25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 KAPAK 22ŞUBAT2004/SAYI93' FATİH AKIN Cem Dalaman Hakan Savaş Mican * Baştarafı 1. sayfada Otobüs filmi, Nuri Bilge Ceylan'ın sineması ve Serdar Akar'ın filmleri beni çok etkileyen örneklerdir. Türk sinemasının, özellikle de eski Yeşilçam sinemasının çok ilginç bir özelliği var. Bu filmlerde komedi ve dram yan yana. Bunu Alman sinemasında görmeniz mümkün değil. îşte ben de bu iki unsuru filmimde karıştırmak istedim. Mesela filmdeki kız isteme sahnesi tamamen bir komedi. "Solino"dan, îtalyan göçmenleri anlattığınız bir filmden sonra, Türkiye kökenlileri ele aldığınız birfilmçekmenizin nedeni Türk sinemasını keşfetmenizden mi kaynaklanıyor? Evet o da var. Türk sinemasının yanında îstanbul'u,Türkiye'yikeşfetmemindeetkileri var. Ancak ben bu filmi uzun zamandan beri yapmak istiyordum. Aslına bakarsanız biz Solino'yu mali sıkıntılar yüzünden az kalsın çekemiyorduk, hatta yapımcı şirketle önce "Duvara Karşı"yı çekmek istedik. îyi ki önce Solino'yu yapmışım çünkü Solino bize büyiık mali katkı sağladı, yani kısacası Solino olmasa "Duvara Karşı"yıçekemeyecektim. Filmde Birol Ünel'in canlandırdıği karakter size ne kadar yakın, kendinizi o karakterle özdeşleştiriy or musunuz ? Ben Birol'un yıllardırhayranıydım. Biliyorum, fanatik birşey. Nirvana'yı dinleyenler Kurt Cobain'e hayran olurlar. Hollywood'da da Mickey Rourke gibi oyuncular vardır hani serseri tipler. Ben de Birol'da eskiden hep kendimi gördüm. Belki çok ortak yönlerimiz vardı ama o örneğingeleneklerihiçesayıyordu. Hep düşünürdiim niye o bunu yapabiliyor da ben yapamıyorum diye. Bu yüzden hep ona ve yaşayış biçimine özendim. Onun yaşadığı şey aslında özgürlük. Gelenekleri ve âdetlerihic takmayan biryapısı vardı. Ancak biz Türkler pek öyle değiliz, bu kavram lardan kurtulamıyoruz. Ama buna rağmen filmin sonunda Birol'un canlandırdıği Cahit karakteri Mersin'e döniiyor, Türkiye'ye geri dönmesi oranın kurallannı kabul etmesi onun için bir yenilgi değil mi ? Tabii tabii orada onun için yeni bir hikâye başlıyor. Benim için" Duvara Karşı" baslangıcı ve sonu olmayan bir film. Karakterleri bir yolculuk yapar gibi 3 5 yıl takip ediyorsun, zaten filmin dramaturjisi de oradan geliyor. Film Cahit'in Türkiye'ye yerleşip geri dönemeyeceğini anlatmıyor. Film bundan sözetmiyor. Hapisten çıktıktan sonra Cahit sınırdışı da edilmiş olabilir ama benim amacımbunlarısöylemekdeğildi. Filmlerinizde hep bir Türkiye'ye yöneliş var? "Temmuz'da" da Türkiye'yle ilgisi olmayan iki kişi Hamburg'dan îstanbul'a doğru yola çıkıyorlar, ya da Duvara Karşı'da Cahit Hamburg'daki alternatif yaşamını bırakıp Mersin'e dönüyor, Almanya'da doğmuş büyümüş insanlar, mutluluğu Türkiye'de bulmaya çalışıyor. Bu biraz "hadi gel köyümüze geri dönelim" yaklaşımı değil mi ? Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. Bu bir his meselesi. Herkesin bir sehri vardır diye düşünüyorum. Hani "ben New York'u çok seviyorum" ya da "ben vakit buldukça Barselona'ya gidiyorum" derler ya. Benim de Istanbul'a karşı çok büyük bir ilgim var. Orası annemin babamın memleketi diye değil bu ilgi. Kent olarak çok ilginç bir yer Istanbul. Bilmiyorum, belki de ben Istanbul'u ve Türkiye'yi daha yeni yeni keşfediyorum. O zaman siz hep bu konularla, Almanya'daki yabancılarla ve Türklerle ilgili film yaptıkça sizi Almanya'da belli kalıpların içine sokmaya çalışmıyorlar mı ? Insanlar size "Fatih Akın hep Türk filmleri çekiyor" diye yaklaşmayacaklar mı ? Doğru. Ilk filmim "Kısa ve Acısız"da vardı bu. Bu klişeyaklaşımı Solino'da kırdım. îstesem farklı kon ularda filmler yapmaya devam da edebilirdim. Ama açım icabı ben bu yaklaşımlan artık takmıyorum. 30 yaşına girdim. Eskiden bu tür eleştirileredahafazlatakılıyordum.Şimdi artık öyle değil. Evlendim, rahatım, film şirketi kurdıım. Artık bu eleştirileri dıkkate almadan istediğimi yapabiliyorum. Bundan sonraki film mesela yine bambaşka bir konuda olacak. Hamburg'da benim Yunanlı pek çok arkadaşım var. Onlar üzerine bir Yunan lokantasındagecenbirhikâyeanlatacağım. Etraftan gelen eleştirileri çok dikkate alırsanız kendi özgür gelişiminizi de kösteklemiş olursunuz. Benim artık Ahmet Mehmet ne demiş ya da Hans mans ne eleştiri yapmış diye bir kaygım yok. Kendimi Alman eleştirmenlere beğendirmek değil amacım. Bu filmde diğer filmlerinizde olduğu gibi müziğin çok önemli bir rolü var. Hatta Haliç'teki fasıl ekibinin söylediği şarkılar filmi bölümlere ayırıyor. Neden ? Aslında ben opera yapmak isterdim. Ama çok zor bir şey. Filmde operalardan etkilendiğim sahneler de var. Müziği çok kullanmamın sebebi konuşmadan bir şeyler anlatmak, müzik bu noktada çok etkili Fatih Akın Altın Ayı sevincini yaşadı ve yaşattı... bir rol oynuyor. Belki de bir dünya dili olduğuiçin. Neden filmlerinizde Türk erkekleri kadınlara karşı bu kadar sert. Filmi izleyen pek çok kadın arkadasım "Türk erkekleri hakkında önyargı oluşturabilecek bir film" şeklinde yorum yaptılar. Öyle değil mi? Bence değil. Açıkçası ben bunu fazla düşünmedim. Sertler mi, sert değiller mi? Ben Türk erkekleri şu türlü ya da bu türlü diye bir genelleme zaten yapamam. Peki filmde bıyıklı, eli bıçaklı sert Türk erkeklerini göstermeniz Alman toplumundaki önyargıları güçlendirmiyormu? Beyoğlu öyle değil mi? Ben bu filmiru Beyoğlu sahnelerini orada yaşayan orayı* çok iyi tanıyan arkadaşlarımla çektim. Yazarken de çekerken de onlar hep yanım^ daydılar. Serdar Akar gibi insanlar yani.; önder var yeni sinemacılardan mesela.* Onlar bana bu sahnelerde yol gösterdiler.* Beyoğlu'nda barlar kapanınca bir kıza te'cavüz ediyorlar mesela filmde, kim böyle* şeyler olmuyor diyebilir ki. Bizim erkeklerimizde de bazı noktalara dikkat çekmekp gerekiyor. Mesela Türkiye'de damsız dis£ koya almazlar. Dünyanın daha neresinde" var böyle bir uygulama. Bence bunu bir düşünelim. Amerikan sinemasından çok etkilenmişbiryönetmenim,çocukluğumHollywood filmleriyle geçti diyorsunuz. Pek!> "Duvara KarşT'nın bu kadar şiddet dolu;" bir film olmasının da sebebi bu mu ? Ama filmdeki şiddetin karşıtı da var. Şiddet kadar canayakınlık da var filmde.^l Bunu Alman filmlerinde bulmanız mümr' kün değil. Sevgi işte bu. Benim filmlerimV ' ' Uluslararası jüri Fatıh Akın'a en büyük ödülü veren jüride bir dünya panoraması var r ^ j f l | £ Samira Makhmalbaf jF** " " J 24 yaşmdaki îranlı A* l**^^B y o n e t r n e n Ç°k sayıda ayı kazandı. Son dönemin en ilginç Alman fümlerine imzasını atu. Gabriele Salvatores (ttalya) 1992'de Mediterraneo I^S5CV| Majida Abdi (Eriyopya) ^ ^ j ^ M Jüride genç kuşağı temsil ^•M«M^ra Kanada'da büyüdü. WtJ^M uluslararası ödülü var. Hem politik hem de görsel anlamda cesur filmlere imza atu. Frances McDormand (ABD) "•• , &i^gf"' ^^^^|^^ ile yabancı fibı Oskar'ını kazandı. ,, , ı flv mk ediyor. Kenya ve ^ ^ ^ H ^ H Önde gelen bir film ve tiyatro yönetmeni. Dan Talbot (ABD) 40 yıldır Amerika'da Avrupa filmlerinin dağıumcılığını yapıyor. Fassbinder'i Amerikan * '*&"U sinema seyircisine o w^^^L tanıttı. ^MHI^H • ^ • • ^ H Jüri Başkanı. Bağımsız H P C 7 1 Hem yapımcı hem P \ J L 1 yönetmen. ^HKTf ^ J İ temsilcüerinden. ^Bt H smemanln Valeria Bruni Tedeschi (ttalya) Kendi neslinin en ünlü •M^^^H aktrisi. Nenette ve Boni ^^^^^H adlı film ile Locarno Wg ~^1 Film Festivali ödülü aldı. F ~ s. •^5/] |HL|H 1997'deFargoileOskar •B^^^Bİ aldı. Peter Rommel (Almanya) ^ ^ H H Yapımcı Peter Rommel I^Tjffl filmleriyle iki kez gümüş j L n t J B •B JSHflL Yaşamın içinden Fatih Akın Güner Yüreklik / Berlin F atih Akın aslında daha ilk filmiyle, Alman ya'daki ikinciüçüncü kuşak Türk gençliğinin temsilcisi olarak "geliyorum" demişti. Fatih Akın Almanya'daki on binlerce genç gibi sıradan bir yerden," normal" bir yaşamın içinden gelmiyor. Hamburg'un barları, gece kulüpleri, kahveleri, kumarhaneleri, kerhaneleri ile dolu yeraltı dünyasının ve Türklerin mekân edindiği bir muhitin ta içinde doğup büyümüş; şiddeti, sevgiyi ve nefreti daha çocuk yaşlarında öğrenmiş, yaşamın bütün zıdıklarını aşın uçlarda yaşayanları tanımıştı. Onun için yaşam "Sevgi, Ölüm ve Şeytan " dan ibarettir. Akın 'ın dört filminde de bu tılsımın açılımı olan "Seks, Özlem, Şidddet, Öfke, Tutku, Acı, Korku ve Kan " vardır. Bunları birleştirdiğinizde ise Fatih Akın'ın filmlerindeki özgürlüğüne düşkün, yaşama delice bağlı kahra manlan çıkar karşınıza. Bu tipleri Altona sokaklarında ya da Berlin'in Kreuzberg ilçesinde ve ikinciüçüncü kuşak Türk gençleri arasında bol miktarda bulabilirsiniz. Ailelelerinin Türkiye'den getirdiği ve sımsıkı sarıldığı tutucu gelenekler ile Alman çevrelerinde bir türlü tam uyum sağlayamadıkları mantalite ayrılığı ve dışlanma, onları hiçbir yere ait olamamanın öfkeli isyankârlığına sürükler. Kısacası iki kültür arasında yaşamanın yoğurduğu hem belli bir tükenmişlik hem de duygusal zenginlik vardır onlarda. Doludurlar ama susarlar genellikle. Ya da çılgmca işler yaparlar. Fatih Akın'ın bütün filmlerinde bu duyguları ve bu tür duyguların kahramanlarını bulmak olasıdır. O filmlerinde, kendisini ve çevresini, bizzat yaşadıklarınıanlatmıştır genellikle. Nitekim söyleşilerinde bunun böyle olduğunu, örneğin konusu yine Altona'dageçen "Kısa veAcısız"dacinayet dışm da kendi yaşadıklarını anlattığını söy ler. "Benim yaşadıklanmda sadece ölümcinayet yoktu" der. Gerçekten de Fatih Akın, kendisinin de yaşadıklarını basit bir dille ama olanca duyarlıLğı ile anlatır. Ancak onun en basit bir öyküsündebile "şiddet, kan, dehşet, sevgi, özlem, ihanet ve ölüm " vardır. Çünkü geldiği yerin gerçeği budur. Sokaklardan çıkartıp getirdiği gangster dra Temnıuz'da fîlmmdsır.jı • mıylaona"Altonalı Martin Scorsese " yakıştırma sıdayapıldı. " Türk yönetmen " olarak damgalamasına, böyle bir kalıba sokulmasına karşı çıkıyor ve bunun Alman toplumundan bir dışlama olduğunu öfkeylebağıra bağırahaykırıyor: "Silinbukalıpları, önyargıları artık kafanızdan" diyor. Aldığı ödülle iki ülkeyi birden mutlu etmenin güzel bir duygu olduğunu belirtiyor. "Nasyonalist" olmadığını, davranlşlarını belirleyen köklerin Türk kültüründe yattığını fakat Almanya'da Alman parasıyla film çevirdiğini, yani Almanyalı bir yönetmen olduğunu söylüyor Fatih Akın ve ayağa kalkıyor, işaret parmağını bu tür soruları yönelten Alman gazetecilerine gözlerinin içine sokarcasına şu donuk kelimeler dökülüyor iri dudaklarının arasından: "Sizkabuletsenizdeetmeseniz de biz Almanız, ben bir Alman yönetmenim. Alışın artık buna." "Biz Almanız" diyorama, "eğerCSU GenelBaşkanıStoiberTürkiye'ninAB'yegirmesine karşıysa bana da karşı demektir. O zaman ben de bir Alman yönetmen olarak Avrupa Film Ödülünü almaya gitmeye ceğim" diyebilecek kadar da Türkiye'den yana çıkabiliyor. îyi tanımadığı Türkiye'de en az bir yıl yaşamak ve tam anlamıyla bir Türk filmi çekmek istiyor. Fatıh Akın doğma büyüme Almanyalı, ama sanki," Mem leket nedir ? " sorusuna da yanıt aramaktadır. Ama aramanın boşuna olduğunu da bilmektedir. Çünkü ikinciüçüncü kuşak Türk gençleri için memleket Almanya'dır. îşte bütün bu çelişkileri görmek olası onun filmlerinde. Fatih Akın "Duvara Karşı"nın " Aşk, Ölüm ve Şeytan" ismini verdiği üçlemenin ilk filmi oldu ğunu.ikincisininçekimlerineyakındabaşlayacağını söylüyor. Alman katkısı olmadan kendi parasıyla, belki Hollywood ortak yapımıyla, îngilizce çekmek istiyor. 2001 'in dünyayı "kötü Orient ile iyi Okzident" şeklinde ikiye böldüğünü, bunun kendisini kızdırdığını söylüyor. Uçlemesindeki Şeytan'ı filminde irdelemek istiyor. "Sakın, insanlığı Tanrı'nın tutsaklığından kurtarmak isteyen Che Guevara aslında bir şeytan olmasın?" diyor şeytanca gülümseyerek. Fatih Akın Altın Ayı ödülü alan "Duvara Karşı"nm yaşamının en iyi filmi olmasını hiç istemiyor ve " daha yolun başındayım" diyor... •
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear