Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Antonio Tabucchi’den ‘Zaman Hızla Yaşlanıyor’ Zamanın bilinçaltına yolculuk Birkaçı benekli olan on kadar kır atın her hareketi karakterin duygularını betimler. Solaris Okyanusu, kendisi üzerinde çalışma yapanların geçmiş yaşamlarını, korkularını, sakıncalı düşlerini somutlaştırarak insanların karşısına çıkarır. Bu yüzleşmeyi Tabucchi kurgularında da görürüz. “Bulutlar” adlı öykü bu konuda oldukça verimli bir çalışma. Plajda, gölgede oturan eski bir askerle bir kız çocuğunun diyalogları üzerine kurulmuş olan bu öykü, Salinger’ın Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün öyküsündeki eski asker Seymour ile küçük kız Sybil’den yola çıkılarak kurgulanmış sanki. Salinger öyküsündeki plajdaki sahne ile karakterlerin özellikleri “Bulutlar”da çıkıyor karşımıza. Tabucchi’nin küçük karakterinin adı Isabella. O da Sybil gibi plajda güneşlenmeden oturan adama denize girip girmeyeceğini soruyor. Her iki öyküde de diyalogları başlatan küçük kızlar. Sıradan bir gevezelikle, gündelik olaylar hakkında konuşulurken karakterlerin yaşamlarının önemli olaylarıyla ilgili gizleri açığa vurmaları öyküleri birleştiren noktalar. Salinger bunu üstü kapalı bir tutumla gerçekleştirmişti. Tabucchi, kişilerinin gizlerini açmaları için onlara fırsat tanıyor. Bu öyle bir noktaya geliyor ki, farklı yaşlardaki iki kişinin de bilinçaltında saklanan korkularıyla yüzleşmesi sağlanıyor. GEÇMİŞTE YAŞAYABİLMEK “Bükreş Hiç Değişmedi” adlı öykünün kaleme alınışını Münir Göle’nin bir fotoğrafına borçlu olduğunu söylüyor yazar. Zamanın bilinçaltına süzülen bu nefis öyküde yaşlı bir adamla oğlunu bir araya getiriyor Tabucchi. Yahudi soykırımından, toplama kamplarından geride kalanları içinde yaşadığı zamanla karşılaştırarak anlatıyor. “Çember” öyküsünde anıların bir sonraki kuşakları bile etkilediğini görmüştük. Bu öykünün kahramanı ise daha önce anlatılan durumu tartışıp açıklayarak şöyle diyor: “Anılarını başkalarına anlatmak isteği duyduğunda onlar anlattıklarını dinlerler ve belki de her şeyi, en ufak ayrıntısına değin anlarlar ama o anı gene de senin kalır ve yalnız senin, başkalarına anlattın diye başkalarının anısına dönüşmez, çünkü anılar anlatılır ama devredilemez, aktarılamaz” (s. 112). Geçmişte yaşayabilmek için verilen mücadele karşısına bugünün uzun yaşayabilmenin, sağlıklı ve güzel kalabilmenin mucizevi formüllerini bulma yolundaki mücadeleyi koyuyor yazar. Aragon’un ölülerin sofraya oturduğu, kumdan şatoların yapıldığı, kurtların köpek yerine konduğunu söyleyerek betimlediği anlamsız zamanlardaki yitip giden ile onu yitiren arasındaki ilişkiyi vurguluyor. Requiem’de yaşayan kişilerle ölülerin hayaletleriyle konuşarak bilincin katmanlarını su yüzüne çıkarmıştı Tabucchi. Fernando Pesooa’nın Son Üç Günü’nde ölüm döşeğindeki Pessoa’yı dış kimlikleriyle buluşturmuştu. Ufuk Çizgisi’nde gözünde ufku taşıyan karakteri, faili meçhul bir cinayetin ardından kim olduğu belli olmayan bir ölünün kimliğinin peşine düşmüştü. Zaman Hızla Yaşlanıyor’da ise faşizmin kurbanı ölüleri anarak anılardan süzülen hayaletlerle yaşayanları, Avrupa’nın binlerce dış kimliği haline getirip onları dokuz öykünün içine sığdırıyor. Zaman Hızla Yaşlanıyor/ Antonio Tabucchi/ Çeviren: Nihal Önol/ Can Yayınları/ 134 s. HAZİRAN 2011 SAYFA 13 Tabucchi’nin Göle çevirisiyle hazırlanan Requiem, Ufuk Çizgisi, Hint Gece Müziği, Fernando Pessoa’nın Son Üç Günü, Pereira İddia Ediyor kitaplarını okumuştuk. Nihal Önol’un çevirisini yaptığı Zaman Hızla Yaşlanıyor’daki dokuz öykü zamanın insanı, kültürü, siyasal yapıyı ne denli değiştirdiğini konu ediniyor. Kişilerle toplumun zihnindeki göçlerin, savaşların, devrimlerin, soyut birer coğrafyaya dönüşen anılardaki ülkelerin, tarihle felsefenin izini sürüyor. Birbirinden bağımsız atmosfere sahip olan öyküler, izleğinin yanı sıra söz oyunları ve öze yönelik durum tekrarlarıyla birbirine bağlanıyor. Ë Fadime USLU abucchi denince hemen aklıma Stanislaw Lem ile Tarovski’nin görüntüsünde sabitlenen Solaris Okyanusu geliyor. Uçarı bir müzik eşliğinde, birbirine dönüp birbirinin içinde gezinen su zerreciklerinin sonsuz döngüsü beliriyor. Anlatısının içine girdiğiniz anda, tıpkı Solaris gibi çağrışımlarla yüklü bir yolculuğa sürüklüyor Tabucchi. Zamanı, mekânı, her ikisine bağlı gerçekleri ters yüz edip onları yeniden kurarken gerçekliğin yasasındaki özün görünmez varlığını somutlaştırıyor. Dilimize çevrildiğinde bile, anlatısının ritmindeki coşku eksilmiyor. Bir filolog olan Tabucchi, sözünü ettiği durumla sözcüklerin ahengini örtüştürürken betiği kendiliğinden duyulan bir müziği hissettiriyor. Ele avuca sığmayan bu dilin özgünlüğünü koruyan elbette çevirmenler. Art arda yaptığı çevirileriyle bize yazarı tanıtan Münir Göle, “Tabucchi’de, her zaman gecenin içinde yitmiş birinden gelen bir ses, bir ezgi vardır; ben’de keşfedilmemiş bütün olasılıkların bir yansısı olan, yalnız ve umutsuz bu ses, sadece kendini yakarır” diyor. YAPAY VE MUTLAK KORKULAR Tabucchi’nin Zaman Hızla Yaşlanıyor’daki öyküleri, Cenevre’den İsviçre kantonlarına, Almanya’dan Fransa, İspanya ve Portekiz’e Avrupa’nın özellikle İkinci Dünya Savaşı’yla geçirdiği değişime yönelip kıtanın parçası ülkelerinin kültürel kimliğini etkileyen hareketlerin üzerinde duruyor. Yirmi birinci yüzyıl insanına hiç yaşanmamış gibi gelen geçmişin acılarıyla insanların yaşam biçimlerine yön veren yapay ama mutlak korkularını karşı karşıya getirirken zaman kilit taşı işlevi görüyor. “Çember” başlığını taşıyan öykü, bir aile yemeği sahnesiyle açılıyor. Ailenin gelini, masada okuduğu şiirin ve içtiği elma şarabının etkisiyle duygularını açığa vurmaktan kaçınamayan yaşlı profesörü izlerken kendi ailesinin hikâyesini anımsar. Öykünün fiziksel zamanı, ancak birkaç küçük davranışın gerçekleşmesine imkân tanıyan birkaç dakikadır. Bu sıkıştırılmış zaman, Tunus’un El Karib bölgesinden Paris’e uzanan bir göçün üç kuşağı etkileyen üst üste yığılmış anılarıyla izlenen davranışların çağrıştırdığı imgeler geniş psikolojik zamanı doğurur. Öykünün odağındaki kadın, önce, “insanların bedeniyle ticaret yapan Arap yağmacıların da, ruhlarla ticaret yapan Katolik papazların da girmeye cüret edemedikleri çölün tam bağrından gel(en), Berberi” kökenlerini hatırlar. Uluslararası ticaretle kazanılmış üne sahip olan taşralı büyük aileyle çevrilmiştir etrafı. Buna karşılık düşüncelerinin alanına onların girmelerine izin vermez. Tabucchi, öykü anlatıcısıyla öyküyü yaşayan karakterlerinin sözlerini birbiriyle bütünleştirip mekândaki çemberin sınırlarını aşarak şöyle der: “Geniş pencereleri göle bakan bu salonda, Tanrı’nın tüm nimetleriyle donatılmış bu sofranın başında ama çölden konuşabilirdi, o zaman da, şimdi çölün ne ilgisi var, diye sorarlardı ve o da, tam karşıtı olduğu için ilgisi var, diye yanıt verebilirdi, çünkü burada sizlerin karşısında, suyla dolup taşan nefis bir göl var ve hatta gölün ortasında, suyu dikine yüz metre fışkırtan bir fıskiye bile var, benim ninem ise çocukken kumlarla kuşatılmışmış ve sabah bir testi su alabilmek için ta El Karib’deki kuyuya gitmek zorundaymış, şimdi adı bile geldi aklıma işte ve gitmek için karanlıkta üç kilometre, başındaki testiyle dönmek için de yakıcı güneş altında üç kilometre yürümek zorundaymış ve sizler suyun gerçekte ne olduğunu bilemezsiniz, çünkü ona fazlasıyla sahipsiniz” (s. 17). Ninesinin anıları, kendi yoksunluğuna götüren bir belirtidir aynı zamanda. Öteki kadınlar ailenin soyunu devam ettirecek “ürettikleri” çocuklara sahiptir. Kendisinin çocuğu yoktur. Bu eksikliği, anneliği üstünlükmüş gibi yansıtan kadınların arasında bir anda hisseder ve yaşamını yönetme konusundaki düşünceleriyle çocukluğundan taşınan imgeler sökün eder. Ninesinin anlattığı anılardaki kuraklığı bedeninde duyumsar. Bebeğin büyümesi için gerekli olan yaşamsal sıvıyı; suyu üretemediğini düşünür. Karakterinin duygularıyla paralel olan yazarın anlatımı bir noktadan sonra dizginlerinden kurtulmuş atların hızını hatırlatır. Nitekim ritmin görüntüsü de olan bir grup at öykü atmosferine girer. 30 T CUMHURİYET KİTAP SAYI 1115 CUMH