26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

YITIRDIĞIMIZ UMBERTO ECO’NUN BILIM VE EDEBIYATINA GÖZ ATARKEN Savaşla değil kültürle Umberto Eco, Donatello’nun “Davud”undan da plastik bahçe mobilyalarından da aynı ciddiyetle söz açabiliyor bütün dünyanın bir işaretler ağına dönüştüğü günümüzde, her şeyin yoruma açık olduğunu söylüyordu. Ona göre kültürün marjinal göstergeleri ve dışavurumları küçümsenmemeliydi. “Y azılarında, Ortaçağ estetiğinden göstergebilime, yorumbilime, medya ve kültür üstüne incelemelere Peter Pan’ın rahatlığı ve oyunbazlığıyla uçtu, ardından bir gazetedeki köşe yazılarına olanca edebi gücüyle daldıktan sonra dünyayı kasıp kavuran göz kamaştırıcı parlaklıktaki bir romana süzüldü.” Columbia Üniversitesi’nden Hamid Dabashi’nin bu sözleri, Umberto Eco’nun bilimden edebiyata uzanan kültür insanlığını ne kadar hoş bir sevecenlikle özetliyor. Yine de Eco’yu yitirişimizin üstünden kısa da olsa bir süre geçmişken onun “yaşamı, bilimi ve sanatı”na bir göz atmakta yarar var. Umberto Eco, 5 Ocak 1932 günü, İtalya’nın kuzeybatısındaki Piemonte bölgesinin küçük kentlerinden Alessandria’da dünyaya geldi. On üç çocuklu bir aileden gelen babası yerel bir fabrikada muhasebecilik yapıyordu. GELECEĞİ SORGULAYAN ECO Eco, 1954 yılında Torino Üniversitesi’nde Ortaçağ felsefesi ve edebiyatı üstüne doktorasını tamamladıktan sonra Radiotelevisione Italiana’da (RAI) kültür programlarının yayın yönetmenliğini yapmaya başladı. Ayrıca, 19561964 arasında Torino Üniversitesi’nde, daha sonra Floransa ve Milano’da ders verdi. 1959’da Milano’nun ünlü yayınevi Bompiani’nin edebiyat dışı yayınlarının baş editörlüğüne getirildi. Bu görevini 1975 yılına kadar sürdürecekti. Öncü yazarlar, müzikçiler ve sanatçılarla yakın dostluklar kurduğu Milano’da, hepsi de sıradan okur ve dinleyici için çeşitli “zorluklar” içeren, James Joyce’un romanlarındaki deneysel dil kullanımı ve yeni anlatım tekniklerine, Stockhausen’in elektronik müziğine ve Mallarmé’nin simgeci dizelerine büyük bir yakınlık duydu. 1963 Güzü’nde, sanatta “tutuculuğu” reddeden Grup 63’ün kuruluşuna katıldı. Estetik alanındaki ilk araştırma ve incelemelerinin ürünü “Açık Yapıt” 1962’de yayımlandı ve çok geçmeden alanının klasikleri arasına girdi. Eco, bu kitabında, çoğu modern müzik yapıtında, simgeci şiirde ve Kafka ya da Joyce’un romanlarında olduğu gibi anlatı düzeninin bilinçli biçimde bozulduğu edebiyat yapıtlarında mesajların temelde belirsiz olduğunu, okur ya da dinleyicinin, yorum ve yaratma sürecine daha etkin biçimde katılmaya çağrıldığını öne sürüyordu. 1971’de Avrupa’nın en eski üniversitesi Bologna Üniversitesi’nin göstergebilim profesörlüğüne getirilen Eco, sonraki çalışmalarında da öteki iletişim ve göstergebilim alanlarını araştırmaya yönelecek, her ikisini de İngilizce kaleme aldığı “Bir Göstergebilim Kuramı” (1976) ve “Göstergebilim ve Dil Felsefesi” (1984) adlı yapıtları çığır açıcı nitelikler taşıyacaktı. İtalya’nın “tartışmasız gastroerotik kalbi” olan Bologna’nın benzersiz yemekleri ve Ortaçağ’dan kalma sokaklarının tadını çıkaran Eco’nun, göstergebilimcilerin akın ettikleri derslerinde, pek çok seçkin yapıtın yanı sıra James Bond romanları, “Mad” gibi çizgi roman dergileri ve Marilyn Monroe fotoğrafları da masaya yatırılıyordu. Donatello’nun “Davud”undan da plastik bahçe mobilyalarından da aynı ciddiyetle söz açabiliyordu Eco. Bütün dünyanın bir işaretler ağına dönüştüğü günümüzde her şeyin yoruma açık olduğunu söylüyordu. Kültürün marjinal gösterge ve dışavurumları küçümsenmemeliydi: 19. yüzyılda Telemann Bach’tan çok daha büyük bir besteci olarak kabul ediliyordu; aynı şekilde, 2000’lerde CocaCola reklamları Picasso’dan daha fazla önemsenebilirdi. “Ve kim bilir” diye ekliyordu gülümseyerek “bir gün Harold Robbins’in çoksatan romanlarını ‘Gülün Adı’ndan daha fazla önemseyebiliriz.” Evet, Eco’nun 1980’de yayımlandıktan sonra otuzdan fazla dile çevrilen, on milyondan fazla satan romanı “Gülün Adı”, Marquez’in “Yüz Yıllık Yalnızlık”ından sonra en büyük başa rıya ulaşmıştı. Bu düşlemsel roman, görünüşte, 14. yüzyılda, bir İtalyan manastırındaki cinayet öyküsünü anlatıyordu. Oysa roman, özünde, Tanrıbilim, felsefe, bilim ve tarih açılarından “gerçek”in bir sorgulanmasından başka bir şey değildi. TÜRKİYE’DEN BİR ECO ÇIKAR MI? Eco’nun sonraki romanı “Foucault Sarkacı” da (1989), 14. yüzyılda Templier tarikatının çözülmesinden başlayarak dünya çapında tasarlanmış hayali bir entrikayı konu alan ama entrika ile “gerçek”in iç içe geçtiği bir gerilim romanı olacaktı. 2012’de, La Stampa’dan Gianni Riotta’yla bir söyleşisinde, “Unutmamalıyız ki” diyordu, “bizim [Avrupalı] kimliğimizi güçlendiren pekiştiren, savaş değil kültürdür. Fransızlar, İtalyanlar, Almanlar, İspanyollar ve İngilizler yüzyıllar boyunca birbirlerini öldürdüler. Bugün, yetmiş yıldır barış içinde yaşıyoruz ve bunun ne kadar şaşırtıcı olduğunu artık hiç kimse fark etmiyor. Bugün İspanya ile Fransa ya da İtalya ile Almanya arasında bir savaş fikri karşısında sadece gülüyoruz.” Bugünlerde, kimileri, Türkiye’den neden bir Eco’nun çıkmadığını konuşuyor. Sorun, Türkiye’den bir Eco’nun çıkıp çıkmaması mı, yoksa çok uzun yıllardır, yalnızca AKP hükümetlerinin değil, gelmiş geçmiş pek çok hükümetin ülkenin neredeyse en önemsiz sorunu olarak gördüğü kültüre bütçeden en az payı ayırmış olması mı? Bugün, Türkiye’nin yaptıklarından söz edebileceğimiz bir kültür bakanı bile yok. Belki de Eco’nun yazdığı ve söylediği her şey, önünde sonunda, Türkiye’nin pek çok kimlikten oluşan ortak kimliğinin savaşla değil kültürle güçlenip pekişeceğini hatırlatıyor. n ECO’DAN SÖZÜ ÖZÜ “İki şey uyuşmuyorsa, ama siz bir yerde onları bağlayan gizli bir üçüncü şey olduğunu sanarak ikisine de inanıyorsanız, buna safdillik derler.” “Çeviri, başarısızlık sanatıdır.” “Sonunda tüm dünyanın bir muamma, zararsız bir muamma olduğuna inandım; zararsız, ama sanki altında bir gerçek yatıyormuşçasına, onu yorumlamak için verdiğimiz çılgınca uğraşlarla korkunçlaşan bir muamma.” “Bence, edebiyatın gücü, bir metnin hiçbir zaman tümüyle tüketilmeksizin durmadan farklı okumalar üretebilmesindedir.” “Gerçek, güzel olduğu kadar alçakgönüllü bir genç kızdır; onun için her zaman örtünür.” “İnsanlığı çok sevenlerin görevi, belki de, insanların gerçeğe gülmelerini, gerçeğin gülmesini sağlamaktır, çünkü biricik gerçek kendimizi gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kurtarmayı öğrenmemizdedir.” “İnsanlar Tanrı’ya inanmaktan vazgeçtikleri zaman, bu artık hiçbir şeye inanmadıkları anlamına gelmez, her şeye inandıkları anlamına gelir.” “Gerçek kahraman her zaman yanlışlıkla kahraman olur; o da herkes gibi hep dürüst bir korkak olmayı hayal etmiştir.” “Kitap narin bir yaratıktır; zaman tarafından aşındırılır, kemirgenlerin, hava koşullarının, hoyrat ellerin korkusuyla yaşar. Onun için, kütüphaneci kitapları yalnızca insanlığa karşı değil doğaya karşı da korur ve yaşamını unutuluşun güçlerine karşı verdiği bu savaşa adar.” “Korkutucu bir insana, hiçbir şey bir başkasının korkusundan daha büyük bir cesaret veremez.” “Bir şair ya da vaiz, kabile reisi ya da büyücü ne zaman bir cevher yumurtlasa, insanlar yüzyıllar boyunca mesajı çözmeye uğraşırlar.” “Öğrenmek, yalnızca ne yapmamız gerektiğini ya da ne yapabileceğimizi bilmek değildir, aynı zamanda ne yapabilirdik ve ne yapmamamız gerekirdi, onu bilmektir.” “Ölümsüz Ün’e erişebilmeniz için her şeyden önce kozmik bir utanmazlığa sahip olmanız gerekir.” “Yalnızlık, bir tür özgürlüktür.” “Yazar, yazacağını bitirir bitirmez ölmelidir; metnin yoluna çıkmasın diye.” “Zaman, kekeleyen bir sonsuzluktur.” (Sözün Özü: Eski Çağlardan Günümüze Ünlü Yazarlar ve Düşünürlerden Özlü Sözler, Derleyen ve Çeviren: Celal Üster, Can Yayınları, 2010.) 6 3 Mart 2016 KITAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear