25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Filiz Özdem'den "Bana Adını Söyle” Bir adın vardı senin, peşinden de geldi hikâyelerin Filiz Özdem’in yayına hazırladığı “Bana Adını Söyle”de yirmi dört yazar var: Aslı Serin, Ayşegül Çelik, B. Nihan Eren, Berat Alanyalı, Betül Dünder, Burhan Sönmez, Doğan Yarıcı, Emine Sevgi Özdamar, Faruk Duman, Filiz Özdem, Gürsel Korat, Haydar Ergülen, İnan Çetin, Karin Karakaşlı, Mahir Öztaş, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Murat Yalçın, Nalân Kiraz, Nursel Duruel, Ömer F. Oyal, Özen Yula, Semra Topal, Uğur Yücel ve Yiğit Bener… Yazarlar adlarının kendilerine veriliş hikâyelesini ve sonrasını anlatmış. Kaçınılmaz olarak metinlerin en güzel yanı da otobiyografik olması. r Sibel ORAL d: Bir kimseyi veya bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya yarayan söz. Çocukluğumda amcamların oturduğu evin apartman görevlisinin eşinin adının Kiraz olduğunu anımsıyorum ve tabii neden diye düşünüp çocuk halimle dalga geçtiğimi de. Sonra bu bana çok pahalıya patladı. Babama “Benim adımı neden Sibel koydunuz?” diye sorduğumda babaannem atılıp “O zaman çok güzel, kaliteli pikeler, nevresimler çıkmıştı, markası Sibel’di” dediğinde duyduğum büyük hayal kırıklığını hiç unutmadım. Gerçi babam geçerli ve duygusal bir açıklama yapmıştı ama babamın açıklamasını şimdilerde hatırlamayıp babaannemin açıklamasının aklımda kalması tuhaf… Adımın anlamını biliyorum, önemli olan hem sadece anlamı mı yoksa sana verilmesinin altındaki anlam mı? Tüm bunları Filiz Özdem’in hazırladığı Bana Adını Söyle adlı kitabı okurken yeniden düşündüm. Görünen o ki daha da düşüneceğim… Burhan Sönmez, “Merdivendeki Adlar” başlıklı metninin başında El Hayati’den bir alıntı yapıyor: “Adların tarihi, sevinçlerin ve yaraların tarihidir. Hafıza hangi kısma tutunursa orası benliğimiz olur.” Daha sonra doğumundan itibaren anlatıyor. Önce dayı Tahir’den alıyor adını, Tahir oluyor. Üç gün sonra annesinin isteğiyle adını geri verdiği Tahir dayısının küçük oğlu Burhan’la adaş oluyor. Beş yaşında Birko oluyor, yedi yaşında Negirdan, Çiko… Hepsinin bir hikâyesi var. On dokuzunda günlerce işkence görmüş ve türlü sorulara maruz kalmışken işkencecisinden bir soru geliyor: “Adının anlamını biliyor musun Burhan?” Otuz üç yaşında Mister Sönmez oluyor. Londra’da işkence mağdurları tedavi merkezinde böyle hitap ediyor ve soruyor o sırada içinden: “Bu ad kimindi?” Kaç ad edinmiş, kaç coğrafyadan ve kaç zamandan geçmişti?” Kırk dördünde romancı oluyor ve soruyor sonra: “Öldü dediklerinde ne yazılabilirdi mezar taşına? UĞURLU ÇOCUK... Umur mu olsun yoksa Onur mu diye düşüne dursun Sabri Bey ve Muazzez Hanım, Milli Piyango’dan para çıkmaz mı… “Uğurlu geldi çocuk, Uğur olsun” diyorlar. Çıkan da büyük ikramiye filan değil ha, amorti. “Bütün aile hayatını ancak amorti etti ben doğduktan sonra. Ben babamın yerinde olsam Amorti koyardım adımı (…) Fakat hayattan beklentiye bak ana babada, amorti çıkmış Uğur demişler” diye anlatıyor Uğur Yücel adının hikâyesini… Aslı Serin ise ‘aslına huu’ ediyor. Aslına dönmeye çalışıyor ama olmuyor. ‘Aslolan tanrıdır’ sözü geliyor aklına, çok üstünde durmuyor. A Araştırıyor, her yıl kendini Aslı zanneden 2746 kişi doğuyormuş meğer. Kierkegaard duysaydı tüm bu kafa karışıklığını ne olurdu acaba diye de düşünmeden edemiyor. Dostlarına adının onlarda uyandırdıklarını soruyor. Birhan Keskin “Açıkçası Aslı bu. Ama bazıları Aslı bu diyemez” derken Ahmet Güntan “Bu ismi koyan babaları da merak erdim hep çünkü kızlarının kaderini daha bebekken ‘Kerem’ aramaya bağlamışlardır?” diye soruyor. Nursel Duruel anne babasının uyak merakını anlatıyor. Bir taraftan da her şeyi açıklıyor şu sözlerle: “Adımızı belirleyen, onu bize ait kılan, sözcük anlamı değil, kimliğimizdir.” Karin Karakaşlı’nın annesi “İsmin neden böyle diye sorarlarsa ne diyeceksin?” diye soruyor. Karin Karakaşlı ise “Ermeniyim diyeceğim” diye cevap veriyor. Annesi “Hayır, Hıristiyanım de” diyor. Çünkü o yıllarda Hıristiyan olmak, Ermeni olmaktan daha zararsız. Haydar Ergülen, ismini şöyle anlatıyor: “Haydar: Sanki bıyıkları erkenden terlemiş gibi bir ad. Yaşından büyük gösteren bir ad. Ayakkabıları ayağından çıkan bir çocuğun adı gibi…” Gürsel Korat ise çok üzgün, çünkü adını 1960 askeri darbesini yapan generallerin birinden almış. Murat Yalçın resmi adının Ömer Şahin olduğunu öğrendiğinde babasının dedeleri Ömer ve Şahin sanki koluna girmiş. Yıllarca Murat aşağı Murat yukarı iken bir anda Ömer Şahin Yalçın olmuş. Murat küçük bir çocuk olarak kalıvermiş, ta ki yazdıkları yayımlanmaya başlayıncaya kadar: “Basit oynadım: Kendimi bildiğimde çağrıldığım ada sığındım. Çocuk Murat’a sığınmaydı belki bir anlamda bu.” Mahir Öztaş, ismini küçükken kendisine Mahir Efendi diye seslenen, Şile’nin ilk müftüsü olan dedesinden almış. Öztaş adlarla ilgili şu çarpıcı cümleleri kuruyor: Bana kalırsa, ad dediğimiz şeyi ölümsüzlük ya da kalıcılık kavramları dışında düşünmek çok zordur. Derler ki tanrının dünyayı yaratması bile, ününü duyurmak içinmiş…” İşte böyle bir kitap Bana Adını Söyle. Daha fazlasını ise Filiz Özdem’le konuştuk. n ‘Kendi mahremiyetinizi anlattığınızda etkileyici metinler çıkıyor ortaya’ usuf Atılgan, Aylak Adam kitabında “Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor...” diye yazar. Siz ne düşünüyorsunuz? Evet, görünürde insanın adı, kendisi seçmediği için onunla en az ilgili yanıymış gibi... Ama acaba gerçekten öyle mi, diye de sormadan edemiyor insan. Böyle bir kitabı hazırlamaya nasıl karar verdiniz, ne düşündünüz? Konuştuğumuz gibi... Başkaları tarafından konan bir ad insana yapışıp kalıyor. Hele de kişi ileride bir yazar olacaksa ve işi, seçtiği kelimelerle bir evren kurmak olacaksa ortaya tuhaf bir manzara çıkıyor. Siz, bir yandan seçtiğiniz kelimelerle bir anlam evreni kuruyorsunuz; diğer yandan sizin için seçilen bir adın anlamıyla da iç içe yaşıyorsunuz. Bana Adını Söyle bu çelişki üzerine düşününce ortaya çıktı. Peki ya katkıda bulunan yazarlar, adları belirleyici oldu mu mesela? Kısmen oldu ama ilk bakışta adları pek anlamlı değilmiş gibi görünen yazarlar da oldu metin istediğim. Kimisi düşündü taşındı yazamayacağını söyledi, onları ikna edemedim; kimisi de düşününce yazmaya karar verdi. Üzerine yazı yazılamayacak bir ad olduğunu düşünmüyorum ben. Ne bileyim, varsayalım ki adı Biricik olan biri, ilk S A Y F A 6 n 3 T E M M U Z 2 0 1 4 Y bakışta bunun üzerine ne yazılabilir ki diye düşünebilir. Bence şahane, çok kışkırtıcı şeyler yazılabilir. Biricik’ten yola çıkıp takıntılar üzerine yazılabilir mesela ya da adı Umut olan biri umutsuzluktan mustarip olabilir. Örnekler çok. Ama tabii sonuçta kişiselmahrem bir alana giriyor; her yazar, bu kadar kişisel bir tondan konuşmayı istemeyebilir. Dediğim gibi sadece adlar değildi seçimimi belirleyen. Farklı yerlerde, farklı koşullarda, farklı aidiyetlerde doğup büyüyen yazarlar olmasının da önemi vardı. Yirmi dört yazarın da adları için yazdığı metinler otobiyografik olmuş. Belki haklarında bilmeme ihtimalimiz en düşük halleri, durumları satırlara dökmüşler. Böyle olacağını tahmin etmiş miydiniz? Bu bir tahmin değil, bir talepti. Ortak kitaplar çatmak, tematik bir sergi hazırlamaktan farklı değil aslında. Kitabı hazırlayan kişi de bir küratör gibi. Küratör nasıl sanatçılarını seçiyor ve ona kafasındaki tasarıyı anlatıp onları bir anlamda yönlendiriyorsa, ben de kitapları çatarken aynını yapıyorum. Yazar arkadaşlarıma kafamdaki meseleyi anlatıyorum. Hazırladığım bu kitaplarda, metinlerin kurmaca değil, otobiyografik olması ilk ölçüt zaten. Bu, yazar açısından zorlayıcı bir durum aslında. Belirttiğim gibi herkes bunu yapmak istemeyebilir. Ama kendi mahremiyetinizden konuşmaya cesaret ettiğinizde de gerçekten etkileyici metinler çıkıyor ortaya. Kimisi daha sakınımlı, kimisi daha açık davranmasına rağmen her biri son derece samimi metinler oldu. Benim istediğim de buydu zaten. Kurgusal bir çerçeve olmadan, yazarın kendisini yazısının öznesi haline getirmesi. Yakın zaman önce Altın Ülke: Çocukluk kitabını hazırlamıştınız. Şimdi de Bana Adını Söyle… İki kitapla da yazarların yurduna gidiyor okur. Siz yazarın yurdunu çok önemsiyorsunuz değil mi? Yazarın “yurdunu” çok önemsiyorum elbette. Altın Ülke: Çocukluk bu Filiz Özdem sebeple çıktı ortaya. Arka planında, sık sık karşılaştığım “Nasıl yazar olurum?” sorusuna bir cevap da vardı. Yeteneğin doğuştan gelen bir özellik olduğu cevabı. Kişinin ergen olana kadar belirlendiğini düşünüyorum. Yani o döneme kadar ne biriktiriyor, neye bakıyorsanız o oluyorsunuz. Ömür dediğinizin kalanı, bu malzeme üzerinde ince işçilik yaparak geçiyor. Bu sebeple çocukluk bir hazine. Ayrıca, otobiyografik bir metinde, yazarın kendisine dönüp bakması, okur nezdinde de bence başka anlamlar taşıyor. Çünkü buradaki sahicilik ölçütü bulaşıcı bir özelliğe bürünüyor. Okurun kurmaca bir metin üzerinden kendisiyle kurduğu ilişki başka bir şey; kurmaca metinlerle didişen bir yazarın okurun karşısına bu tür metinlerle çıkması ve okurun bunlarla kurduğu bağ bir başka şey. Gelecek sene için, yine böyle otobiyografik metinlerden oluşan yeni bir kitap hazırlıyorum. n sibelo@gmail.com Bana Adını Söyle/ Yayına Hazırlayan: Filiz Özdem/ Yapı Kredi Yayınları/ 248 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1272
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear