27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

JÜLİDE ERGÜDER u Montmartrc kızları sokak kedılerınden beter ahlaksızdırlar, mösyö! Anneleri ve buyükanneleri buraya gelirler, masaların altında aşnafişnelik ederlerdi dıye, salon kendi mülkleriymiş, canlarının her çektiğini yapabilirlermiş sanıyorlar. Köşe bucakta ve tuvalette olan bitenleri bilseniz, tüyleriniz dıken diken olur mösyö! Hem azıttıkça azıtıyorlar da! • Parmağıyla, itham dolu bir tavırla orkestra şefini gösterip devam ederdı: '... o pis Cancan'ı besteleyeliberi, iş büsbütün çığrından çıktı. Bu nağmeyi duyar duymaz kızlar çılgına dönuyorlar. Kafacıklanndaki beş paıalık akıl da 'püP diye uçuveriyor!.. Ve ne yapıyorlar, bilir misiniz? Henıen tuvalete sıvışıp külotlarını çıkarıyorlar! Billahi böyle yapıyorlar... Bu yüzden, dans sırasında bacaklarını havaya fırlattılar mı, bazılarının ne derece yükseye fırlattıklarını bilirsiniz siz dc.r eh, o zaman ne var ne yok her şeyleri görunüyor. tğrenç! Irıanın bana, ellcrinde alevden kılıçları ile tam tckmil bir zebani birliği bile, burada nizamı temin edemezdü' Bu konuşma, XIX. yüzyılın sonlarına doğru, Parjs'te, herkesin kısaca "L'Ely" diye bahsettiği I'F.lyseeMontmarlre adlı, harap ama çevresine çılgınca neşeli kahkahaların yayıldığı ucuz bir dans salonunda geçiyor. Anlatan daha doğrusu, boşuna şikâyet eden salonun "nizamı"nı (!) temine memur, ve "Baba Pudeur" namıyia maruf çıplak kafalı bir ihtiyarcık. Dınleyen ısc, köklu asılzade nezaketiyle, bir taraftan ihtiyarı dinler görunen; ama asıl, pistte deliler gibi kendilerini dansla 'hırpalayan' kızlann eskizlerinı çızen Kont Henri de ToulouseLautrec! Hani şu, küçukken attan duşüp vücudunun gelişmesi sekteye uğrayan, bu yuzden de eciş bücuş bacaklı, çîrkin ıni çirkin bir cüce ülarak kalan, gudubet suratı sebebıyle hiçbir kadının kendisinı arzu etmeyeceğı kâbusıı ıle tüm hayatı karanp tarifsiz kederlere garkolan ama belki de, bu azabın iyice derinleştirdiği içi dünyasımn verdığı ilhamladünya güzeli tablolar yapan muhteşem ressam! ToulouseLautrec, Kontes annesinin malikunesindeki kasvetli havadan kurtulmak ıçın, Montmarte'da bir harapbinaya kiracı yerleşmiştir. Sabahlan bir barda kahvaltı edip aıkadaşları ile atölyeye yollanır. Akşamları da kafeşantanlarda heyecan verici saatleı geçirmekte, hatta Fernando Sirki'ne bılc gıdcbilmcktedır. Ama, eğlencelerin en harıkası tabii ki, Paris'in katillerine, haydutlarına ve fahişelerine yataklık eden eski Montmartre'dan bir parça olan bu bayağı lokaldeki danslardır. Montmartrelı işçi kızlar yüzyıllar boyu iş çıkışlarında bu salona gelmiş, kâseler dolusu vin chaud (ısıtılmış şekerli şarap) içmiş, hışırtıları binanın duvarlarına sinen kocaman dalgalı eteklerini savura savura saatlerce dansetmişlerdi. Nice ateşli aşkların, ihtiraslı serüvenlerin mekânıydı burası. Ama L'Ely, müdavimi olan çamaşırcı, dikişçi ve ucuz model kızlann nazarında, salt bir eğlence yerinden daha zengin bir mana ifade ediyordu: Kendilerini düpedüz evlerinde hissettikleri, istedikleri münasebetsizliği yaptıkiarı, maşukalan ile 'biz bize" kalababıldikleri yer aslında onlar için aşk ve mUzik dolu bir saraydı. Çamaşırcı kızlann eğlencesi nasıl oldu da' ticaıi bir meta haline geldi? Çamaşırcı kcların içinde La Goulue bir taneydi. Zira, Cancan'da usluııc yoktu! Cancanın o başdönduıucu hareketlılığı, o yürek dayanmayan çapkın edası sankı bu kızda cisimleşmişti. Çamaşır teknesinin başında on saat ırgat gibi calışıp, böylesınc ağır işçilikten son1a posaları çıkacak yerde, kazandıkları birkaç kuruşla soluğu L'Ely'de alan çamaşırcı kı/ların hepsi birer harikaydı esasında. Ama, La Goulue öbür kızlardan hemen ayırt edilirdı... Tepinerek gcçirılen akşam saatlcrınden sonra, gecenin kapanış dansı Cancan idi. Cancanın ilk nağmeleri duyulurken çiftlerin çoğu yerlerine döner, erkekler pipolarını yakıp sıcak şaraplarına sarılırken, yanlarındaki kı/lar kıkır, kıkır gülüşUr, binbir türlu işve yapılırken de masaların altında eller fasılasız faaliyette olurdu. Gaz lambalarının kifayctsiz ve titrek ışığı altında kchribarımsı bir loşluğa bürünen salonda, La Goulue, kavalyesi "Kemiksiz Valentin" ile bir kasırga gibi eserdi. Gözlerı kıvılcımlar saçar, vücudunu büküp kıvırırken omuzlarına dökulü saçlarını savururdu. En şuh haliııi takınıp eteklerini başından yukarılara fırlatması, siyah çoraplı bacaklarını meydana çıkarışı seyredenleri hayran bırakırdı. La Goulue dansederken, etrafındakı herkes el çırparak tempo tutar, ama orkestra şefi Dufour ınuzisyenleri daha da gürültülü çalmaya kışkırttıkça seyircileı de bu çılgın havaya kendilerini kaptırırlardı. Oansın kapanış figurü ise, orkesıranın son zillcri vurulurken bacakların bıçakla ortadan bölünmüşcesine ikı yana açılarak vücudun yere kapanması idi. "Yıl 1889" denince akhnıza ne gelir? Bizi pek bilemcm ama, Fransızlar'ın aklına hemen meşhur Paris Millelleraraüi Fuan ıle fuarın medarı iftiharı Eiffel Kulesi'nın av'ilışının gcleceğine hıç şüphe yok. Mühendis Gustave Riffel'in eseri olan bu demir kule, 1889'da Champsde Mars'a tepeden bakarken, Dahomey'den Kongo'ya, Sudan'dan Tahıti'ye kadar yctmış ıkı milletten insanın toplandığı bir cümbüşıi seyrediyordu. Günümüzdeki gibi radyotelevizyon verici merkezı olarak yalnızlığuıa terk edilmemıştı henuz. Dcmır kule inşası fikri ilk önce 1833'tc Ingıltere'de ortaya atılinıştı 1874'te ABD'de ilk deneme yapıldı, ilk taslak ise F.iffePin arkadaşı Maurice Kocclılin tarafından 1884'teçizıldi. Ama, şımdıkındcn larklı bir kuleydi bu. 2 Nısan 1889'da Fransız bayrağı üc katlı, 7.175 ton ağırlığındakı Eıffcl'in tepesinde dalgalaıınıaya başladığında ısc, hransızlar dunya durdukça ayakta kalacak bir abıdc kazandıklarına ınanıyorlardı. Oysa kı, 1889 Paris Fuan, Fransız külturüne ve dunyaya özbe 07 Fransı? olan bir başka eser daha armağan etmişti. Fuar esnasında pek az kimsenin dikkatini çeken bu armağan Cancan idi. Çünku, fuar aylarında, Moulin Kouge (Kırmızı Değirmen) adıyla kurulan saloııda Cancan dansı, Montmartre'ın loş ve mtubetlı dar sokaklarından kurtarılıp piyasaya sunulnıuştu. Nasıl mı? Bir akşam L'Ely'de ToulouseLautrec her zaman• ki gıbı Cancan eskızı çızerken, yanına bir yabancı sokuidu. Yüzünden hayret uyandırıcı bir cazibe ve inatçı bir zekâ okunan bu adamın adı Charles Zidler idi. Yirmi yıldır oyunculukla iştigal ediyordu, Ustelik de ünlü Hippodrome Sirki'nın mudürü ıdı. I ouIouscLautrec gözlüklerının ardından adamı incelerken, beriki kartını uzattı. Toulouse Lautrec'e bir şeyler anlatabilmek içın yanıp tutuşuyordu. Takriben bir aydır L'Ely'e gelip gidiyor, çamaşırcı kızlann çılgın danslarını seyredıyordu. Cüce ressamın daıma Cancan eski/ leri çizdiğini farketmiş, zihninde şimşek gibi çakan parlak tasarısını ancak onun anlayabileceğınc kanaat getirmişti. Cancan'ı işlelmek, ticari bir meta haline getirmek istiyordu. L'Ely'nın gece yarısı velvelesinin orta yerinde, Zidler dur durak bilmeksizin anlatmaya devam ediyordu. Bir senedir kendisine milyonlar kazandıracak bir buluş peşindeydi. Nihayet, aradığını bul T Çamaşır teknesinin başında geçen on saatlik ağır işçilikten sonra, Paris'in Montmartre semtindeki işçi kızlara, yaşadıklarını hissettirecek tek şey Cancan dansıydı... Ama işin içine yirmi yıliık bir sirk müdürünün işbitiriciliği ve ToulouseLautrec gibi bir ressamın çizgileri karışınca her şeyin rengi değişti. 14
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear