Hitchcock, Henry Fonda gibi sanatçılar, ödülü aldıktan kısa bir süre sonra dunyadan göçmüşler... lar, rahat bir hayat, az iş. Bir gıin bana ne dese beğenirsiniz, 'Bu işi bırakıp ronıan yazmaya başlayacağım! Ben de ona, 'Saçmalama' dedim, ama bir turlu de fikrinden caydıramadım. Sonunda oturup "Batı Cephesınde Yeni Bir Şey Yok'u yazdı. Soziimu dinleseydi butun bunlar olmayacaktı. Billy VV'ilder'ın 1933 yılına ilişkin anıları ise daha tatsızdır. Binlerce kişiyle birlikte Berlinden kaçmak zorunda kalıı. Bu arada, ailesi Viyana'dan Auschvvıtz temerküz kampına götürülmüş ve gaz odasında öldurülmüştür. Wil Dört bin papatyayı maviye boyatan yönetmen: der Amerika'ya gelir ve bir süre Meksika sınırında göçmenlik işlemlerinin bitmesini bekler. Sınırdaki pis ve izbe otel odasında geçirdiği günleri, 1941'de "South of the Border" ("Sınırın Güneyinde") adlı senaryosunda anlatır. Senaryo, Hollywood'un gözde yönetmenlerinden, eşcinselliğiyle ünlü Mitchell Leisen'in elinde ölümsüzleşir. Billy VVilder bundan sonra senarist ve yönetmen olarak sayısız filme imzasını atacak, en fazla Oscar kazanan yönetmen olarak sinema tarihine geçecektir. Wilder'ın filmleri, "1950'lerin aynası ve aynı zamanda en sert eleştirisi" olarak değerlendirilir. Yönetnıenin başlıca takıntısı, cansıkıntısıdır. Filmlerınde olaylar birbirini izler, yönetmen âdeta seyirciyi her dakika eğlendirmek zorunda gibidir. VVilder'ın özel yaşantısında da anlattığı fıkralarla, yaptığı esprilerle çevresindekileri hep neşelendirmeye çalıştığı söylenir. Yönetmenin bir başka tutkusu ise, tiyatrodur. Kılık değiştirmekten, entrikalardan büyük zevk alır, ama filmleri hiçbir zaman tiyatro kulisinde çevrilmış havası vermez. Wilder, filmi en ince ayrıntısına kadar planlar, çekimlerin hep yerınde yapılmasına dikkat ederdi. örneğin "Kayzer Valsi" filmınin çekimleri için Kanada'ya, Rocky Mountaıns'a gitmişti. Film aslında lsviçre Alpleri'nde geçiyordu. NVilder, Rocky Mountains'ı Alpler'e benzetebilmek için Kaliforniya'dan tam 4 bin adet papatya getirtti. Fakat papatyalar siyahbeyaz filrnde fazla göz alıyorlardı. Bunun üzerıne yönetmen, 4 bin papatyanın bir gün içinde maviye boyanmasını emretti, çekimleri birkaç gün içinde tamam 81 yaşındaki Billy NVılder, her ne kadar hayatının büyük bir bölumunü Hollywood'da geçirdıyse de aslında Vıyanalı bir Musevi aılesinden gelir. 20 yaşlarında Viyana'yı terk edip Berlin'e taşınmış çeşitli gazete ve dergilerde yazı yazmaya başlamıştı. 1920'lerin Berlin'inden bır anısı şöyledir: VVılder muhabırlik yaparken Erich Maria Remarque ile tanışır ve karısına âşık olur. Güç bela önlenen bır duello girişiminden sonra ikısi dost olurlar. Erich Maria Remarque o gunlerde "Die Dame", yani "Hanımefendi" adlı bır kadın dergisinin yayın yönetmenidır. Wilder o günleri şöyle anlatır: "Harika bir biirosu vardı. GUzel kadın "Garsonyer"/"Apartement" 10 0960) "Yaz Bekân'VThe Seven Year Itch" (1955) A£. M.: "...Çırılçıplak bir kadtndan çok daha erotik."