Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Y azı edebiyat eleştirmenleri, Imre Kertesz’in “Kadersizlik”i ile Kafka’nın “Dava”sı arasında bir benzerlik, bir yakınlık bulurlar. “Kadersizlik”in genç György’sinin tutuklanıp gönderildiği toplama kampında yaşadığı aşağılanma ve baskıları öfke ya da direnmeyle değil de, anlaşılmaz, tuhaf bir kendinden hoşnutluk ve yansız bir tutumla karşılaması ile, “Dava”nın Joseph K.’sının kendisini yargılayanların ve kendisine yöneltilen suçlamanın belirsizliği karşısında en sonunda kaderine razı oluşu arasında bir “akrabalık” kurarlar. Aslında, bu “akrabalık”taki kan bağlarının tümüyle edebi olduğu söylenebilir. Yapıtlarında 20. yüzyıl başlarının çağdaş insanının korkularını, yalnızlığını, kendi kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini dile getiren Kafka ile romanlarında Nazi döneminin soykırımının insan ruhu üstündeki etkileriyle hesaplaşan Kertesz, anlatacaklarını nasıl anlatacakları konusunda buldukları özgün yollar açısından akrabadırlar belki de. Edebiyatın kendine özgü dünyasında, insan evladının acımasızlık, hoşgörüsüzlük, baskı karşısındaki iç yaşantısının dolambaçlarında gezinmeyi seçmek, yalınkat bir direniş ve boyutsuz bir kahramanlığı betimlemeyi seçmekten çok daha zor, ama zor olduğu kadar da derinlikli ve etkileyicidir. “Dava”da, sıradan banka memuru Joseph K., otuzuncu yaş günü sabahında tanımadığı kişilerce uyandırılarak bilmediği bir suçtan tutuklanır. Anımsadığı belirli bir suçu olmamasına karşın, kendini savunma çabasına düşer. Roman, K.’nın bu gizlerle dolu yargı düzeneğinin içine sürüklenmesi ve bu düzenek üstündeki denetimini gittikçe yitirmesiyle sürer… eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr ‘Kadersizlik’ ve ‘Fiyasko’nun yazarı Imre Kerstez’in son söyleşisi ‘Auschwitz her yerde!’ B AFALLATICI YALINLIK... “Kadersizlik”te, genç György, pek çok Yahudiyle birlikte bir trene bindirilerek Auschwitz kampına gönderilir. Oradan Buchenwald’de, oradan da Zeitz’taki bir başka kampta bulur kendini. Hastalanır, ölümün eşiğine gelir, ama hayatta kalır. Savaşın sona ermesiyle Budapeşte’ye döndüğünde, toplama kamplarına gönderilmemiş ve yaşanan dehşet dolu olayları yeni yeni duymaya başlamış insanlarla karşılaşır. Ne ki, tüm bunlar, roman boyunca afallatıcı bir yalınlık ve yansızlıkla anlatılır... Kafka da, Kertesz de, tümüyle özgün S A Y F A 6 n 22 bir yaklaşımla, avcıyla avı, cellat ile kurban arasındaki ilişkiyi, “kahraman”larının kapana kısıldığı sistemin soğuk çılgınlığının derinlerine dalarak anlatmayı seçerler. Belki de, aynı “soğukluk”la… 1960’ların ortalarında kaleme alınan, ama ancak 1975’te yayımlanabilen “Kadersizlik”in yazarı Kertesz’in yıllar sonra, 2002’de değer görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülü şöyle gerekçelendirilecekti: “… bireyin, tarihin acımasız keyfiliği karşısındaki kırılgan deneyimini savunan yapıtları dolayısıyla…” Böylesi bir gerekçelendirme, Imre Kertesz, on dört yaşındayken başka Macar Yahudikuşkusuz, onun yapıtlarında lerle birlikte Auschwitz toplama kampına gönderilmişti. benimsediği özgün biçeme bir açıklama getiriyor. Ama Kertesz’in, Nazi döneminde yaşanan soykırımın bir kişisel anekdotlar sorunu olmadığını, belirtilerini kendi kişisel deneyiminin çok ötesinde gördüğü bir “uygarlık kesintisi” olduğunu söylemesi; dahası, “Auschwitz her yerde!” demesi, onun özellikle “Kadersizlik” söz etmemin bir nedeni var elbette. romanında uyguladığı nesnelleştirmeyi Uzun yıllardır Berlin’de yaşayan Kerdaha da iyi açıklıyor olsa gerek. tesz, seksen beşine geliyor ve bugünlerImre Kertesz de, “Kadersizlik”in de Parkinson hastalığına karşı verdiği György’si gibi, II. Dünya Savaşı sırasınsavaşın son evrelerinde. O yüzden, da, on dört yaşındayken başka Macar Luisa Zielinski’nin, Paris Review derYahudileriyle birlikte, Nazi işgali altıngisinin Yaz 2013 sayısında Kertesz’le daki Polonya’da bulunan Auschwitz yaptığı söyleşi, bu benzersiz yazarın toplama kampına gönderilmişti. Oraokurları açısından ayrı bir önem taşıyor. dan Almanya’daki Buchenwald kamZielinski, Kertesz yorgun düştüğü için pına yollanmış, 1945 Mayısında kursöyleşiye zaman zaman ara verdiklerini tulduktan sonra Macaristan’a dönerek söylüyor. bir gazetede muhabir olarak çalışmaya başlamış, ancak ülkesinde yönetime EDEBİYATLA TANIŞMA gelen komünistlerle de uzlaşamayınca Zielinski, ilkin, edebiyatla nasıl tanışişten atılmış, geçimini çeviriler yaparak tığını, ailesinden yazar olup olmadığını kazanmaya başlamıştı. Almancadan soruyor Kertesz’e. “Ailemde yazar yokyaptığı çeviriler arasında Nietzsche’nin tu” diyor Kertesz. ”Gerçek anlamda bir “Tragedyanın Doğuşu” adlı yapıtının, tanışma da olmadı. Sanırım, her nasılsa, Dürrenmatt, Schnitzler ve Tankred altıyedi yaşlarındayken düştüm edebiDorst’un oyunlarının, Wittgenstein’ın yatın içine. Bana ne hediye istediğimi yapıtlarının bulunduğunu hemen söylesormuşlardı; ben de, nedendir bilinmez, mekte yarar var. bir günce defteri isterim demiştim. Çok “Kadersizlik”, Kertesz’in soykırımı güzel bir defterdi, o kadar güzeldi ki konu alan üçlemesinin ilk kitabıydı. pisletmek istememiştim. Zamanla, bir Onu, 1988 yılında “Fiyasko”, 1990’da şeyler yazmaya başladım, ama sonunda “Doğmayacak Çocuk İçin Dua” izleda kâğıda döktüklerimden hoşlanmaz yecekti. Kertesz’in bu üçlemesinin yanı oldum. Böylece, yazmış olduklarımı sıra, “Polisiye Bir Öykü” ve “Tasfiye” geliştirmeye koyuldum. Galiba insan adlı yapıtları ve anılarını içeren “Dosya kendi metinlerini düzelterek, kendi meK.” (Joseph K.’yı anımsatmıyor mu?) da tinlerinin üstüne kalem gezdirerek yazar çevrildi dilimize. oluyor. Sonra birden, bir de baktım, Evet, belli başlı yapıtlarıyla nicedir gerçekten yazar olmuşum.” tanıdığımız Imre Kertesz’ten şimdilerde 2013 Kertesz, bir soruyu yanıtlarken, yazmanın hayatını değiştirdiğini vurgulamadan edemiyor: “Varoluşsal bir boyutu var yazmanın ve bu her yazar için geçerlidir. İster ressam olsun, ister yazar, her sanatçının bir uyanış ânı, onu sımsıkı saran bir düşünceyi yakalayıverdiği bir ân vardır. Benim yaşadığım değişim profesyonel anlamda bir değişim değildi derin bir uyanış ânıydı.” İlk ve belki de en önemli romanı “Kadersizlik”le ilgili bir soruya yanıt verirken de, yapıtının biçeminin oluşması, dilinin kurulmasına ilişkin ipuçları veriyor bize Kertesz: “… beni her şeyden çok ilgilendiren, gerçekliğini sözcüklere dökmenin çok zor olduğu, içinde yaşadığım totaliter sistemlerdi… Neler söyleyeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu, ama ilk önce bir dil, bir biçim, son olarak da bir konu yaratırken zorlandım. Belirli bir var oluşu, totaliter bir sistemde yaşama deneyimini incelemek istiyordum. Ama bunun üstesinden biçemsel olarak nasıl gelinebileceği açık değildi kafamda… Göz önüne almam gereken üç ana etken vardı: dil, biçim ve olay örgüsü. Özellikle kahramanı bir oğlan çocuğu olduğu için kolaylıkla acıklı ve dokunaklı bir kitaba dönüşebilecek bir roman yazmaya başlamak üzere olduğumun ayırdındaydım. Ama tam da, diktatörlüklerde yaşayan herkes çocuksu bir bilisizlik ve umarsızlık durumunda kaldığı için kahramanımı oğlan çocuğu olarak seçmiştim…‘Kadersizlik’ üstünde çalışırken, Semprún’un Büyük Yolculuk’u Budapeşte’de yayımlandı. Gerçi kitap büyük övgü aldı, ama yine de Semprún yanlış bir teknik seçmişti, yalnızca en çarpıcı olayları anlatıyor ve olayların seyri içinde zamansallığı bozuyordu. Gösterişli bir yöntemdir bu, ne var ki sahici değildir. O yüzden, Semprún’un kitabı övgüleri toplayadursun, anlatmam gereken öyküye bağlı kalacaksam, yalnızca çarpıcı ve olağanüstü anları yeğlemek yerine, baştan sona, kahramanımın kendini içinde bulduğu bir durumu herhangi bir durumu dile getirmem gerektiğini anladım. Örneğin, Auschwitz’deki trenlerin boşaltığı o ünlü yirmi dakika. Tam o kadar sürmüştü ve o yirmi dakikada pek çok şey olmuştu.” Zielinski, “Yazmak, hayatta kalmanın, varlığını sürdürmenin bir yolu mu?” diye sorduğunda, “İnsanın bu acımasız totalitarizmde varlığını nasıl sürdürebileceğini anlamak için kendi hayatımı kullandığımı söyleyebilirim” diyor Kertesz. “İntihar etmek istemedim, ama doğrusu yazar olmak da istemedim, en azından başlangıçta. Yazar olma düşüncesini uzun süre dışladım, ama zamanla yazmam gerektiğini, tanığın yaşadığı şaşkınlık ve dehşeti yazmam gerektiğini fark ettim… En azından olağandışı bir şey yaşadığımı düşünüyorum, çünkü bütün o dehşet verici olayları yaşamakla kalmadım, aynı zamanda onları dayanılır, kabul edilebilir bir biçimde… anlatmayı başardım.” Zielinski’nin Kertesz’le yaptığı uzun söyleşinin tamamını Notos Öykü dergisinin gelecek sayısında yayımlayacağım. Burada, yazarın yanıtlarının birkaçından kısa alıntılar vermekle yetindim. n K İ T A P S A Y I 1227 A Ğ U S T O S C U M H U R İ Y E T