26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

BİRHAN KESKİN’DEN “FAKİR KENE” ‘O ağaçlar bizim kardeşimiz!’ “Fakir Kene”, gövdesi geniş, reçinesi yoğun ağaçlarla kaplı kadim bir ormanın içinden metropole, ölüme, yoksulluğa, isyana, aşka, ayrılığa ve en temelinde betonların arasından görebildiği kadar insana bakıyor. Kitaptaki dizeler, yeryüzündeki tüm kaygıları omuzlarında hisseden bir şairin, dünyayı algılayışını yansıtıyor. Keskin’le kitabını konuştuk. SERAP ÇAKIR P roust kitaplarını 50 yaşımdan sonraya bıraktım diyordunuz? Başladınız mı? n Başlayamadım maalesef. Okumakla ilgili bazı problemlerim var son yıllarda. Bunu kırabilirsem okuyacağım. n Şiirlerinizin en az iki dizesini internette pek çok yerde bulabilirsiniz. Kimi size hayranlığından koyuyor kimiyse sevdiği insan için ve bazıları da acıdan. Bir tür yağmalık durumu var aslında o mecrada. Bu sizi rahatsız ediyor mu? n Şiirlerimiz eninde sonunda okur için yazılıyor. Yayılmasının benim için bir sakıncası yok. Ama birkaç şeye dikkat edilmesinde fayda var: Birincisi, bir şiirin tamamını zaten yayınlamamalısınız. İkincisi, bazen benim dizelerimle onu yazanın cümleleri iç içe geçiyor ve ortaya karışık bir şey çıkıyor, hoş olmuyor. Üçüncüsü, benim hiç yazmadığım bazı şeyler, benim adımla yayınlanıyor. Bundan memnun değilim tabii. “FAKİR KENE TOPLUMSAL DOKU ÇALIŞMASI OLARAK OKUNABİLİR” n Bundan altı yıl önce çıkan Soğuk Kazı’yı, soğumakatılaşma kitabı olarak nitelendirmiştiniz özetle. Fakir Kene için en başta ne söylersiniz? n Her kitabın kendine özgü koşulları var. Fakir Kene için söyleyebileceğim ilk şey, bu kitap bir toplumsal doku çalışması olarak okunabilir. İçinden geçtiğimiz, çok da kolay olmayan bu altı yıl içinde biriken pek çok meseleye bakan şiirlerle örüldü. Bazı şiirlerin “kahramanları” var. n Y’ol, Soğuk Kazı ve diğer kitaplarda ,kişisel tarihinizin izlerini rahatlıkla sürebiliyorduk. Fakir Kene, kişiselliğin ötesine geçmiş ve sizi toplumcu bir bakış açısından dünyaya bakmaya yöneltmiş. Siyasal atmosferi göz önüne alırsak buna kendinizi zorunlu mu hissettiniz, yoksa içinizden akıp geçen duyumsayışlar mı? n Türkiye’nin toplumsal dokusunun benim şahit olduğum kadarıyla hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak kadar sertleştiğini, ayrıştığını, kavgalı hale geldiğini ve getirildiğini gördük, daha da göreceğiz gibi. Şartlar bu kadar ağırlaştığında, “dışarısı” ile “içerisi” bir oluyor. Kaldı ki zaten böyle bir kitabın geleceğinin ipucu da vardı aslında. Soğuk Kazı’nın ikinci bölümünde başlamıştı bu. n Şiiriniz altı yılda çok enteresan bir yol almış. Beni şaşırtmadığını söylersem yalan olur. Soğuk Kazı, kişisel bir tarihse Fakir Kene, toplumsal belleğin izleriyle dolu. Ali İsmail’e selam ediyorsunuz, katledilen kadınları anıyorsunuz, ağaç kesen katilleri yeriyorsunuz. Şiiriniz, öncekilere oranla daha fazla siyasetle iç içe. Bu çok daha yorucu ve sarsıcı değil mi sizin için? n Çünkü ben de hepimiz gibi bu ülkenin bir insanıyım ve hepimizi yoran şeyler beni de yoruyor. Herkesle birlikte ben de bu sarsıntılardan payımı aldım, alıyoruz. Bu kitap da bu şiirler yoluyla bu yaşananları kayıt altına alıyor. Zor mu evet zor, yorucu mu evet yorucu ama yaza yaza konuşa konuşa bu travmalarla belki başa çıkabiliriz. Belki sağaltıcı bir etkisi olur, kim bilir. Bilemiyorum. n Doğru bir tabir mi bilemiyorum ama acıları üleştirmişsiniz. Tek başına yaşamama hali var. Yanlış mı algılıyorum? SEÇKIN TERCAN n Doğru tespit. Bunca yük ancak üleştirirsek taşınabilir. Mesela betonlaşma konusunu “Çimenlerin Efendisi” üstlendi. Ali İsmail’de somutlaşan vahşeti ve yas konusunu Ross’a söylene söylene yazdım. “Hidrofor” bile önemli bir işlev gördü. “İSTANBUL’A ARTIK O KAT KAT KULELERDEN BAKIYORUZ” n Tabiat, Birhan Keskin şiirinde hep vardı ancak bu kez vazgeçilmeziniz olmuş gibi. Bir şehirde yaşarken doğayla barışı nasıl sağlarız ki? n Bizler zaten bir şehirde yaşadığımızdan, özellikle de İstanbul gibi bir beton çölünde yaşadığımız için tabiat bunca önemli, tam da bunun için çok önemli. Hepimiz tabiata hasret duygusuyla yaşıyoruz burada. Ondan uzakta yaşadığımız için işte bir tek ağacın bile kıymeti çok büyük. Ben yıllar önce Yeryüzü Halleri’ni yazdım biliyorsunuz. Tabiata duyduğumuz hayret ve hayranlık ve onunla bir olma hasretine dair bir omurgası vardı o kitabın. Daha ontolojik bir perspektiften yazılmıştı o şiirler. Bu kitapta o anlamda bir tabiat yok. Ama “çimenlerin efendisi” de “iskelede bir çırak” da betonlaşmaya küfür ediyor. Biz tam da bunları konuşurken Artvin’de insanlar doğayı korumak için ayakta. Doğayı birtakım rantlar için talan etmeye çalışanlar oldukça onu korumak için savunmaya geçenler de olacak. Şunu anlamıyorlar, bir kere daha üstüne basarak söyleyelim: Bu şehirde bir tek ağaç bile bizim için çok kıymetli kardeşim. Çünkü o ağaçlar bizim kardeşimiz! Bizim hasretimiz onlar... İşte bunu içinde duyanlar ve duymayanlar olarak da ikiye ayrılıyoruz. n “İnanç ve inat. O inat neyse sen osun.” Şiirlerinizdeki isyanı inancı ve inadı görebiliyorum. “İstanbul sana tepeden baktım” böyle bir şiirin ürünü mesela. “Zillet” hissini biraz açar mısınız? n “Zillet”, hor görmek demek. Şiirin kendisi Yahya Kemal’in bir dizesine gönderme yapıyor. Tekrar tekrar, kat kat aynı dizeyi tekrarlayarak. Çünkü İstanbul’a artık o kat kat kulelerden bakıyoruz. İstanbul’un klasik bilindik bin yıllık siluetini bile bozacak kadar ileri giden bir yozluk var. İstanbul ancak bu kadar hor görülürdü. Zillet, bunun altını kalınca bir şekilde çizmek için. “ORMANIN SAKİNLERİ BİZDEN DAHA ÂDİLDİR” n “İskelede Bir Çırak” şiirinde, Tanrı’yla konuşuyorsunuz. İktidarı şikâyet edip ağaçları kesen ve toprağa ayak basmak isteyen insanların hep iskeleden düşme hali içinde olduğundan dert yanıyorsunuz. Sizi dinleyip ya yıkarsa metropolleri doğa düşmanlarının başına? n İskelede, yani bir inşaat iskelesindeki genç adam konuşuyor, Tanrı’yla değil, onun Tanrısı yok, Allah’ı var, onunla konuşuyor. Onun duası bu. Kabul edilirse şahane olur. Ben de şükranlarımı sunarım. Agnostikliğim de son bulur böylece hem. n “Ben canımı sokakta buldum efendim!/ Ben çimenlere yaslamışım ömrümü/ Birbirinin önünde yamulanlar varken/ Beni dize bilmez sanma/ Beni dize gelmez san!” ve “Betonu icat edene yazıklar olsun!” Buradakiler gibi sizi öfkeyle sarmalayan o duyguyu biraz açabilir misiniz? n Az önce konuştuğumuz şeylerin aynısı ya da devamı. Benim kadar okur da bunları biliyor. Daha fazla nasıl açılır ki bu duygunun içi. Öfke işte. n “Şehrin perçemleri sizin gözlerini >>ze niye batıyor?/ Biz, üç beş a dam, ömrünü çimenlere adayan/ 12 3 Mart 2016 KITAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear