Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Eski bir gazeteci olmak hasebiyle 90’lı yıllarda medyanın çöküşüne tanıklık ettim. 12 Eylül’den sonra medya hem kendisi kirlendi hem de Türkiye’deki kirlenmenin bir ölçüde müsebbibi oldu. Bazen, siyaset konuşurken çok sinirlendiğimde, dünyanın en kötü ülkesi olmadığımızı kendi kendime hatırlatıyorum. Var tabii, berbat memleketler var. Açlık var, soykırım var, burnumuzun dibinde Putin var. Ama bu bir teselli mi bilmiyorum. Gazetelerini takip ettiğim Anglosakson ülkelerde de Almanca konuşulan ülkelerde de başbakanın kendisini telefonla aramasından zavallı bir paye çıkaran gazeteciler yok. Bir devlet büyüğünün uçağında yer kapmak için çırpınan gazeteciler de yok. Türk medyasının çöküşünün artık tamamlandığına, bundan sonra düşebileceği hiçbir yer kalmadığına inanıyorum. Neredeyse yüzde 90’ı hısımlık bağıyla ya da şu veya bu şekilde hükümete yakın bir medya türedi Türkiye’de. Bireyin tarafsız haber alma özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasiden nasıl söz edilebildiğini de anlamış değilim. Demokrasinin işlemesinin temel koşullardan biri basın özgürlüğü değil midir? Hapisteki gazetecileri gazeteciden saymamakla meseleler çözülebilseydi keşke. Tango İstanbul’da anlatmaya çalıştığım da tam da sizin ? Nil’in romanı... Konusu neredeyse bu romanına taş çıkartacak denli güçlü... Ondan bahseder misiniz? Nasıl bir hareket noktası ve tango nasıl bir metafor oluyor romanda? Beş yıl önce Arjantin’e gittim ve Buenos Aires’te Plaza de Mayo Anneleri’yle tanıştım, ilerde kullanmak üzere röportajlar yaptım. O röportajlar sırasında konusu Nil’in yazdığı romanla örtüşen bir roman yazma fikri doğdu. Belki ilerde bir gün yazarım bu romanı. Sadece kayıplar meselesi değil, Arjantin’le yakın tarihlerimiz birbirine çok benziyor. Adı üstünde “Kirli Savaş”, bizimkinden daha travmatik bir askeri darbe yaşandı Arjantin’de ama toplumsal barışı kurmayı başardılar. Biz yerimizde saymanın da ötesine geçtik, bu süreçte toplum olma niteliğini kaybettik. Durmadan yönümüz değişiyor, bir Doğu’ya, bir Batı’ya, bir Orta Asya’ya yüzümüzü dönüyoruz. Tango İstanbul, bizim bu halimize vurgu yapıyor. Kapaktaki figüre bayılıyorum. Üstünde tango kıyafeti, altında dansöz giysisi, jartiyer… Kati’nin ilgisini haylice cezbeden Armin Bey roman boyunca pek bir geri planda ama sanki yakında öne geçecek gibi görünüyor... Sonraki romanınız için bir ipucu olduğunu söylediğinizi okumuştum. Esmahan Aykol bu romanda ilk kez, gerçek hayatta karşılığı olan karakterlerle bir roman kurgulamış. Medya mensuplarının kendileri de medyanın malzemesi haline geldikleri için okura tanıdık gelecek romandakiler. söylediğiniz şey. Bu pislik, bu kirlenme herkesin üstüne sıçrıyor. Hepimiz hem fail hem de kurbanız. Roman kişilerinizin başlarına ne gelirse gelsin kırılgan, duyarlı, gelgitli ama arızalı değil... Yanıldım mı? Kahramanların hiçbiri mutlak kötü ya da mutlak iyi değil ama kötülükleri zararsız: Birbirlerine sataşıyorlar, dalga geçiyorlar, iğneliyorlar, uygulamaya koymadıkları minik, hain planlar yapıyorlar. Türkiye’de insan ilişkileri o kadar sertleşti ki benim kahramanlarımın naif kaldığını söylemek yanlış olmaz. Mesela Kati, yalan söyleyen birini gördüğünde tepki duyabiliyor, “İşte yeni düzenin şekillendirdiği insanlarımız: Siyasetçisi de, sokakta gezinen adamı da aynı rahatlıkla yalan söylüyor” diyor. Bütün bu pespayeliğin, ahlaki çöküşün ortasında Kati, çevresindeki birkaç arkadaşıyla birlikte direniyor. Kanıksamaya, alışmaya, kabullenmeye direniyor. Bence hiç yanılmadınız, Kati “arızalı” falan değil, doğru düzgün bir insan. Kitabevinde işler iyi gidiyor, başını sokacak bir ev de satın aldı ama Kati’nin aşk hayatı berbat. Hep bir sevgili arayışı içinde ama bir türlü hayatının erkeğini bulamadı. Bu romanda makus kaderini aşmış gibi görünüyor, en azından Armin Bey’le bir yemeğe çıkacağı garanti. Aslında, doğrusunu isterseniz, henüz yazıya dökülmedi ama zihnimde yemeğe çıktılar bile. Yeni romanda bir yandan bu aşk hikâyesi yürüyecek. Ama asıl olarak, İstanbul’daki Afrikalı göçmenlerin arasında geçen bir roman olacak. Uzun uzun araştırma yapmayı seviyorum. Gazetecilik yaptığım dönemden kalma bir alışkanlık olsa gerek. Tango İstanbul’u yazmak için romanın geçtiği Nişantaşı sokaklarını az arşınlamamıştım. Yeni roman için de Tarlabaşı’nda epey zaman geçirdim. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Tango İstanbulBir Kati Hirşel Polisiyesi/ Esmahan Aykol/ Mephisto Kitaplığı/ 290 s. Yapı Kredi Yayınları 22 KASIM 2012 ? SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1188