05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ na çağrıldım. Orada iki siyah pardesülü adam, sivil polislermiş, beni alıp siyasi şubeye götürdü. Yakalandığımda çantamdan Attila İlhan’ın Duvar adlı şiir kitabı çıktı bir de. Bir hafta gözaltına alındım. Akşamları eve gidebiliyordum ama ailene haber verme diyerek uyarıyorlardı. 14.5 yaşındaydım, korkudan söyleyemedim aileme. Porsuk Nehri’ne gidip intihar etmeyi bile düşündüm. Bütün gün sorguluyorlar ya da gezdirip şunu tanıyor musun, bunu tanıyor musun diye sorular soruyorlardı. Kendim yazdım, kimseyle ilgim yok diyorum ama inanan kim? Daha sonra ise iş büyüdü, evimiz basıldı, 90100 kadar kitabıma el konuldu. Babaannem sırtında taşıdığı kimi kitapları bahçeye gömmeye çalışmış, beni almasınlar diye kendini asker arabalarının önüne atmıştı. Bir ay askeri cezaevinde hapis yattım, okuldan iki arkadaşımı da getirdiler yanıma ve bize örgüt kurdurdular. İrfan Özaydın o zaman Sıkıyönetim Komutanıydı, “Vatana millete yararlı olun, protestonuzu yasal yollardan yapın” dedi. Ben en küçükleri olduğum için sanırım daha cesur konuşabiliyordum. “Anayasaya göre bizi en fazla 48 saat gözaltında tutmalıydınız, anayasayı çiğnediniz, suç işlediniz” dedim. Gülüp geçtiler. Sonra kitaplarımı geri verdiler. Kitaplarım işte Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Atttila İlhan, Che Guevera’nın Savaş Anıları… Okuldan atıldım ve dayımın çabaları sonucu liseyi “siyasi sürgün” olarak gönderildiğim Ankara’da Aydınlıkevler Lisesi’nde bitirdim yoksa eğitim hayatım bitecekti. Sonraki süreçte de hep zor zamanlarda yazdınız. Onu anlatır mısınız? 1980 öncesi ODTÜ’de öğrenciydim, faşist saldırılara karşı halkın çocuklarının kendilerini savunduğu yıllardı. Eşitlikçi bir dünyayı, özgürlüğü, yepyeni bir coşkuyu, devrim diye büyülü bir tasavvuru savunduğumuz yıllardı. Bizimki de de bir bakıma bu olmayan devrime, ütopyaya katkı sayılır. Şimdi sosyalist kalmak bile bence devrimci bir eylem sayılır, şiir yazmak da buna dahildir. Şiir yazmayı sürdürdüm. Arada başka arkadaşlar da öldürüldü, üstelik beşer, onar. Sonra Sivas’ta, Çorum’da, Maraş’ta yüzlerce insanın canına kıyıldı, oteller yakıldı, ormanlar kavruldu, köyler boşaltıldı, insanlar zorunlu göçe tabi tutuldu, yargısız infazlar, faili belli meçhuller aldı yürüdü. Şiire o nedenle hep gidenlerin, ölenlerin, yananların, yakılanların ardından yazılmak kaldı. Şiirin bir derde karşılık gelmesini istiyorum. İnsanın derdi, memleketin derdi, dünyanın derdi şairin de, şiirin de derdidir ve yazdığım şiirlerin politik olduğunu düşünüyorum. Şiirlerimdeki melankoli de bu anlamda olsa olsa devrimci bir melankolidir. 80 şiirini tam bir şiire dönüş hareketi olarak tam da bu duygularla nitelediniz. Tam da bu duygularla evet yani kim ne derse desin. 1983 şiirin, dergilerin çok yükseldiği bir yıldı. 1980 darbesi hayata doğrudan bir müdahale olduğu için, şiir bir ifade yolu olarak daha fazla sayıda insanca benimsendi, darbenin yıkımıyla insanlar şiire ihtiyaç duymaya başladı, hiç olmazsa şiirde bir teselli buldu. Şiir hayat kurtarmaz, bir yarayı iyileştirmez ama teselli edebilir en azından. O yüzden hapishanelerden, 1983’te çıkardığımız Üç Çiçek dergisine yüzlerce şiir geliyordu. Onun için 80’deki büyük yenilgiden bizim payımıza böyle bir şiir düştü; yenilginin şiiri düştü. Yenildik ve evimize döndük yani şiire. Onun için şiir eve dönmektir benim için. “ŞİİR BİR KARDEŞLİK BAHÇESİDİR” Şiirin sizin için bir kardeşlik bahçesi olduğunu biliyorum. Bunu anlatır mısınız? Şiir başka bir cumhuriyet, başka bir toprak çünkü. Divan şiirinden, halk şiirine tekke ve tasavvuf şiirine, oradan günümüzün şiirine, elbette İkinci Yeni şiirine en yakın hissederim kendimi, hepsini gelenek olarak kabul ediyorum. Solcularla birlikte şimdi İslamcı diye anılan arkadaşlıklarla da büyüdüm, edebiyattan felsefeye, sinemadan şiire, Eskişehir’de, Ankara’da, İstanbul’da pek çok yakın şair arkadaşım vardır İslami kesimden. Çoğu bana “Dede” der, Alevi Dede Ocağı’na mensup oldu ğum için. Birbirimizi biliriz, öyle kabul ederiz, hâlâ da öyle. Demem o ki, bana göre Ece Ayhan ne kadar büyük bir şairse, Sezai Karakoç da o kadar büyük bir şairdir. Metin Altıok’u ne kadar seversem Cahit Zarifoğlu’nu da o kadar çok severim. Onlar bu toprağın, bu dilin şairleri. Onun için biri sosyalist olmuş, biri Müslüman olmuş fark etmez. Öyle bakmıyorum ben. Onun için şairlerin başka bir cumhuriyet, başka bir avlu, başka bir bahçe, başka bir kardeşlik ağacı olduğuna inanıyorum. 1981’de Yaşar Miraç’ın yönettiği Yeni Türkü Yayınları’ndan çıkan ilk şiir kitabınız Karşılığını Bulamamış Sorular dışındaki tüm kitaplarınızı reklamcılık sektöründe çalıştığınız yirmi üç yıl boyunca yazdınız. Yoğun bir reklam kariyeri ama engel olamamış üretiminize… Ama çok zorladı, sekte vurdu. 1983’te metin yazarı olarak çalışmak üzere geldim İstanbul’a. Ajans Ada’da başladım. Bu arada Sırat Şiirleri’ni 1990’da yayımladıysam da onu da reklamcılıktan önce yazmıştım. 1991’de Sokak Prensesi, 1996’da Eskiden Terzi, 1997’de 40 Şiir ve Bir... yayımlandı. Yani o yirmi üç yıla dokuz şiir (seçkiler dahil on beş kitap), üç düzyazı kitabı (Eski Yazı ile dört) ve kitap olmasını bekleyen beşaltı şiir ve düzyazı dosyası sığdı. Henüz yayımlamadıklarımla beraber on yedion sekiz kitap diyebilirim, neredeyse yılda iki kitap. Yeni kitabınız Zarf geliştirilmiş baskısıyla yayımlandı... Zarf‘ı aslında Hilmi Hoca’ya (Yavuz) ithaf etmem gerekirdi, unuttum (gülerek). Radikal’de on sene “Açık Mektup” adlı haftalık yazılar yazdım. Sağolsunlar beni dört yıl önce attılar Radikal’den! Kültür sanat editörü ve Radikal’in kitap ekini de yöneten arkadaşa, çünkü Radikal Kitap’ta da yazıyordum, “Kitap ekinde yazmaya devam edeyim” dedim, “Valla bilmem ki ne derler?” dedi, bir daha da arayıp bir şey demedi. Gazeteden de kitap ekinden de telif alıyordum ve kızım Nar birkaç ay sonra doğacaktı, paraya ihtiyacım vardı. Hayat! Açık Mektuplar’ı yazmaya 1998’de başlamıştım, ilk yıl mektupların altında “zarf” diye bir bölüm vardı. Her hafta o konuyla ilgili küçük bir şiir yazıyordum, şiirimsiler... Bir gün kitap fuarında Hilmi Yavuz’u gördüm, “Haydar evladım” dedi. “Buyur hocam” dedim. “Yetmiyor mu bu kadar şiir yazdığın, kaç tane kitabın var. Kendi isminle yazıyorsun, Lina diye yazıyorsun, Hafız diye yazıyorsun. Bir de bu ne ya? Yazma evladım” dedi. Ben büyük sözü dinlerim. Gittim öbür hafta “Zarfa veda” diye bir açık mektup yazdım ve bitirdim “zarf” şiirleri yazmayı. Yani Hilmi Yavuz’un sayesinde oldu bu kitap. Bu kitap ilk kez Posta Kutusu dergisinin Kış 2004 eki olarak yayımlandı. Bu yeni ve genişletilmiş baskısına on yeni şiir ekledim. Askerlik arkadaşım Vehbi’den, şehirşiir arkadaşım Alihan’a, eşim İdil’den, Oksijen Reklam Ajansı’ndan Şule’ye; Engin Turgut’tan TurgutTomris Uyar’a; babam Kel Hasan Usta’dan Gül Anne’me; 17 Ağustos’ta yitirdiklerimizden 35 Sivas Şehidi’ne, Füsun Akatlı’dan Mehmet H. Doğan’a dek birçok adrese uğruyor mektuplar. Mektup ile şiir çok güzel buluşuyor, hani uyuyor birbirine... Hele hasreti imlerken, tren sesi, dumanı gibi metaforik sarsıntılar yaratıyor... “Bende bir mektubunuz eskiyor, büyüsün gönderirim” diyordu Lina sevgilisine yazdığı mektupta. “İki mektup yaz/ birini sev/ birini at” derken mektubun yerini bildiriyordu Hafız. Yazdığım her metne mektup gözüyle baktığım doğrudur. Bana göre her şiir ve yazı mektup. Roman olmuş, öykü olmuş, deneme olmuş önemi yok. O mektup bazılarının adresine gider, bazıları yanlış adres diye geri döner, bazıları bir zaman sonra adresini bulur. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Zarf/ Haydar Ergülen/ Kırmızı Kedi Yayınevi/ 120 s. Şiir Adımlı Bir YolcuHaydar Ergülen/ Sıddık Akbayır/ Ferfir Yayınları/ 426 s. Psikodinamik Açıdan Haydar Ergülen ve Şiiri (Ateşli Bir Hastalık)/ Yusuf Alper/ Özgür Yayınları/ 96 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1091
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear