26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 HAZİRAN 2008 CUMA az istasyonlarının sağlık ve güvenlik bakımından sakıncalarını önceki bir yazımda söz konusu etmiştim. Son yıllarda, başkentimizin orasında burasında, olur olmaz yerlerde açılıyor bunlar. Halkın hayrını düşünen yok gibi... İçtiğimiz suyun zehirli olabileceğine aldırış eden yokken, baz istasyonlarına özen gösterilmesini bekleyemeyiz elbette. Baz istasyonlarının yeni bir marifeti daha ülkemizin baş belalarından biri olarak ortaya çıktı son günlerde: Dinleme işlerini mükemmel yapabilmek için bire B “Telekulak” çirkin hareketler için kullandığımız isabetli bir terim. Bir de “teleağız” kullanmalıyız. Anlamı? Televizyonda çenebazlık. Batı dillerinde “yeni Latince” diye tanımlanan ve ilk kez 19. yüzyılın sonlarında kullanılmış olan “logorhea” kelimesi var, aşağı yukarı “laf diaresi” karşılığı. Tv’de aşırı konuşkanlık için Batı dilleri acaba “telelogorhea” diye bir terim buldu mu? Sık sık listeler yayınlanıyor: Dünyanın yaşanacak kentler sıralaması... Çocuk ölümleri istatistikleri... İnsan haklarında hangi ülkeler kaçıncı sırada... Kişi başına gelir için uluslararası liste... vs. Biz, örneğin; OECD ülkeleri arasında olumsuz değerlendirmelerde birinci, ANKARA Talât Halman ANKARA AKKARA ‘Baz’ İstasyonları birmiş bunlar! Fesüphanallah! Şeytanın aklına gelmeyecek buluşlardan biri olsa gerek. Şu “baz” sözcüğü, Arapça aslından bize gelen anlamlarıyla, şahin, doğan, atmaca demek. Hem de irikıyım adam, izbandut gibi herif demek. Bizde her iki anlamda berbat adamlar var sürüyle. Neyse, onları geçelim bir kalem. Farsçadan gelmiş biçimiyle “baz”ın bir anlamı, “geri” ya da “geriye doğru...” Eh, bu bakımdan da “baz” iyi anlatıyor bizi. Kaderimize sahip olanların iradesi gereğince hızla gerisin geriye gidiyoruz. Allah’ını seven tutmasın. Baz’lı sözcükler, günümüzde o kadar geçerli ki: düzenbaz, oyunbaz, madrabaz, yobaz, işvebaz... Belki sadece günümüzde değil. Nerdeyse altmış yıl önce, bizim okulun dergisi için, şair Orhon Murat Arıburnu ile mülâkat yapmıştım, o zaman kendisi okumuştu “ZAMPOK EYİN Pİ” şiirini. O yıllarda çok sevildi bu şiir, dillerden düşmez oldu. ZAMPOK EYİN Pİ İki cambaz bir ipte oynamaz Bir ipte bir sürü cambaz Hilebaz, Madrabaz, Kumarbaz İki cambaz bir ipte oynamaz Bir ipte bir sürü cambaz Ateşbaz, İşvebaz, Hokkabaz İP NİYE KOPMAZ ZAMPOK EYİN Pİ! “Zampok eyin pi”, “İp niye kopmaz”ın tersi. Arıburnu demişti ki: “Gözünüzün önüne getirin, bir sürü cambaz, ipin üstünde ileri yürüyor, sonra geri gidiyor. Böyle bir durumda ip niye kopmaz?” Kopmaz, çünkü hem cambazlar, hinoğluhin; hem bizler, sirkteki izleyiciler, bu hilelere alışmışız, aldırış etmez olmuşuz. Onun için, ip üstünde cambazlar bir ileri, bir geri... Ve bu mucize nasıl oluyorsa, sayısız düzenbaz ve madrabaz fink atarken ip kopmuyor işte. Farsça baz eki “oynayan” anlamına. Hokkabaz, ateşbaz, işvebaz, hep bunun uzantıları. Dolayısıyla, baz istasyonlarından vazgeçilmediği gibi, düzenbaz ve madrabaz istasyonlarının da haddi hesabı yok. Baz ile kafiyeli başka istasyonlarımız da az değil: Gammaz istasyonları Aymaz istasyonları Bağnaz istasyonları İnfaz istasyonları Ülkenin şirazesinin bozulmuş olduğunu apaçık gösteriyor bütün bu istasyonlar. Mahvolmayalım diye, iyi niyetle, vatanseverlikle, doğru dürüst uyarılarda bulunan “ikaz istasyonlarımız” da var ama dinleyen kim? Sağlam ve salim öğütleri dinlemesi gerekenler, telekulak olmuş da hırsızlama dinleme yapıyorlar. Bu gidişle memleket “enkaz istasyonu”na dönüşecek ama kimin umurunda? Pis Yumurtalar iyecek maddelerinin temizliği bakımından, bir hayli ilerledik. Eskiden, eve getirdiğimiz sebzeler, meyveler, başka yiyecekler çok kirli, çamurlu, lekeli olabiliyordu. Bazıları iğrençti. Ankara’daki belli başlı marketlerde temizlik standartları o kadar yükseldi ki en ileri ülkelerle eşit düzeye geldiler diyebiliriz. Henüz çözülememiş olan hijyen sorunlardan biri, yumurtaların dışı! Yumurta almak için kutu üstüne kutu açıyorsunuz, içindeki yumurtaların kimisi veya çoğu ya da hepsi, iyi yıkanmamış olduğu için, kelimenin tam anlamıyla murdar. Bazılarına bakıyorsunuz, içinden kuş gribi almayabilirsiniz ama dışından çeşitli mikroplar kapabileceğiniz aşikâr. Ben, Avrupa ve Amerika’nın su katılmadık hayranlarından değilim ama bu konuda, şöyle demek zorundayım: “Niçin oralarda marketlerden aldığınız yumurtaların hemen hepsinin dışı tertemiz de bizdekiler mide bulandıracak kadar mülevves?” Sağlık Bakanlığı ve/veya belediyeler, yiyecek maddelerini kontrol ediyorlar mı? Yıkanması doğru dürüst yapılmayan, dolayısıyla mikrop taşıması olasılığı bulunan yumurtaların tavuk şirketleri tarafından tertemiz duruma getirilmesi sağlanamaz mı? Y Suya Dikkat Teleağız olumlularda sonuncuyuz. Politikacıların Tv’de en sık, en uzun, en yaygın yayınla konuşmalar bakımından birincilik Türkiyemizde olsa gerek. İzlediğiniz, bildiğiniz ülkeleri düşünün: Sanırım, hiçbirinde iktidar ve muhalefet bizdeki kadar ekranlara egemen değil, bizdeki kadar uzun konuşmuyor. “Canlı yayın”ların ülkemizdeki kadar sık ve sıkıcı biçimde karşımıza çıkması bakımından, herhalde rekor kırıyoruz. Bir uluslararası araştırma yapılsa bu konuda: Birinciliği Sarkozy mi alır, Bush mu, herhangi bir Avrupalı ya da Asyalı başbakan mı, Afrikalı bir diktatör mü, Berlusconi mi, Olmert mi, Okyanusyalı bir muhalefet lideri mi?Yanılmıyorsam, böyle bir yarışmada bireysel ve kolektif kupaları Türkiyemiz kazanır. Birçok ülkelerde siyasetçiler, ekranda yüzlerinin eskimesinden çekinirler. Batıda “overexposure” diye adlandırılan illettir bu. Her Allah’ın günü, hemen her kanalda, uzun uzadıya görünen, konuşan, bağıran, didişen politikacılardan halk bıkar diye bir kaygı vardır oralarda. Bizde öyle bir endişe yok. Konuşanlar usanmadığı gibi dinleyenler de bıkkınlık duymuyor. Acaba izleyiciler gerçekten izliyor mu, dinliyor mu, anlıyor mu, olumlu ya da olumsuz değerlendirme yapıyor mu? Yoksa, boş lafları boşuna mı söylüyor iktidar ve muhalefet mensupları? Söylevler ve demeçler belki de bir kulağımızdan girip beynimizde hiçbir iz bırakmaksızın öbür kulağımızdan çıkıp gidiyor. “Kızıl” bir zamanlar bir kesim için yaman bir tehlikeydi, başka bir kesim için bir ütopya. Bugün “Kızılırmak” da öyle. Ankara’ya Kızılırmak’tan dört haftadır gelmekte olduğu söylenen su, kimine göre bir nimet, kimine göre “içme suyu olarak zararlı...” Kim haklı, bunu ancak güvenilir raporlar ortaya koyacak. Ankaralılar, sonuç belli oluncaya kadar, musluklardan akan suyu içmeseler, daha akıllıca olur. Geçtiğimiz aylarda, dizanteriden perişan oldu bazı başkentliler. Onlara bakan doktorlara göre, musluk suyu neden olmuş dizanteriye.Hiç değilse, durum berraklığa kavuşuncaya kadar, içme suyu olarak damacana suyunu kullanın, dişlerinizi fırçalarken de... Bir de su kullanımında tasarruf, hepimizin özen göstermesi gereken bir hemşerilik görevi. Başkentimizin gereksinimi olan barajlarda doluluk, hâlâ yüzde 2.5 bile değil. Kıt suyumuzu yanlış harcamalarla heba etmemek için tüm hemşeriler ittifak yapmalıyız. Hele kuraklığa aday olan bu yaz aylarında... 19
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear