26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

“Hece”ci kadın yazarların öykü kadınları... “Kadın öykücü” denildiğinde, özce iki ayırıcı yan öne çıkıyor. Bir: bu öbeğe girenler kadın; iki, yazar ama ille öykü yazarı… Bunun dışındaki yanlar yani kişinin dünyaya bakışı, siyasal duruşu, ahlaksal tutumu, dinsel inancı, kişisel davranışı vb. yansıtımlar birer ilinek yalnızca… H üseyin Su’dan rica etmiştim, Hece öykü dergisi çevresindeki kadın yazarların verimleyip de Hece’nin yayımladığı öykü kitaplarını. O sıra dergiden ayrılmamıştı henüz Su. Beş kadın öykücünün kitaplarını ulaştırdı bana. Mihriban İnan Karatepe, Merve Koçak Kurt, Emine Batar, Handan Acar Yıldız, Zeynep Hicret. Hece, İslami geleneği içselleştirme eğilimi sergilerken sanattaki gereksinirlikleri savsaklamadığı izlenimi bırakan bir dergi. Bu kavrayışın ardılı yazarların verimleri de öykücülüğümüz içinde yer alacak o zaman. Öyle ya her öykü yazarı, kendi kaleme getirdiklerinde dünya görüşü doğrultusunda evrenler kurabilir, bundan kuşku duyulabilir mi? Ne var ki hangi inancın, düşüncenin, siyasanın ardılı olursa olsun bir yazar, öykü evreninde, o en genel hayatın bütün yaşamı kucaklayan karmaşasına benzer kuşatmayı, bu kuşatma karşısında bireyin yaşadığı çatışmayı yansıtmak zorunda yine de. Bunu yapmaz da dünya görüşünü dayatmaya kalkarsa eğer, enikonu bir şablonlaşma ortaya çıkacak; kurduğu karton evrende çizgisel kişiler, tiplerle uçamayan kuş benzeri bir anlatı kuracaktır yazar kaçınılmaz olarak. Oysa adına yazar diyeceğimiz kişi, katil, hırsız, dolandırıcı, alkolik, mütecaviz, dinli, dinsiz, tanrıtanımaz, eşcinsel, fahişe, muhabbet tellalı, terörist, şu bu olabilir; bunlar, kişinin öykücülüğünde belirleyen değildir yine de! O halde alanda kabullenilmiş öykücü kimliğine sahip bir kadın varlık olmak, “kadın öykücü” sayılmanın biricik ölçütü. Bu çerçevede andığım beş kadın yazarın öykülerinden kalkarak Hece çevresi kadın öykücüleri üzerine kimi saptamalar getirebiliriz sanırım kabaca. MİHRİBAN İNAN KARATEPE Mihriban İnan Karatepe (d.1972), ilk öykü kitabı Kadife Durağı’nın (2001; Hece, 2013) ardından iki öykü kitabı daha sunuyor okura: Hacıyatmaz (2008), Aramızda (2012). Öykülerinde ustalıklı geçişler, düzeyli soyutlayımlar eşliğinde düzayak bir anlatımdan enikonu kurtulup yetkinleşmiş bir dille anlamlandırmanın zenginliğine, çoksesliliğine ulaşmayı başardığı söylenebilir görece yazarın. On beş yıl önce nahif bir çizgide ilerleyen ilk öykü kitabıyla, öykücülüğü üzerine düzeyli örnek sergilerken Mihriban İnan Karatepe, “[k]orkusuz kadınlar”a (10) açtığı yerle dikkati çekiyordu. Zaten bu kahramanlar, çocukluklarından itibaren adeta “çılgınca ve çaresiz sevecek(leri bir) hayat”a (26) koşullanmışlardır bir bakıma. Ne ki yazarın, sonradan, evrenleri gerektirmediği halde kimi öykülerinde bir ölçüde çizgiselleşen karakterleri öne çıkararak zaman zaman yükseklik yitirdiği de görülmüyor değil. MERVE KOÇAK KURT Bir ilk öykü kitabı da Merve Koçak Kurt’tan (d. 1976): Ellerin Mavi Kelebek (2014). Yıllar önce Memet Fuat’ın, anlam yoğunluğu ya da derinlik sağlamak amacıyla kimi yazarların sıklıkla kullandığı ayraç ya da bölü (taksim) imlerinin, kullanıcı beklentisi yönünde işe yarayıp yaramadığını sorgulayan yazısını anımsadım Merve’nin öykülerini okurken. Gerçekten de Merve Koçak Kurt, sözcüklerle oynamayı seven bir yazar. Ancak tutumunun yazınsal açıdan yararlı olup olmadığının sağlamasını da yapabilmeli insan. Soyutlayımıyla, sıçramalarıyla, yer yer dikkat çekici dönüştürümleriyle zaten okuma lezzeti sunabiliyorken niye kendisini baltalamayı göze alıyor? Neden buna gönül indiriyor? Bu tutumu, şairaneliğe de sürüklüyor ayrıca yazarı. Böyle olduğunda öyküdeki, o albenili çağıltı da dağılıp gidiyor ne yazık ki. EMİNE BATAR Emine Batar’ı (d.1977) ilk öykü kitabı Uzayan Gölgeler’le (2014) tanımış oldum. Yazarın yenilerde yayımlanan ikinci öykü kitabı Düğün Daveti’ni (Şule, 2015) okumuş değilim. Ancak söz konusu ilk kitabında bile dikkat çekici yükseklik sergilediği ortada yazarın. Öykülerini duygu halkalarıyla genişleterek kuran Emine Batar, bir yabancılaşma yazarı olduğu izlenimi bırakıyor bir çalım. Bu doğrultuda kasabaların kavruk, yalnız, çıkışsız, yabancılaşmış öykü kişilerinin, birbirlerinin dünyalarından kopuk, neredeyse kendilerini bile anlayamayan bir görüntü vererek öykü evrenlerinde gezindiği oluyor. Kadın karakterlerin yalnız, mutsuz, aşksız dünyalarını da geniş bir yelpazede ele alıyor ayrıca yazar. “[B]aba baskısı” yaşayan kadınlardır bunların kimisi. Bunu anımsayan öykü kişisi şöyle düşünecektir bir öyküde: “Gözümüz açılmadı ki aşkı görelim.” (42) Bu veriler üzerine gelişmiş dilanlatı bilinci de vurgulanmalı ayrıca yazarın. HANDAN ACAR YILDIZ Handan Acar Yıldız’ın (d. 1979) ilk öykü kitabı Cam Koridor’u (2011) okumuş değilim. Ancak okuduğum ikinci öykü kitabı Ağır Boşluk (2014), bu başlık altında, buna uygun dolulukta toplanmış yüksek soyutlayımlı öykülerle göz doldurmayı başarıyor bana göre. Kadın karakterlerin görülemeyişine yönelik, satır arası suskunluklarla örülü bu içli, hüzünlü öykülerde sessiz ama o parıltılı yanışı görmemek olanaksız, üstelik “[h]er yer tavaya yapışmış kadın kokuyor(ken)” (15). Nitekim “Hi(YER)arşi”, “Askerlik Arkadaşım Ayşegül’e Mektup” vb. anlatılar, söylemi denli biçemselliğiyle de güç kazanmış öykü örnekleri olarak alınabilir pekâlâ. Bu çerçevede, “[g]elinlerin konuşması için çok eskimeleri gerek(ecekt)ir.” (43) Zaten kadınlar toplumca dışlanan birer “kambur”dur adeta. Ama onlar, yine de, “sofra kurmak yerine kurulu bir sofranın örtüsünü hızla çekme potansiyeli taşıyan kadınlar”dır (71, 70). Gerçekten de Handan Acar Yıldız, sözcük seçimindeki özeni, tok duruşlu doygun anlatımı, boşluğun ağırlığına dönük vurgusu ile bireyin, özellikle kadın varlığın, içinde debelendiği toplumsal acımasızlığı işleyerek öykücülüğümüzde kendine yer edinmeyi başarıyor kanımca. ZEYNEP HİCRET Zeynep Hicret’i de (d. 1981), ilk öykü kitabıyla tanıyoruz: Kırmızının Çağrısı (2013). “Ev ahalisi(nin)” “canavarlar gibi mutfağa dal(dığı)” (7) evreniyle genç yazarın bu kıpır kıpır öykü dünyasından içeri adım atıyoruz. “Göbekleri sarkmış koca memeli kadınlar” (14), ana Tanrıça soyundan mı gelmişlerdir, “[i]ki göğsü de yok” olanlar hayatın neşterini böyle” mi (49) yemişlerdir, bilemeyiz artık. Ama bunca hızlı, kıvrak anlatımına karşın Hicret’in öykülerindeki yoksul insanların bu içli, hüzünlü dünyalarından sızan karamsar hava yine de sarsıyor insanı ister istemez. Cıva gibi yerinde duramayan bir anlatımın ardına takılıyor okur, yer yer bir İstanbul öykücüsü olarak da alınabilecek Zeynep Hicret’i okurken. İşte size beş kadın yazar. Bu örneklerden hareketle Hece çevresi kadın öykücülerinin verimlerine bakıp şöylesi notlar almak olanaklı geliyor bana: 1. Kadın yazarlar genelde kapanık öykü evrenleri kuruyor; 2. Öykü kadınları ile öteki kişiler genelde acılı, ötesinde umut beslemekte güçlük çeken karakterlerden oluşuyor; 3. Kapanık evren ile acılı, umudu kırık kişiler öykülerden ister istemez karamsar bir hava yayılmasına yol açıyor. Sonuçta bu yazarların düşünceleri değil, öyküleri ilgilendirmeli bizi. Nitekim yüreklere dokunan öyküleriyle kendilerini gösterirken başarılarıyla da öne çıkıyor andığım kadın yazarlar. Her türlü savaşın, şiddetin, tacizin, sömürünün yaşandığı şu dünyada öykülerimiz de sağlamayacaksa barışı, kardeşliği işimiz zor, hem de çok zor demektir! Evet, kimlikleri, görüşleri, düşünüşleri, inançları ne olursa olsun bunlar hep bizim kadınlarımız, öyküleriyle birlikte. Öyleyse 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ya da düpedüz Dünya Kadınlar Günü, şimdiden kutlu olsun efendim. n 18 3 Mart 2016 KITAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear