Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Filiz Özdem’den “Aşk Meçhule Yürür” ‘Tinsel bahçelerimizi kaybediyoruz r Nursel DURUEL şk Meçhule Yürür’ün anlatıcısı bir kadın. Romanın ilerleyen bölümlerinden birinde mesleğinin fresko restoratörlüğü olduğunu öğreniyoruz. Bu son derece anlamlı çünkü romanın kendisi, anlatıcı konumdaki Mercan’ın belleğinden parça parça kopardıklarıyla oluşan bir freskoya benziyor. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın yaptığının eksik kalacağının daha doğrusu hiçbir zaman tamamlanamaz olduğunun farkında Mercan. Bu seçimin nedeni ne? Bu, bilinçli olarak yaptığım bir şey değil aslında. Ama siz çok yerinden yakalamışsınız, teşekkür ederim. Yazdığım kitaplarla ilgili söyleşiler yapmak üzere farklı şehirlere davet ediliyorum sık sık. Ayrıca işim gereği yıllardır hazırladığım pek çok şehir monografisi var. Hâl böyle olunca davetli olarak gittiğim şehirlerde de çalışmak üzere gittiğim şehirlerdeki kadar olmasa da elimden geldiği kadar çok yeri görmeye gayret ediyorum. Çalıştığım şehirler ise bana bir şehre nasıl bakmam gerektiğini öğretti ki bu bakış, öncelikle hep daha derinde, daha eskide olana yönelikti. İnsanlar kendine bakmadığı için mi yaşadığı yere karşı duyarsız ve meraksız, yoksa topluca delirdik mi, külliyen düşünme ve estetik duygumuzu mu yitirdik de her şeye karşı bu kadar duyarsızlaştık ve zevksizleştik, adam sendeci olduk, onu kestiremiyorum. Her yerde doğa katlediliyor, bağlara bahçelere apartmanlar dikiliyor, her yer betonlaşıyor. Hepimiz kimliksizleşiyoruz. Ne bir kenti o kent yapan mimari ve doğal doku, ne geçmiş kalıyor geriye ne de başka şey. İnsanlar yeniyi yaparken eski dokunun ne olduğuna bakmıyor bile. Hayatlarımız “apartmanlaşıyor” ve bahçesizleşiyor”. Bu nedenle çocuklar için yazdığım kültür tarihi kitaplarında onları sürekli çevrelerine bakmaya, günahıyla sevabıyla üzerinde oturduğumuz geçmişe bakmaya ve merak etmeye davet ediyorum. Gerçek bahçelerimizi, anılarımızı, kimliklerimizi kaybettikçe “tinsel bahçelerimizden” de olacağız. Biz merak etmeyip soru sormadıkça ve eleştirel 2 7 A Ğ U S T O S 2 0 1 5 A “Aşk Meçhule Yürür” çok yönlü, çok üretken bir yazarın, Filiz Özdem’in yeni romanı. “Veda Üçlemesi”ni oluşturan romanları “Korku Benim Sahibim”, “Düş Hırkası”, “Yalan Sureleri” ve onların ardından gelen “Rüya Bekleyen Adam”da peşine düştüğü sorular ve izlekler, “Aşk Meçhul Yürür”de bireysel ve toplumsal bellek bağlamında daha geniş bir zamana ve coğrafyaya uzanıp insan ruhunun katmanlarındaki kazı daha da derinleşiyor. Özdem’le yeni romanını konuştuk. olmadıkça zaten büyük bir eksiklik içindeki varlığımız daha da eksik kalıyor, kalacak. Sonra zamanla bu eksiklikleri de unutacağız ve her şey yassılaşmış, derinliğini kaybetmiş bir oluş içinde yaşantısını sürdürecek. Bu hem birey için hem de toplum için geçerli olacak. Öyleyse bu “yaşama”ya hayat diyebilecek miyiz? Roman, Mercan’ın ağzından, ben diliyle anlatılıyor ve Mercan sadece kendi geçmişine değil, büyük bir geçmişe bakıyor. O büyükküçük geçmişin tırnak izleri onun tenini ve ruhunu çiziyor. Kişi, kendini kendine anlatmaya çalışırken bile aslında yoksulluk sonucu ortaya çıkan kırkyama (patchwork) gibi kumaş parçalarınıanılarıbellek kırıntılarını ya da yapıntılarınıhikâyeleri bir araya getirirken her şey tamamlanmış olabilir mi? Olamaz. Hep bir şeyler eksik kalır ama bütün o birbirinden farklı kumaşhikâye parçalarıyla üstümüzü örtebileceğimiz, kendi tamamlanmamışlığıyla bir bütün olan yeni bir “şey” ortaya çıkar. Freskolara ise ilgim zaten hep vardı ama özellikle yıllar önce Kars “Beyaz, Uykusuz, Uzakta” kitabını hazırlarken başka boyutlara büründü. Kars, beni benden aldı. Ani’deki Büyük Katedral’de, gözleri oyulmuş freskolara uzun uzun bakıp çok etkilenmiştim. Bir romanı kurgularken elbette matematiğini, mimarisini düşünüyor insan ve anlatıyı bunun üzerinden etlendiriyor. Ama bir de yazarın içinde biriktirdiği izleklerden, olaylardan, duygu durumlarından beslenen, anlatısını kurarken sessizce elinden tutan, o anlatısına çatı kuracak hâller oluyor. Mercan’ın fresko restoratörlüğü işi de romanın eksenine çok denk düşen bir meslek oldu böylece. Bunun matematiğini bilerek kurmadım ama içim kurdu demek ki. “BELLEĞİN DİLİ ÇOK ZEHİRLİ VE KIŞKIRTICI” İki bölümü var romanın “Mürekkep Ölümler” ve “Son Dördün”. Bu başlıklar altında da uzun ve kısa otuz üç alt başlık. Bölümlerden her biri, bir yandan kendi içinde anlam bütünlüğü taşırken bir yandan da zamanı ileri geri oynatarak, helezonlar çizerek romanın bütünlüğünü ören parçalar hâlinde ulanıyor birbirine. Sanki şair Filiz Özdem, iki bölümlü otuz üç dizelik bir şiir geçirmiş aklından ama yazıya dökmeden unutmuş onu gömülü olduğu yerde ve romancı Filiz Özdem Aşk Meçhule Yürür’ü kurarken “sessizce elinden tutmuş” içindeki ikizi. Şiir sanatında Filiz Özdem’in romanı kadınların başrolde olduğu bir kitap. dize ile şiir, roman sanatında parçayla bütün arasındaki ilişkilenme biçimleri, hem bu iki yazınsal türün doğalarındaki farklılık nedeniyle hem de yazarların seçimi nedeniyle birbirinden çok ayrı ve çok çeşitli elbette. Bu romandaki parçabütün ilişkisi girift bir kurguya oturuyor. Baştan yapılan bir tercih miydi bu, yoksa içeriğin dayattığı bir zorunluluk mu? Çizgisel bir anlatı kurmayı çok isterdim. Bu, beni “us”landırmaya yarardı belki. Ama bütün yazdıklarıma, hatta çocuklar ve gençler için kaleme aldığım romanlara da bakılacak olursa sadece belleğin diliyle yazabildiğim ve “us”lanmaya hiç niyetim olmadığı anlaşılabilir. Belleğin çok zehirli ve kışkırtıcı bir dili var. Zamana şirk koşuyor ki bu da şiirle, romanla (“örtük öykü”yle diyeyim bir de bu lafı da böylelikle ben uydurmuş oldum herhalde çünkü belleğin dilini kullanınca öyküleme fazlasıyla ortaya çıkıyor) ve felsefeyle anlatı zihnini kuran biri olarak zamanın akışını ister istemez kırmama sebep oluyor. Not düşmeliyim ki yıllardır şiir yazmıyorum. Bu parçalı anlatım, bu kırkyama tekniği ise hem yazarken duyduğum zevki kaşıyor hem de bu zamanın ruhuna denk düşüyor. Bütün romanlarımda “bu zamanı”, öncelikle kendi kuşağımı anlattım. Romanlarımın asıl kişileri benim yaşıtlarım ve memleketim oldu. Yan kişilerin hikâyeleriyle de yüzyılı aşan bir zamana yayıldı anlattıklarım. Bu çağın var oluşsal, kültürel ve siyasal zemini belirledi mozaiği. Tek bir kişinin hayatında ve ruhunda parça parça yansıyan bir temel oldu. Ayrıca, “yazma”nın kendisi de her kitabımda bir mesele oldu. Evet öyle. Roman, Mercan’ın “anlatma”ya yönelik sorularıyla başlıyor zaten: “Bir hayat, K İ T A P S A Y I 1332 S A Y F A 4 n C U M H U R İ Y E T