Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
kendisiyle birlikte pek çok hayatın kardeşi olan bir hayat, neresinden tutup da anlatılır? İlk nereden başlanır? Doğru nedir? Yanlış olmayan mı? Yoksa hakiki olan mı? Bizlerin hayatının hakikati, adına zaman denen akışkan yüzeyin neresine ilişik?” Yazmayı mesele edinen romanlar öyküler pek az sayılmaz. Önemli olan, bu meselenin hangi derinlikte sorgulandığı ve ne yapıldığı. Aşk Meçhule Yürür’de, başlangıçtaki sorular giderek genişliyor ve temel sorulardan biri, anlatılanların değiştirilerek yeniden anlatılmasına yol açan bir denemenin roman içinde gerçekleştirilmesine kadar uzanıyor. Amaç okuru şaşırtmak olamayacağına göre, o sorunun romandaki karşılığıyla birlikte hayattaki karşılığı da görülsün diye mi yaptınız bunu? Elbette okuru şaşırtmak için değil. Aşk Meçhule Yürür beşinci romanım. Kitaplarımın arasında sadece Düş Hırkası’nda Tanrı anlatıcıyı kullandım. Ben diliyle yazınca ister istemez pek çok kişi alttan alta, yazarın sürekli kendi hayatını anlattığı izlenimine kapılıyor. Oysa “ben dili”yle yazmak, beni yazarken son derece özgürleştiren bir tercih. Ayrıca bu romanın dediğiniz gibi anlatılanların değiştirilerek yeniden anlatılmasıyla ilerleyen kurgusu, bu algıya da bir cevap olur belki. Romanda akan “hayatın gerçeği”yle “hayatın kurgusu” meselesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Ayrıca yazmak, yazmaktan vazgeçen insanlar da daha önce kitaplarıma konu olmuştu. “Edebiyat kişiyi ne kadar anlatır?”,“Hayatın kendisini anlatırken hayatın gerçekleri edebiyatın gerçeklerine dönüştüğünde nasıl kılık değiştirir?” “Mürekkep Ölümler” bölümünde anlattıklarım, romanın başkişisi Mercan’ın hayatı. Ama “Son Dördün” bölümündekiler de onun hayatı. Bir bölüm, Mercan’ın kurmacayla anlattığı ve olabildiğince “bozulmuş, kılık değiştirmiş gerçeğin”in hikâyesi, diğeri ise Mercan’ın “gerçeğin”inin. Bu oyun, sonsuzca yinelenebilir ve her defasında yeniden, doğrusu bu aslında, diye anlatılabilirdi ve her defasında “hayatın gerçeği”nin, “edebiyatın gerçeği” hâline geldiğinde nasıl eğilip bükülebildiğini, nasıl kılık değiştirdiğini, nasıl bir alaşıma, eriyiğe dönüşüp bozulduğunu ve bambaşka bir şey olduğunu görmek mümkün olabilirdi. Sonunda hepsi birbirinin içinde erir ve hiçbir yöntemle hangisinin gerçek, hangisinin kurmaca olduğu ayırt edilemezdi. “UÇARKEN VARLIĞIMIZ YETERİNCE GÖRÜNMEZ” Yine başa dönmek istiyorum: İlk satırlarda anlatmaya dair sorularını iç sesinden duyduğumuz Mercan, hem kendi varoluşsal özelliklerine hem de roman boyunca karşımıza çıkacak ölümlere, bireysel ve toplumsal acılara ilişkin ilk sinyali de yine ilk sayfada veriyor. Tahayyülündeki tablonun gözümüzde canlanmasını sağlayarak yapıyor bunu. Mercan’ın her okurda iz bırakacak, kolayına unutulmayacak bir kadın anlatıcı olması, sahip olduğu (yazarın ona verdiği) özelliklerden kaynaklanıyor. Zengin iç dünyası, hakikiliği, sevme ve acı çekme potansiyelinin yüksekliği, merhameti vb... Başat özelliklerinden biri, güçlü bir önseziye sahip olması. Mercan’ı bir de yazarından dinlemek isterim. Yalan Sureleri’nin Gözde’si de yazC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I ma yeteneği olan ama yazar kimliğine bürünmek istemeyen, yine de yazan ve yazdıklarını saklayan biriydi. Mercan’la birbirine benziyor bu noktada. Ancak Mercan bir ölünün ardından yazmaktan vazgeçse de “anlatıcı” konumunda karşımıza çıkıyor. “Kelimeler olmazsa Ziya yaşayamazdı. Benim gibi” diye anlatıyor Mercan. “Onun kelimeleri, benim hiç durmadan kanayan yaralarıma kül basıyordu” diyor. Bu, bir yanıyla sözün ve edebiyatın sağaltıcı gücüne işaret ediyor. Diğer yandan ise bütün “keşke”lerine ve acılarına rağmen kendisine bir “kader biçici” rolü vermesine kadar olayı götüren bir kişilik. Acısını sündürmeyen, “hayatı bir hikâyeler toplamı, bir güldeste gibi algılama” duygusuyla hareket eden... Bunda benim hayat algımın da payı var belki; hayatın akan bir bütün olmasından ziyade, sürekli sahnelerin değiştiği hikâyelerden ibaret olduğu düşüncesinin. Bizim de bu değişik hikâyeler karşısında, ki malum bunlar çoğunlukla mutlu değil, acıklıçetinçetrefilsınayan hikâyeler oluyor, aklımıza mukayyet olmamamız gerekiyor. Sırada nasıl bir hikâye olduğunu bilmiyoruz. Belki yine zorlu bir hikâye gelecek, belki tatlı bir yaz akşamı bir ağaç gölgesinde şekerleme yapacağız, bunu bilemeyiz. Dinleyecek gücümüz olmalı her zaman. Mutluluk bize değmez, bizi üfürür, uçurur. Bize değen, bizi külçeleştiren acı. Uçarken varlığımız yeterince görünmez. Varlığımızın görünmesi için ağırlaşmamız, durmamız, hatta batmamız gerekir. Romanın yazılışı sürecinde Mercan’la nasıldı aranız; yalnız onunla değil, kadınerkekçocuk bütün roman kişileriyle? Örneğin Ziya’yla, Abidin’le, Fikri Dayı’yla, Ruhi’yle, Nurcan’ın kızı Lâl’le? Erkeklerin anlatıldığı, ağırlığın kadınlarda olduğu bu romanda, eğer roman kahramanlarının vârisleri diye bir şey varsa Mercan’ın tinsel vârisi olacak ya da ondan el alacak tek çocuk Lâl. Bahsedilmeyi fazlasıyla hak etmiyor mu? Bugüne kadar beni en hırpalayan roman kişilerim, Düş Hırkası’nın Cevat’ıyla Yalan Sureleri’nin Gözde’si oldu. Düş Hırkası’nı yazarken tan vakti kendimi Haliç kıyılarına atıp deliler gibi ağlaya ağlaya gezdiğim, İstiklal’in ara sokaklarından bir yerden Cevat’ın kafasını uzatıp kendini göstereceğini düşündüğüm çok oldu. Hatta, itiraf ediyorum, bir gün sırtından gördüğüm birini, aklını yitirmiş sokaklarda yaşayan Cevat’a benzettiğim için takip etmiştim, sonra gözden kaybettim. Mercan beni onlar kadar hırpalamadı belki, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Her ne olursa olsun, kadınların başrolde olduğu bir kitap bu. Kelimelerle de hikâyelerle de kadınca yani yaratıcı bir konumdan ilişki kuruyor. Mercan her yanışında küllerinden yeniden doğuyor. Çocuğunun akıbetine rağmen. Ezcümle, Mercan külçeleşmiş ve batmış bir roman kişisi olarak vardı zihnimde, battığı yerden çıkarılmayı hak ediyordu. Romanda çok fazla anlatılmayan, bir tohum olarak atılmış Lâl gibi kişiler de var. Ama Lâl’in bir ışık çakımı göründüğü sahne, belki de Mercan’ın kendi çocuğunu göremeyişinin de bir tersinden okunması. Bir de Fikri Dayı gibi babasının “alter ego”su var tabii. n Aşk Meçhule Yürür/ Filiz Özdem/ Yapı Kredi Yayınları/ 128 s. 1332 2 7 A Ğ U S T O S 2 0 1 5 n S A Y F A 5