26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

koyduğundan cesedi gömmek, çalıların arasında bırakmak veya öyle birinin varlığını unutmak da o kurallara uymaktan öte bir “anlam” taşımıyor. Hem kabilelerinin varlığı hem de ilk içgüdü öldürme, böylece peşlerini bırakmayan bir gölge gibi onları takip ediyor. Vann, kahramanları yardımıyla buz gibi gerçeği, geçmişimize ait ve şimdiyle aramızdaki sağlam köprü öldürmeyi sürekli gündemde tutuyor. Avcıyı vuran çocuk içinse bu, “ailesini, toprağını ve yasasını korumak” demek. Ama “peri masalı”nın söylediği, çocuğun alelade bir katil olduğu. Ölü avcıya geyik muamelesi yapması da ayrı bir çılgınlık. Peki, ya geyik? Bir adak olan ve mutlaka “boğazlanması” gereken geyiğin parçalara ayrılma sahnesi var ki işte orada, on bir yaşındaki çocuğun içinden dev bir canavar çıkıyor. Vann’ın başvurduğu vahşice anlatım, aslında bir yerlerde gizleyip fırsatını bulunca hiç tereddüt etmeden salıverdiğimiz bilinçaltımızı ve içgüdülerimizi yansıtıyor. Bunun, çocuk gibi küçük ve masum bir beden ve zihinle temsil edilmesi ise hayli manidar. Öldürdüğümüz ne varsa o çocukla ete kemiğe bürünüyor bir bakıma: Atalarının istediğini yerine getirip “erkek” oluyor ama bir ordu şeyi de on bir yaşında kaybediyor. Belki de yepyeni bir varlık haline geliyor: “Geyiğin başı ve boynuzları, insanla kaynaşmış yeni bir hayvan gibi göğsüme vuruyordu; birlikte yürüyor, aynı soluğu ve kanı paylaşıyorduk. İçi oyulmuş olduğu halde postu, toynak ve boynuzlarıyla insanoğlunun çıplaklığı ve zayıflığını örtüyordu.” Vann’ın anlattığı akıllara seza sahne, adeta geçmişten yüklenmiş ve güncellemelerle bugüne dek sağlam kalmış bir zihinsel yazılım gibi. Zaman ve mekân ne olursa olsun her an harekete geçmeye teşne. Karanlıkta üç beden: Kafasında vurduğu avcının, üstünde öldürdüğü geyiğin parçalarıyla bir çocuk. Ama trajedi de dehşet de bunlarla sınırlı değil; tüfeğin dürbününden görünen, nişan alınan geyik de olabilir en yakınında yer alan kişilerden biri de. Bugün, savaş oyunlarının, cinayetin gerçekliğini ve sanallığını karıştırmamıza yol açması gibi. Çocuğun ateşlediği silah, arkasından öldürmenin keyfine varışı ve nihayet kendisine sürekli o günü hatırlatan başka yaşanmışlıklar; hepsi birbirini tetikleyen ya da takip eden hareketler. Sürekli aynı sahneleri gözünün önüne getirip hep bir adım ileriye atılmak istemesi, hafızasının onu nedeni belli ve anlamlı hikâyeye sürüklemeye çalışmasıyla bağlantılı. Vann da atalarıyla belki bu yüzden bağ kurmaya uğraşıyor, söylediği dikkat çekici: “Cherokee Yerlisi atalarımın İsa karşısında nasıl bir tavır almak gerektiği sorunuyla yüzleşmesini de anmak istedim.” Keçi Dağı, bir hatırlama metni; eskinin hikâyeleşmiş cinayeti, günümüze gelene dek epey uzun bir şiddet ve duygusuzluk tünelinden süzülüp kitapta önümüze dikiliyor. n [email protected] Keçi Dağı/ David Vann/ Çeviren: Suat Ertüzün/ Can Yayınları/ 236 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I ‘İnsanın esası hayvandır’ K itabın kahramanı çocuk, avlanarak atalarıyla bağlantı kurmaya çalışıyor ama burada bir kopuş da var. İşlenmiş bir cinayet, hep öncekileri hatırlamayı ve hatırlatmayı gerektiriyor. Vann da bunu yapmış ve o nedenle Habil, Kabil, İsa gibi tarihi figürler ara ara metne girip çıkıyor. İlk cinayetten çocuğun tüfeği ateşleyip mevtanın başında durduğu ana kadar zihne kodlanmış en baba cinayetlerin dökümü yapılıyor. Gerçi buna döküm denmez ama bir yandan da öyle. Aslında doğrusu bu da bir bağlantı, daha başka ataların çocuğa yolladığı, onun da cinayeti büyük bir rahatlıkla ve keyifle işlemesini sağlayan tarihsel bir ilişki. Vann, alttan alta onu sezdiriyor: “Kabil’i hep kardeşini öldüren kişi olarak düşünürüz, peki ama etrafta öldürecek başka biri var mıydı ki? İlk doğan iki kişi onlardı. Kabil karşısında bulduğunu öldürdü. Yoksa hikâyenin kardeşlerle bir ilgisi yok.” “İnsanın esası hayvandır. İsa’nın kanını içeriz ki tekrar hayvan olabilelim, boğaz yarıp kan içelim, kan banyosu yapalım, eti gövdeye indirelim, özümüze erişip dönelim ve kim olduğumuzu hatırlayabilelim. Kendimize bununla güven telkin ederiz. On Emrin imkânsızlığı karşısında ancak başarısızlığa uğrayabileceğimizden her pazar, kimliğimizi yitirmediğimizle ilgili olarak bu teminata ihtiyaç duyarız.” “Yükümlülük. Tanrının bizden istediği. Eşyanın düzeni. Ekebildiğimizi ekeriz ama Tanrı Kabil’in adağını yetersiz bulmuştu. Ve Kabil’in yapabileceği başka bir şey yoktu. Tanrı’yı memnun etmek imkânsızsa ne yapılabilir? Hiçbir adak yeterli değilse ama yine de bir adak isteniyorsa? O geyik ailemin benden istediği bir şeydi ama yeterli değildi. Takdirle karşılanmadı. Ama dedem onu benim öldürmem için gereğini yaptı.” 1284 2 5 E Y L Ü L 2 0 1 4 n S A Y F A 1 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear