05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Viktor Pelevin’in kült romanı ‘P’ Kuşağı biliyordu ki ne Rusya o eski Rusya’ydı ne de edebiyat o eski edebiyat. Peki, bu artık hep böyle mi sürüp gidecek? Erişebildiğimiz edebiyat sadece ve sadece sermaye yayınevlerinin okumadan teliflerini satın aldığı ve ucuz fiyata üniversite talebelerine çevirttiği New York Times’ın kitap ekindeki çok satanlar listesinden toparlanmış Batı kaynaklı spektakuler eserler ve çoksatanlardan mı ibaret olacak? Maalesef! Gidişat o yönde!.. Ama arada bir tünelin ucundan zayıf da olsa kayan bir yıldız gibi ışık görüldüğü olabiliyor. İşte Pelevin, o ışıklardan bir tanesi. O nedenle de üzerinde düşünmeye; incelemeye değer. Viktor Pelevin, “P” Kuşağı’nda Sovyetlerin çöküşünün ardından oluşan yeni kapitalist Rusya’da yolunu bulmaya çalışan eski bir edebiyat enstitüsü mezunu genç olan Babylen Tatarski’nin reklam yazarı olmasıyla beraber içine düştüğü çelişkileri ve ruhsal gidiş gelişleri bir oranda eski Rus yazarlarında görmeye alışkın olduğumuz derinlikte anlatmayı başarmış. Devran dönmüş; Sovyetler Birliği dağılmış. Bir zamanların coşkulu ve iddialı edebiyatçı adayı, nitelikli şairler ve yazarlarla haşır neşir, Moskova’nın entelektüel âlemlerinde derinlikli sohbetlere taraf olan Tatarski yıllar içinde biriktirdiği edebiyat bilgisini, dünya kültürünü, Rus ve Sovyet dünyasına dair entelektüel referansları, yazınsal yeteneklerini ve ait olduğu tüm idealleri adeta bir fahişe gibi inanmadığı bir yolda, çokuluslu markaları parlatmakta kullanacaktır artık… HOMO ZAPIENS Doksanlı yıllar... Kükreyen kapitalizm... Amerika’nın coştuğu, markaların dünyayı istila ettiği Bret Easton Ellis’in Amerikan Sapığı’nı, Chuck Palahniuk’un Dövüş Kulübü’nü yazdığı, metropol merkez entelijansiyalarının Jacques Seguela’nın “Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin; O Benim Genelevde Piyanist Olduğumu Sanıyor” kitabıyla yatıp kalktığı aymaz yıllar ve bir postSovyetik yazar büyük ruhsal bulantılar ve inançsızlıklar içinde o güne kadar biriktirdiği tüm edebiyat bilgisini ve duygusunu kapitalist yalanları köpürtmek için devreye sokmak durumundadır şimdi. Eser bu minvalde, ortalama bir muhalif roman tadında bize rutin örgüsünü hazırlarken ani bir şokla sarsılırız. Yedinci sırada olan ve “Homo Zapiens” başlığını taşıyan bölümde kahramanımız Babylen Tatarski bir reklam konsepti yaratma çalışması sırasında bir newage faaliyetine girişir. “Ouija” tahtası kullanarak Che Guevara’nın ruhunu çağırır. Bu noktadan sonra bize iptidai bir alegorik metin, primitif bir fantezi sunulacak sanırız. Ancak yazar A Ğ U S T O S 2 0 1 5 Mafyanın güç kazandığı, uyuşturucunun yaygınlaştığı, yolsuzluğun rutinleştiği yeni Rusya’da, serbest pazarın biçimlendirdiği yepyeni bir kuşak yeşerir. Kapitalizm yeni fethedilmiş topraklardaki yeni ilahiyatını, markalar ve vurucu reklam sloganlarıyla kurar! Babylen Tatarski de böylesi bir atmosferde adım attığı reklam sektöründe, zekâsı ve yaratıcılığı sayesinde hızla yükselir. Fakat bu sistemin “kazananlarından” biri olma mücadelesinde kimi zaman gerçeküstü durumlarla karşı karşıya kalacağından ve nihayetinde tamamen çığırından çıkmış bir dünyanın merkezine doğru çekileceğinden bihaberdir. Viktor Pelevin “P Kuşağı”nda, acımasız ve nükteli anlatımıyla günümüz dünyasına da ışık tutuyor. r Hikmet Temel AKARSU erede tüm edebiyat meftunlarının hatıralarında silinmez izler bırakmış o görkemli Rus nehir romanları? Nerede binlere varan sayfalarına gömülüp karlı Rusya steplerinde kaybolduğumuz derin mi derin insanlık durumlarıyla dolu o benzersiz yapıtlar? Nereye kayboldu Dostoyevskiler, Tolstoylar, Gogoller. Turgenyevler, Gorkiler?!.. Ne oldu o güzelim 19. yüzyıl edebiyat duygusuna? Nasıl oldu, nerelere kayboldu?! Her şeye ne oldu? Ne hale geldi her şey?! Bilemiyoruz. Bilemiyorduk. Vahşetler çağı 20. yüzyılın kanlı, katliamlı, savaşlı, dövüşlü, gergin yılları arasında kaybolup gitti hepsi. Arada bir Bolşevizm kaçkını Nabokov ya da Soğuk Savaş mahsulü Pasternak, Soljenitsin gibi değerler parlayıp söndüyse de artık bilen S A Y F A 1 2 n 2 7 öylesine sarsıcı ve şok edici bir makaleyi öylesine kuvvetli metaforlar eşliğinde, içsel kurgu öğesi olarak burada romana monte etmiştir ki esere bakışımız aniden değişir. Pelevin, kapitalist yeni dünyanın iç işleyişini ve finansmedyareklam dünyası ile birey ilişkisini öylesine komplike ve etkileyici bir bağlam içinde ve öylesine sağlam bir sistematikle işler ki eserin derinleştiğini, özgünleştiğini ve yükseldiğini görürüz. Romanın bu şaşırtıcı bölümünde yazarın, televizyon medyasıyla birey ilişkilerini “oranus” (ağızgöt) metaforu çerçevesinde ele alarak o güne kadar hiç karşılaşmadığımız kapitalizm analizlerinden söz ederek kurgunun geliş insan düşününüz; yüzünde bir tane ben bile yok! Ne kadar sıkıcı olur; öyle değil mi? İşte roman sanatında da bu durum aynen böyledir. Bir örnek verelim: Yabancı romanında Camus’nün Mersault’yu akılcı, rasyonel ve mantıklı bir kahraman olarak çizdiğini düşünün; kurgunun da parlak fikirler ve mahirane eskivlerle slalom yapar gibi heyecanla ilerlediğini… Yabancı, sade, öz, zavallılıklarını ve açmazlarını itiraf eden, kusur işlemekten çekinmeyen, bize cin fikirli atraksiyonlar sunmayan, damardan ruhumuza işleyen, gelişkin bir kişilik aracılığıyla acımasız gerçeklerden söz eden bir roman olduğu için yüz sayfa içinde kalbimizi almış başyapıt mertebesine erer. İşte Pelevin yazarlığında da gerçek edebiyata dair bu türden algıları şimdilik az da olsa bulabilmek mümkün. Bir eserde buna dair izler bulabiliyorsak eğer o eser ve yazar iyidir diye düşünmeye başlayabiliriz. O yüzden Pelevin, okumaya değer. SİSTEM MANİPÜLATÖRÜ Nitekim Pelevin’in kahramanı Babylen Tatarski, hamasi savruluşlara sapacak bir roman kahramanı değil. Sistemin gücünü ve meydan okunamazlığını, gayet iyi bilir. önünde açılan kapılardan girmeyi reddetmesi halinde başına neler geleceğini de çok iyi bilir. O yüzden uysal ve işbirlikçi. Bu işlerin sürüp gittiği zamanlar boyunca alanında irtifa kazanır, para pul sahibi olur. Bundan şekvacı değil. Fakat irtifa bir noktadan daha ileri gidince bir eşik geçilince kendini devletin, toplum mühendislerinin, uluslararası ilişkilerin ve iktidarın odağında bulur. Artık yapacağı en ufak hatayı hayatıyla ödeyeceği ilişkiler ağı içindedir. Bu işlere bulaşmak mafyaya bulaşmak gibidir ve idari erkin gizli uygulamalarına bir kez ortak olduktan sonra istesen de emekli olup normal bir insan gibi yaşayamazsın. Roman bu öngörülebilir izlek dâhilinde devam eder ve günün Rusya’sındaki temel imge manipülasyonlarını betimleyen örneklerle sürerken ikinci şoku “Altın Oda” başlıklı on beşinci bölümde (s. 266) yaşamaya başlarız. Artık derin Rusya’nın yetkin ve yetenekli manipülatörleri arasında yer alan Tatarski bu bölümde tıpkı Stanley Kubrick’in “Eyes Wide Shut” filmindeki gibi masonik bir kabul törenindedir. Ezoterik ritüellerin uygulandığı ve bir nevi “inisiasyonun” gerçekleştirileceği bölüm sayısız sanatsal ve felsefi göndermeler ve metaforlar içeren; romanın pik yaptığı bir bölüm. Gençlerin tabiriyle “spoiler” olup romanın finalini sizlere anlatmayalım ama tüyler ürpertici bu bölümü dikkatle okuyalım. Günümüz dünyasında insancıkları yöneten iktidar odaklarının nasıl tanzim edildiğine dair kuvvetli alegorileri görelim. Korkalım, kaygılanalım, ürperelim… Pelevin’e ellerin dert görmesin diyelim. n “P” Kuşağı/ Viktor Pelevin/ Çeviren: Bülent O. Doğan/ Verita Yayıncılık/ 288 s. K İ T A P S A Y I 1332 Viktor Pelevin, “P” Kuşağı’nda Sovyetlerin çöküşünün ardından oluşan yeni kapitalist Rusyayı,s eski Rus yazarlarında görmeye alışkın olduğumuz derinlikte anlatmayı başarmış. N me bölümünü oluşturduğunu büyük beğeniyle okuruz. Bu fasıla münhasır olmak üzere çizilen tablo, Orwell’in 1984’üyle kıyas götürecek denli ürkütücü. Pelevin’in önemli bir yazar, Rus edebiyatının da yine o eski görkemli günlerde olduğu gibi farklı ve derinlikli olduğunu uzun ve zahmetli bir yüzyılın ardından yeniden düşünmeye başlamak eserin bu bölümünde gerçekleşir. Romanda bu ilerleyiş, iş bilir bir romancının vitüoz kurgusallık uygulamaları şeklinde değil; fragmanter, dağınık, kimi zaman teknik açıdan kusurlu ve fakat içten bölümler halinde gelir. Bu amatör ruh ve teknik özensizlik romana daha bir sahicilik havası verir. Romancının bunu tesadüfen değil; bilerek başardığını kabul etmek zorundayız. Eğer kurgu ve dramatik yapı çok daha kusursuz inşa edilse ve ilahi bir şekilde işleseydi asla bu sahicilik duygusunu veremezdi. İyi romanlar az kusurlu yapıtlar arasından çıkar. Kusursuz bir C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear