22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

şından beri kimin neye direndiğini kimin neden acı çektiğini ve söyleneni asla anlamadı, anlamak istemedi. Berkin Elvan ise anlatılan ve anlatılmaya çalışılanın simgesine dönüştü. O simgeyi kötülemenin, ona yaftalar yapıştırmanın anlamsızlığını da hep beraber gördük, yaşadık. Her şeyin farkında olan aynı kalabalık, o anlamsızlığa karşı birleşti, bir şekilde sesini çıkarmayı bildi. Kitapta yer alanlara masal, öykü ya da anlatı, ne denirse densin, hepsinin gittiği yol aynı: Haziran’da Bir Fidan’da, bir çocuğun en yalın şekilde kavrayabildiği gerçek, bir çocuğa anlatılır gibi anlatılmışken ısrarla onun yanından geçmek istemeyenlere fısıldanıyor. Ama güçlü bir nefes olarak. O nefes de memleketin dört bir yanını saran beton aptallığının her çatlağından sızıyor. Küçük adam gibi o da bizimle bir şekilde buluşuyor. Dolayısıyla “erken büyümek zorunda kalan çocuk, küçük adamla” vurulan hepimizdik, bunu çok açık biçimde anladık. Çılgınlık çağından vicdansızlık çağına geçtiğimiz bugünlerde Berkin Elvan bize seslenmeye devam ediyor. Haziran’da Bir Fidan, o sesi uzağa taşırken Berkin’in cenazesinde bir pankarttaki “çocuklar uyurken susulur, ölürken değil” sözünü hatırlatıyor. Bir de şunu: Sokaklar çocuğun oyun alanıdır, ölüm yeri değil. Yöneticiler başı sonundan, sonu da başından belli oyunlarla bizleri kandırmaya uğraşırken direniş hepimize pek çok şey öğretti ama en başta kendi vicdanımızla yüzleşmeyi. Berkin Elvan bunun büyük bir örneği. Elbette başkaları da: Ceylan Önkol… Uğur Kaymaz… Ali İsmail Korkmaz… Abdullah Cömert… Ethem Sarısülük… Ahmet Atakan… Medeni Yıldırım… Mehmet İstif… Umut Kurt… Ayhan Yılmaz… İbrahim Aras… Sizler bu toplumun vicdanı oldunuz. İlkin kendi vicdanıyla yüzleşemeyenler, toplumunkiyle ve sizinle göz göze gelebilir mi? Zor, çok zor. Umarım bizi affetmişsinizdir arkadaşlar. Çünkü sizi yaşatamadık. Bence affedersiniz. Yani keşke affetseniz. Ama sadece bizi... n Haziran’da Bir Fidan/ Yayına Hazırlayan: Levent Turhan Gümüş/ Ayrıntı Yayınları/ 232 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Berkin için… “(…) Hayat o kadar merhametsiz tasarlanmış ki mutlu bir adam, bir çocuğu öldürmeden bir dakika önce hâlâ mutlu olabiliyor, bir kadın dehşet dolu bir çığlık atmadan bir dakika önce gözlerini kapatıp denizi düşünebiliyor ve çocuğun hayatının son dakikasında anne babası mutfakta oturup şeker beklerken çocuklarının beyaz dişleri ve kayık gezisi üzerine konuşabiliyordu…” (Haziran’da Bir Fidan, Stig Dagerman, “Bir Çocuk Öldürmek”, s. 23) “(…) İnsanın böyle kendine, yaşadıklarına uzaktan bakması tuhaf bir duygu. Taşra farklıydı, evet. Kentin varoşlarında çocuk olmak farklıydı. ‘Varoşlarda erken büyür çocuklar!’ diye bir cümle düşüyor aklıma. Dönüp ‘Küçük adam neydi, kimdi?’ sorusunu soruyorum kendime yeniden. Küçük adam, erken büyümek zorunda kalan çocuktu. Çocukluğumu, o hesapsız saflığı, masumiyeti özlemiştim. Kocaman yatağımda günün onca yorgunluğuna rağmen uyku tutmamasının, mide bulantısının sebebi o küçük adamdı. Küçük adamın vurulmuş olduğu haberiydi. Vurulan bendim! Ekmek almaya giderken vurulmuştum! Çok ama çok canım yanıyordu!” (Haziran’da Bir Fidan, Can Mesut, “Küçük Adam”, s. 195) “(…) Bazen insanlar uykuda tutulur, bir şehri savunmak birkaç ağaca düşer; ağaçların yemyeşil öfkeye sustuğu zamanlar olur; gökyüzünü akılda tutan ağaçların çocuklardan alıp veremediği serinlikler olur. Eski bir fotoğrafta, siyahbeyaz duygular içinde anne ile babanın önünde, saçları vicdansızlığa karşı birden uzayacakmış gibi kabarmış, kaşları ‘yerleşik yabancı’ gibi yerini yadırgayan bir çocuk durur. Dursun. Fotoğrafa iyi bakanlar, vaktiyle fide olan, çocuğun gidişiyle büyümüş bir ağaç görür. Ağaç bir ‘çağ’ gibi baş aşağı gömülmek istenmiştir bir vakitler, direnmiştir ve çocuğun içinde bulunduğu siyahbeyaz fotoğrafa kol kanat germiştir. Bir sınıfta oturur gibi, bir ekmeği bölüşür gibi, bir sesi omuzlar gibi, bir sokağı sımsıcak adımlarla diriltir, tenha bir yolu yürür gibi… çocukluk arkadaşlığımızla dolmuştur ağaç. Bize rastlamadığı zaman üzüntüden meyve verir. Ağaç, insandan önce görülmüştür. Zamanla kâğıda yürümüştür ağaç, mektupta dinlenmiş; kolculara mahpustan önce ‘görülmüştür.’ Baskıyla zindandan beliren soru şudur: ‘Gördünüz mü?” (Haziran’da Bir Fidan, Şeref Bilsel, “Gördünüz mü?”, s. 118) 1272 3 T E M M U Z 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear