22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

AYŞE DÜNDAR’DAN ‘GÖKBİLİMCİNİN SALYANGOZU’ Çılgınlığa hazır bir dünya Daha ilk kitabıyla kendine özgü bir dil yaratıyor Ayşe Dündar. Hayranı olduğu Marquez’i, Woolf’u, Dostoyevski’yi, Sait Faik’i ve daha nicelerini bir simyacı gibi bir potada eritiyor. AKGÜN AKOVA G enç bir kadın Eczacılık Fakültesi’nin laboratuvarında, kahverengi renkli şişelerden aldığı ilaç hammaddelerini birbirine karıştırıyor. Büyüleyici bir şey onun için bir maddeyi ötekiyle birleştirip ilaç elde etmek. Kendi eczanesini açtıktan sonra yıllar boyu şifa dağıtıyor. Kendini bilime adamış bir Marie Curie vakası ile mi karşı karşıyayız diye düşünüyor insan. Ama kadın bir gün bir başka yol açıyor kendine, harflerden bir yol. Öyküler yazmaya başlıyor. Yazmak zorlu bir karışım, düşlerle gerçekleri iç içe geçirmek gerek. Bu yolu tırnaklarıyla kaza kaza ilerliyor insan. Ama Ayşe Dündar inatçı, rüzgârların yaralarını sayfalarla sarmaya çalışan bir gökyüzü hemşiresi olmaya kararlı. “Macar Çocuktan Mektup” adlı öyküsüyle, 2019 Fakir Baykurt ödüllerinin “Yayınlanmamış Öykü” da lında birinciliği kazanıyor. Ardından kimyasal tozlarının, ecza kokularının arasından göz alıcı bir parlamayla Gökbilimcinin Salyangozu adlı kitabı doğuyor. Daha ilk kitabıyla kendine özgü bir dil yaratıyor Ayşe Dündar. Hayranı olduğu Marquez’i, Woolf’u, Dostoyevski’yi, Sait Faik’i ve daha nicelerini bir simyacı gibi bir potada eritiyor. Johannes Kepler ile bu büyük gökbilimciye evren matematiği konusunda ipucu veren salyangoz Juniper’i bir bahçede buluşturuyor. Kapadokya kar altında kirli bir çamaşır gibi buruşmuş uyurken Fikret Otyam’a yağız bir at resmettiriyor. Sabahattin Ali’nin ölümünü bir köpek sürüsüyle anlatıyor ki okuyunca dağın taşın titrediğini hissediyorsunuz. İstanbul’a giden bir otobüste mavi bir şövalye varsa, dünya ahret kardeşliği bir kız sarsıyorsa, birkaç hayal kırıntısıyla sakinleşen bir adam mahallede masum bir tabiat olayı yaratıyorsa, Nâzım Hikmet’in cebine bir çocuk gizlice bir mektup bırakıyorsa marifet yazarın ustalığında. Birbirin den farklı renklerde öyküleri yan yana getirebilmek onun başarısı. Dündar’ın, sıradan insanların gündelik hayatını anlatırken bile ironi dolu büyüleyici bir söz evreni ortaya çıkarıyor olması da etkileyici. HELE YARATTIĞI KAHRAMANLAR... “Mutfaklarında kavruk alüminyum tencerelerini kaçak elektrikle kaynatmaya çalışan annelerin çoğunlukta olduğu bir mahallede, düşlerinde saniyeleri akıl almayan kerelerce kesebilen kesiciler tasarlayan, kaynayan evren çorbasının dipsiz kazanını kimin karıştırdığını” soran bir Evren Temizlikçisi… “Taksim’den Tarlabaşı’na doğru yaralı solucanlar gibi kıvrılarak yokuş aşağı inen ve ikiz kardeşler gibi birbirinden ayırt edilemeyen” sokakların birinde yaşamaya çalışan Hacer Hanım’ın izmarit toplayan oğlu Sabahattin… “Her yağmur öncesi, sağ baldırında, kalçasının hemen altındaki yarası sızlayan” Bisera ve “teni çoğu zaman çürümüş yaprak, bazen de tırnaklarını dibine daldırdığı, Üsküp’ün kestaneye çalan toprağı gibi kokan” büyükannesi Stara Mayka… Hepsi gerçeğin çılgınlık yapmaya hazır oldu ğu bir dünyanın üzerinde geziniyor. Unutulacak bir kitap değil Gökbilimcinin Salyangozu. En iyisi “Kanat” adlı Ayşe Dündar öyküsündeki bahar betimlemesiyle bitirelim bu yazıyı: “Güneş, kış boyu soğuktan ışığı çekilmeye yüz tutmuş titrek dudaklarını sınıfımızın camına dayadığında, dünyanın doğusunda bir yerlerden büyük bir kervan çıkardı yola. Aralarında her türden bitkinin, meyvenin, rüzgârın, yağmurun, tırtılın, kelebeğin, kuşun, sineğin kısacası büyüklü küçüklü her cinsten hayvanın da bulunduğu ucu bucağı görünmeyen bu kervanın başında, elinde kavalı, ince uzun, filiz gibi tazecik ve yeşil bakışlı bir oğlan yürürdü. Eteklerine sürünerek geçtiği dağlarda uyuyakalmış kar tepelerinin donuk iskeletlerini çatırdatarak koca dağı yeniden hayata buyur eden ezgiler salardı ortalığa. Bu ezgilerle toprak ısınır, su kaynaşır, rüzgâr hızını keserdi. Biz, bahar derdik ona!” n Gökbilimcinin Salyangozu / Ayşe Dündar / Yitik Ülke Yay. / 135 s. / 2019. SİTEM ATEŞ’TEN ‘GÖLGELERİN AĞIRLIĞI’ Gölgelerin devredilen hikâyeleri Metaforların ve bağlamların çözüldüğü düğümlerden oluşan Gölgenin Ağırlığı tarihsel, politik nitelik taşıyan, hem belgesel hem de biyografik bir dönem romanı. ONUR BÜTÜN S item Ateş’in ikinci romanı Gölgenin Ağırlığı, bir denizci beyi olan Mecit Kaptan’ın [Kürt Mecit] hikâyesine odaklanıyor. Ailesini, yaşadığı coğrafyayı ve kültürünü kaybetmiş küçük bir kız çocuğunun Mecit Kaptan ile masalsı buluşması gerçekçi bir üslupla anlatılıyor. Ateş, “kurmaca olmayan kurmaca roman” biçiminde de adlandırılan, katmanlılığın ve gerçekliğin kurmaca ile birleştirildiği türdeki romanında; metindeki güçlü kadınların (Narin, Zeynep ve anlatıcı genç kadın) Mecit Kaptan’ın gölgesinin ağırlığı üzerine yürüttükleri soruşturmada; masalsı, ezoterik bir aktarım sürecini yapılandırıyor. Tarihin bir döneminde çöl de yaşadığını ve tüm ailesinden koparıldığını anımsayan kız çocuğu; savaşları, göçleri, kıyımları yaşayan Narin ve Mecit Kaptan’la birbirine benzeyen bir dip akıntısının içinden çıkmaya çalışıyor. GERÇEKÇİ PASAJLAR VE RÜYA KATMANLARI Gerçekçi pasajların (Cumhuriyetin kuruluş dönemi gibi) bulunduğu; mavnacılık, İnebolu’nun Kurtuluş Savaşı sırasındaki yeri gibi vurguların yanı sıra roman; mistik ve hayal ettiklerimizi metafizik olarak esnetebilen bir edebi yapıya sahip. Cumhuriyet dönemi ve sonrasının, denizcilik sektöründe görülen üretim tarzı de ğişikliğinden kentleşmeye, esnaf dayanışmasından 67 Eylül etnik şiddet hareketlerinde azınlıklara sahip çıkan Mecit Kaptan’a kadar pek çok konuyu işlerken, politik yapı üzerine girişilen çaba çok başarılı. Romandaki rüya katmanlarına gelince; anlatıcı genç kadının gördüğü bir rüya ve ardından gelen bağlantılı rüyalar, metnin yürüyüşünü, çözülüşünü belirleyen ana unsurlardan biri. Mecit Kaptan’la son rüyasında yaptığı konuşma, anlatıcının katlanmakta zorlandığı tüm gerçekliği anlamlandırmasına neden olacaktır. Psikanaliz ve edebiyat ilişkisinin de temsili olan Gölgenin Ağırlığı, şu pasajındaki düşünceyle de bakışımlı: “Rüyalar da çün kü, ayık/uyanık olduğumuzda gerçeklik’e/ somut’a katlanamayanlar için değildir; daha ziyade, gerçeklik’in kendisi rüyalarına katlanamayanlar içindir. Demek ki, rüyalarımız oldukça, rüyalarımızı taşıma cesareti gösterdikçe, bu kahramanca ısrarı sürdürdükçe öğreneceğiz umut etmeyi.” Sitem Ateş’in Gölgenin Ağırlığı, bu bağlamda umuda cesaret etmiş ve okura bir davet gerçekleştirmiş. Davete icabet etmek isteyenler için... n Gölgelerin Ağırlığı / Sitem Ateş / Turkuvaz Kitap / 317 s. / 2019. 6 23 Ocak 2020
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear