01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 NİSAN 2006 / SAYI 1045 5 Sultanın kanunları artık yok... çeri girdiğimde bir televizyon kanalı Türkan Şoray’la röportaj yapıyordu. Trafik yoğun, çünkü tek boş günüymüş. Evin “komutanı” Gülşen Hanım, beni sessizce salonun diğer tarafına doğru yönlendiriyor. 31 senedir yanında çalışıyormuş, bir fırsatını bulunca hemen soruyorum “Nasıl biridir” diye, çok samimi bir yanıt veriyor: “31 sene onun yanında çalışmam nasıl biri olduğunu anlatıyordur herhalde”... Peki o gerçek mi, değil mi? Çok kısa bir an beynim bana bu numarayı yapıyor. Başka birisi değil, Türk sinemasının Sultanı ile karşı karşıyayım. Zaman bize kalınca başlıyoruz sohbet etmeye. Zor geçen bir çocukluk döneminden sonra hayat ona 15 yaşında büyük bir hediye sunmuş, sinema! Ve o bu hediyeyi hep farklı tutmuş, kıymetini bilmiş. Sinemanın sorumluğunu kendi özüyle bir tutmuş. Belki bu kadar uzun zamandır yaşanılan başarının sırrı da bu. Onun hayatı sinema! Sizi ilk defa görüyorum, ama çok tanıdıksınız. Sanırım halka mal olmak denilen şey bu. Nedeni sizsiniz tabii ki... Bu kişiliğe de bağlı bir şey, herhalde! İnsanlarla ilişkilerimde saygılı birisiyimdir. Aynı saygıyı karşımdaki insandan da beklerim. Benim için toplumun değer yargıları da çok önemli. Hayatı algılamaya başladığım andan itibaren tanınmaya başladım. Bunu hazmederek, yaşam buymuş , bu hayatımın bir parçası diye düşündüm. Yıllar böyle geçti. Her zaman seyircimin değer yargıları, bakışı ön planda oldu. Bir gün yolda karşılaştığım bir hanım sarılarak “Siz bizler için yaşadınız” dedi. Çok duygulanmıştım. Evet, sanki sinema için feda edilmiş bir hayatınız var. Bunu isteyerek, bilerek yaşadım. Gerçekten seyircim için yaşıyorum. Muhasebesini yaptığım zaman ağır basan hep o. Hiçbir zaman “Amaaan, bildiğim gibi yaşayayım, dünya umurumda değil!” demedim. O duygular belki yıllar önce geldi, ama bastırdım. Gösterişten uzak, mütevazı yaşadım. Kibirli, kendini beğenen insanlardan nefret ederim. Benim yüreğim insan sevgisiyle dolu. Onu ne kadar yayarsanız aynı şekilde geri döndüğünü gördüm. Belki egoistçe bir duygu, ama seyircimden gördüğüm sevgi biterse, yaşayamam diye düşünüyorum. Hâlâ sokağa çıktığımda birbirimize sarılıp ağlarız.. Şöhretiniz günlük hayatınızı kısıtlamamış sanırım? Yok, insanlarla bir arada olmayı çok seviyorum. Çünkü o sevgiyi yaşıyorum. Ses ve tiyatro sanatçıları seyirci ile yüz yüze olabiliyorlar, ama bizim aramızda perde var. Bir taksi şoförü sizi arabasında görünce ne yapıyor? İnanılmaz! Bazen tutturuyorlar “Abla senden para almam” diye. Bir ben “Rica ederim” diyorum, bir o. Sonra fotoğraf imzalıyorum karısına, kızına... Bu davranışlar yaşam tarzımın getirdiği saygınlık ya da insanların emeğe verdiği saygı diye düşünüyorum. Bunun için de müteşekkirim. Yıllardır sinemaya verdiğimiz emek takdir ediliyor. Evet, ilk kez 15 yaşında bir sete gitmişsiniz ve... Hayatım değişti! Hani bir kitap okudum hayatım değişti derler ya... (kahkahalar) İ TÜRKAN ŞORAY, televizyon dizisi “Cemile”de oynuyor. Toplumla birlikte değiştiğini düşünen Şoray’ın artık eski kanunları yok. Ancak televizyonda “aşırı” sahnelere karşı, çünkü seyirci rahatsız olabilir... Şoray’ı önümüzdeki yıl yeniden yönetmen koltuğunda göreceğiz. Esra Başıbüyük Aynen. O gün için şimdi ne dersiniz? Bir rastlantı. Hayatımın dönüm noktası. Kızım Yağmur için de aynı şeyi söylüyorum. Bir yıl sonra da, 16 yaşında “Acı Hayat” filmiyle ödül almışsınız, hiç bir eğitiminiz yokken... Oyunculuk sizin için içgüdüsel miydi? Oyunculukta eğitim önemli. Biliyor musunuz, hâlâ kendimi yeterli görmüyorum ve hâlâ nasıl geliştirebileceğimi düşünüyorum. Çünkü inanın, yemin ediyorum, hâlâ oyunculukla ilgili öğreniyorum. Ama oyunculuk benim için tek bir şey; “O” olmak! Gerçekliği yakalamak. Onu nasıl yapabileceksiniz? İşte o tamamen içgüdüsel. Tabii hayatınızdaki bazı olaylar rolünüzle çakıştığı zaman oyunculuğunuza müthiş yardımcı oluyor. Mesela bunu Cihan (Ünal) Bey’den ayrıldığım zamana denk gelen bir filmde yaşamıştım. Çok mutsuzdum, ayrılık insanı çok yıpratan ve üzen bir olay. O dönem rolle öyle bir çakıştı ki. Kocasından yeni ayrılmış ve geçmişle hesaplaşan bir kadını canlandırdığım “Ada” filminde yüzümdeki acı ile inanılmaz bir oyun çıkartmışım. Oyuncunun altını dolduran da empati ve gözlem... Tabii. Kendi karakterinizden farklı bir karakter canlandırıyorsunuz. O zaman o insanı çevresiyle, beden diliyle tanımalısınız. Onun bir hali var ve o siz değilsiniz. O zaman gözlem ve empati çok önemli. Bunları söylüyorum, ama ne kadar başarılı oluyorum? Hiç bir zaman tatmin olmuyorum. Birilerine değil, kendime ispat edeceğim, içimde kalmış daha çok şey var. Nedir onlar? Bilmiyorum. İçimdeki oyunculuk potansiyelini tam ortaya koyabildiğim inancında değilim. Bu bir tevazu sanırım... Bunu gerçekten söylüyorum. İnanılmaz roller oynamak istiyorum. Nedir, neyin doyumsuzluğudur, bunu bilmiyorum, ama sinemada daha neler yapabilirim, diye düşünüyorum. Bir de sevgi doyumsuzluğum var. Çok seveyim, çok sevileyim (kahkahalar) istiyorum! sonraki filmlerde sadece yönetmenlik yapacağım. O zaman daha başarılı olacağıma inanıyorum. Uzunca bir aradan sonra yeni bir dizide oynamaya başladınız. “Cemile” sizin için çok da farklı bir karakter değil... Değil, değil. Televizyona şöyle bakıyorum, çok aykırı bir karakter izleyiciyi rahatsız edebilir. Sinemada bunu yapabilirim, ama televizyon izleyicisi, kendini çok yormadan, fazla düşünmeden izliyor. Şu balkonların dili olsa da anlatsalar, senaryolar, senaristler... O mu olsun, bu mu? Artık illallah dedirtecek kadar tedirginlik yaşadım ve yaşattım. Ama artık bunun sonu yok, nedir mükemmel? Birine karar verildi ve yazıldı. Tabii ki kadın meselelerine duyarlıyım. Bir konu önerdim, bunun üzerine senaryo yazıldı. Hayatını yeniden kurmaya azmeden bir kadını canlandırıyorum. Hep ölçüsünü belirlediğiniz bir oyunculuğunuz olmuş. Hiç kendinizi kısıtladığınızı düşündüğünüz oldu mu? Şu kanunlarımdan bana da öğğ geldi! (kahkahalar) Artık burada bir ironi var! Evet, evet. Kanun manun kalmadı, onları kendi ellerimle yok ettim. Filmde sevişme sahneleri geçtiğinde hemen “Türkan Şoray kanunları” diyorlar. Yok öyle bir şey! Ada’yı, Mine’yi seyretsinler, orada da öpüşme, sevişme sahneleri var, ama bir ölçü içerisinde. Toplumla birlikte ben de değişime uğradım, ama seyirci sizi annesi, ablası, kızı, karısı yerine koyuyor ve olup bitene bir film gibi bakmıyor. Seyircim benim için çok önemli. Aşırı sahneler olmayacak diye şartlarım vardı, itiraf edeyim.. Türkan Şoray kanunları boşuna çıkmamış demek ki... (Kahkahalar). ARTIK YÖNETMENLİK YAPACAK Dört film yönetmişsiniz. İlk yönettiğiniz filminiz “Dönüş” Moskova’da ödül almış. Bana göre iyi bir yönetmen iyi bir oyuncu olmalı, siz ne düşünüyorsunuz? Çok doğru. Siz oyuncu olarak bütün potansiyelinizi veriyorsunuz, ama yansıtılacak karakter için yönetmen karar veriyor. Ben yönetmenlik yaptığım filmlerde oyuncunun ruh halini iyi hissedip, ona çok imkân verdim. Belki her yönetmen bir oyunculuk tecrübesi yaşamalı, o zaman oyuncunun o an ne hissettiğini, eğer yapamıyorsa, tıkandıysa daha iyisini nasıl yapabileceğini çok daha iyi anlar. Yönetmenliğe ara verdiniz, devam edecek misiniz? Bu sene yapacağım. Yönetmenlik çok önemli. Dünyayı çok iyi algılamanız, insanları çok iyi tanımanız ve çok doğru şeyler anlatmanız lazım. Ayrı bir diliniz olmalı. O zamanlar yaptığım başka bir çılgınlıkmış! Hem oynayıp, hem yönetmişim. Nasıl yaptım, inanamıyorum. Bundan Türkan Şoray “Cemile”de Bulut Aras’la... Ertelenen tutkular Aslı Selçuk essources Humaines (İnsan Kaynakları/2000), L’Emploi du temps (İş Yok Zaman Çok/2001) filmlerinin başarılı Fransız yönetmeni Laurent Cantet, son çalışması Vers le Sud’de (Güneye Doğru/2006) ellilerini süren üç Kuzey Amerikalı kadının yaşamlarına odaklanıyor. Haitili yazar Dany Laferrière’ in “La Chair du maitreEfendinin Teni” adlı öykü kitabından esinlenerek senaryosunu oluşturan Cantet, kendi kurallarını belirleyen duyguların ve bağlılıkların gizemli bir koreografisini çiziyor. Kitapta olduğu gibi senaryoda da ünlü romancı Françoise Sagan’dan bir alıntı var: “Yaşlandığımda gençlere beni sevmeleri için para ödeyeceğim, çünkü aşk yaşamdaki en yumuşak, en canlı, en mantıksal şey. Bedeli ne olursa olsun”. “Güneye Doğru” uzun zamandır dirimsel ve duygusal dünyalarını askıya almış üç kadının arzularını, isteklerini, suçluluk duygularını inceliyor. Bunu yaparken de öne çıkmayan yoksulluğuyla, şiddetiyle Haiti kentini fon olarak kullanıyor... Dört milyon Euro bütçeli bu ilginç filmin başrollerinde üç yetkin kadın oyuncu var: Charlotte Rampling (Gece Bekçisi, Kumun Altında, Havuz), Louise Portal (Barbarları Beklerken), Karen Laurent Cantet’nin ellili yaşlarını süren üç kadının haz ve tutkularını ele aldığı filmi “Güneye Doğru”, İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek. Cantet’nin kadın bedenini anlattığı filmi için oyuncular “Önyargıların direncini Charlotte Rampling ve Mènoty Cesar “Güneye Doğru” filminde... Brenda’yı canlandıran Amerikalı Karen Young, “Benim ülkemde değişmez çalışma planlarına, başka bir deyişle basmakalıp koşullara sıkı sıkıya bağlıyız. Kişisel ve profesyonel anlamda, bu önemli deneyim beni kesinlikle değiştirecek” diyor. “Güneye Doğru” vurucu öğeleri, durumları aktarıyor, ama bunları şaşılası bir yumuşaklıkta veriyor. Sinemada en zoru da bunu başarmak. Abanoz tenli, esnek bedenli Legba üç kadın arasında gidip geliyor. Koyu teni, diri heykelsi vücudu kadın kahramanların soluk teniyle tam bir karşıtlık yaratıyor. Senaryonun içerdiği çift görünüşlülükler, zıtlıklar, paracinsellik, çıplaklıktoplumsallık, gündüzgece, gençlikolgunluk, oyuncuların yüz anlamlarında ve davranışlarında beliriyor. Yaratıcı yönetmen Laurent Cantet’yse filmini şöyle açıklıyor: “Bu film bedenlerin ve ruhların dalgalanmasını anlatıyor. Bundan ötürü de aşırı sıcak ve göz kamaştırıcı ışık başat noktada. Yoksulluk ve şiddetin derinlemesine etkilediği R Young (Sopranos). Charlotte Rampling, fotoğrafçı Ellen’ı canlandırıyor. Ellen, genç bir siyahiyle Legba’yla zevkin başkaldıran yasalarını, kuralsızlığını keşfediyor. Abanoz tenli bu gence karşı sarsıcı, tedirgin edici bir tutku besliyor. Legba’da 23 yaşındaki Haitili öğrenci, amatör oyuncu Ménoty Cesar var. Cesar bu rolüyle 2005 Venedik Film Festivali’nde “Marcello Mastroianni En İyi Genç Oyuncu Ödülü”nü kazandı. “Laurent, dengesizlikleri yansıtmayı seviyor” diyor Charlotte Rampling. Cantet’nin profesyonel ve amatör oyuncuları birlikte oynatmaktan yana olduğunu belirtiyor: “Bu seçim filmin özüyle de örtüşüyor. Değişim, değişimin getirdiği zorluklar, sorunlar...” Sue’yu oynayan Kanadalı Louise Portal, Laurent Cantet’yi ticari sinemanın konformizminden kaçan, ona esir düşmeyen yaratıcı bir yönetmen olarak niteliyor: “Salt para kazanmak için film çeviren kadın oyunculara karşı bir önyargı taşımıyorum, ama bu uzlaşmanın bedellerini nasıl ödüyorlar, bunu da sormak gerek. Bu filmde çalışırken kendimle ilgili çok düşündüm. Son günlerde her yerde olduğu gibi sinemada da otuz beş yaşını bitiren kadın oyuncular için her şeyin artık sona erdiğini söylüyorlar. Bizim sette bu klişe laflara gülüp geçiyoruz”. sarsıyor”diyor. bu ortamda aynı anda bulunan o inanılmaz canlılığı yansıtmak bana çok çekici geldi. Ayrıca kadınsı isteklerin tam bir röntgenini çekmek istedim. Özellikle ellilerini süren kadınların cinsel arzuları, şaşırtıcı tutkuları sinemada çok az işlenmiştir.” 2005 Venedik Cinemavvenire Barış İçin Sinema Ödülü’ nü de kazanan “Güneye Doğru” 25. İstanbul Film Festivali’nin “Fransız Baharı” bölümünde 5 Nisan Çarşamba, 7 Nisan Cuma ve 14 Nisan Cuma günü izleyiciyle buluşuyor. CUMHURİYET 05 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear