25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

67. YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ2013 ‘Bu kitap acıyı miras alan kadınların öyküsü’ ? Selda GÜNEYSU dül kazanan eserinizden söz eder misiniz? Roman temelde, Ayda adlı genç bir kadının yaşamının bunalımlı dönemini anlatıyor. Annesini ve sevgilisini kaybeden Ayda’nın sıkıntılı dönemine odaklanmış bir kitap bu. Roman Ankara’da geçiyor. Ben zaten Ankaralı biri olarak, bu kenti konu alan kitaplar yazıyorum. Kahramanımız Ayda, yetimhanede büyümüş, 1213 yaşlarına geldiğinde de annesiyle tanıştırılmış, çeşitli ziyaretlerle annesiyle ilişki kurmaya çalışan biri. Ancak ne yazık ki hiçbir zaman annekız olamamışlar. Bir yandan da çeşitli yoksulluklar yaşıyor Ayda. Yaşama tutunma çabası içinde. Derken annesi Şükran bir anda ölüveriyor. Ardından da Gurur adındaki sevgilisi, entelektüel ve sinemacı sevgilisi, Ayda’yı terk ediyor. Ayda da bu terk edilişin ardından yaşamla yüzleşmeye, hesaplaşmaya başlıyor. İşte bu hesaplaşma romanda çetrefilli bir şekilde inceleniyor. Roman Ayda üzerinden kadın sorunlarına da eğiliyor diyebilir miyiz? Elbette. Her ne kadar bir romanda bireysel konuları anlatmaya çalışsak da bunun ucu mutlaka toplumsal sorunlara dayanıyor. Bundan kaçış yok diye düşünüyorum. Bu kitapta kadınları da anlatmaya çalıştım. Çünkü kadınlar her zaman bizimki gibi Doğulu geleneklere sahip ülkelerde ötekileştirilmiştir. Dinin de baskısı bu ötekileştirmeye yansıyor. Mesela Ayda’nın annesi Şükran’ın yaşadığı sıkıntıları, yoksulluğu, sahipsizliği bir miras gibi kızına devretmesi gibi... Yani Ayda ta en başından, annesin Yetimhanede büyüyen, barlarda şarkı söyleyerek yaşamını kazanan bir genç kız Ayda. Henüz on ikion üç yaşlarındayken annesi Şükran ile tanışan, “Tam hayata tutundum” derken, bir anda annesini yitiren... Annesinin ölümünün ardından da “entelektüel, sinemacı” sevgilisi tarafından terk edilen... Annesinin ördüğü “mavi kazak”la yeniden yaşama tutunmaya çalışan, bu süre zarfında yalnızlıkla, yaşam sorunlarıyla boğuşan bir genç kız. Yunus Nadi Roman Ödülü’ne değer görülen yazar Sibel K. Türker’in “Hayatı Sevme Hastalığı” adlı ilk romanı, yazarın deyimiyle biraz “melankolik”, biraz da “psikolojik”. Kitap, Ayda üzerinden toplum tarafından “ötekileştirilen, terk edilen, acılara gebe, kalabalıklar arasında yalnızlığa itilen” kadınların da bir dramı aynı zamanda. Ta en başında, annelerinden “acıyı miras alan kadınların öyküsü...” Sibel K. Türker, 1968’de Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Uğur Mumcu Araştırma Gazetecilik Vakfı (um:ag) seminerlerine katıldıktan sonra öykü yazmaya başladı. Şiirleri Sonbahar dergisinde; denemeleri Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta; öyküleri ise Hayalet Gemi ve Adam Öykü’de çıktı. İlk kez 2005 yılında, “Öykü Sersemi” adlı kitabıyla “Yunus Nadi Öykü Ödülü”ne değer görüldü. En son çıkan kitabı Hayatı Sevme Hastalığı ile Yunus Nadi Roman Ödülü’nün sahibi oldu. Yazar Sibel K. Türker’le 2012’nin Haziran ayında çıkan ve 2013 Yunus Nadi Roman Ödülü’ne değer görülen kitabı Hayatı Sevme Hastalığı üzerine konuştuk. SAYFA 14 ? 2 MAYIS Ö den acılı ve sorunlu bir miras almış. Zaten güzel bir geçmiş yok, güzel bir gelecek de devralamamış. Psikolojik bir roman aynı zamanda... Tabii ki. Roman kapsayıcı bir sanat, edebiyat dalı. İçinde biraz felsefe, biraz sosyoloji, biraz da siyaset vardır. Bütün bunların bir toplamı bana göre roman. “İYİ BİLDİĞİM BİR YERİ YAZMAK İSTİYORUM” Eserlerimde genellikle mekân olarak Ankara’yı konu ediniyorum dediniz... Bir tek Meryem’in Biricik Hayatı adlı kitabımda belli belirsiz İstanbul’u mekân olarak kullandım. Ankaralıyım. Romanlarımda da Ankara’yı kullanmaktan büyük keyif alıyorum. Çünkü Ankara ne yazık ki İstanbul’un şaşaası yanında sönük kalıyor. Ben de inadına bu kenti kullanıyorum. Bir de iyi bildiğim bir yeri yazmak istiyorum. İstanbul’u ve o kentin dilini çok kavrayamadığım için de kitaplarımda mekân olarak Ankara’yı kullanmayı tercih ediyorum. Romanı yazarken Ankara’nın hangi mekânlarından söz ettiniz? Spesifik mekân adları yer alıyor mu? Aslında benim yapıtlarımda karakterler daha çok kapalı mekânlarda yaşıyorlar. Apartman ve ev içleri gibi... Eserde çok mekân geçmese de, Ayda aynı zamanda barlarda şarkı söyleyen de bir karakter olduğu için, Tunus Caddesi, caddeye açılan o yollar, Paris Caddesi civarı geçiyor kitapta. Ancak ben duygu olarak Ankara’yı yansıtmayı doğru buldum. Ayazıyla, ağaçlarıyla, çıplaklığıyla, gri rengiyle... Ankara bu anlamda Ayda’nın yalnızlığına yakışan bir kent oldu. Bugüne kadar kaç kitap yazdınız? Bu kitaplarınız daha önce de ödüle değer görülmüş müy dü? On kitap kaleme aldım. Öykü Sersemi isimli öykü kitabım da 2005’te Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görülmüştü. Bir de başka bir kitabımda Haldun Taner Öykü Ödülü kazanmıştım. Ben genellike öykü yazdım. Ödüle değer görülen Hayatı Sevme Hastalığı adlı kitabım ilk romanım benim. Hatta ödül almadan önce kendi kendime düşünüyordum, “Hayat beni öykü yazarı olarak istiyor galiba. Romanım ödül almıyor” demiştim. Bir yazarın eserlerinin ödül alması o yazara ne tür katkı sağlar? Yunus Nadi Ödülü çok önemli bir gelenek edebiyatımız açısından. Bazen yazarlar kendilerinden emin olamazlar. “Ben gerçekten yazar mıyım” diye sorarlar kendi kendilerine. “Ürettiğim eserler edebiyat çevrelerine ses veriyor mu?” diye... Bu ödüller bir yazara “devam etme gücü” sağlıyor bana göre. Özellikle de Yunus Nadi Ödülü gibi saygın bir ödül. Belki klişe olacak ama bu ödülü hiç beklemiyordum. Sürpriz oldu. Beni bu ödüle değer gören tüm jüri üyelerine çok teşekkür ediyorum. “SİSTEM SİZİ ÖTEKİLEŞTİRİYOR” Günümüzde “popüler olan ve olmayan yazarlar” diye bir ayrım var. Sizce nedir bu “popüler yazarlık?” Sanırım dünyada böyle bir ayrım var. Ancak bilinmeli ki iyi edebiyatın alıcısı da her zaman azdı. Bu dönemler kadar vahşi dönemler de görülmemişti. Ben kurda yedirildiğimizi düşünüyorum. Çünkü eşitlik yok. “Popüler” diye adlandırılan yazarların reklam pastası çok geniş. Onların kitapları deyim yerindeyse insanların gözlerine sokuluyor. Böyle bir adaletsizlik can sıkıcı ancak edebiyat yolcusu yazarlar “çok popüler olmayı” da arzu etmiyor. Okunmayı, sevilmeyi istiyorlar ancak bu satış anlamında değil. Böyle kaygıları yok. Ben sadece insanlar adına üzülüyorum. Hele de kitap diye nelerin, ne pespayelerin insanlara tanıtıldığını düşünürsek... Peki, siz genellikle yaşadıklarınızı mı kaleme alırsınız? Bana göre hiçbir yazar çok net olarak yaşadıklarımı mı yoksa düşündüklerimi mi kaleme alıyorum diye düşünmez. Başkasını mı yazıyorum diye sormaz. Sıralamalar biraz karışıktır bu yaratımda. Ben asla kendimi yazmıyorum mesela. Ancak mutlaka geçişler de oluyordur. Karakterden yazara bir şeyler mutlaka ulaşıyordur diye düşünüyorum. Günümüz yazarlarının yayınevleriyle yaşadığı sıkıntılar var mı? Nedir mesela bu sıkıntılar? Tabii ki. Şu vahşi düzenek var ya, işte o düzenek, bizim gibi az satan yazarları eliyor. Belli başlı “starları” oluyor onların. Bu durumda “ötekileştirildiğinizi” hissediyorsunuz. Siz kitabınıza inanıyorsunuz, aslında onlar da inanıyorlar ancak yeterince üzerinde çalışmıyorlar. Çünkü var olan sistemin tanıtım ağına giremiyorlar. Reklamların da bana göre kitap satışlarına etkisi büyük. Çünkü insanların görsel algısına hitap ediyor reklamlar ve okurların tercihleri de böylece şekilleniyor. ? Sibel K. TÜRKER ROMAN Sibel K. Türker 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1211
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear