Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Haydar Ergülen ile şiirle örülü ömrünü ve yapıtlarını konuştuk Şair Haydar Ergülen’in genişletilmiş baskısıyla yayımlanan Zarf adlı kitabı raflarda. Kitabında eşi İdil’den Engin Turgut’a, TurgutTomris Uyar’a; babası Kel Hasan Usta’dan Gül Anne’sine; 17 Ağustos’ta yitirdiklerimizden 35 Sivas Şehidi’ne dek birçok adrese uğruyor mektupşiirleri Ergülen’in. Öte yandan Haydar Ergülen şiirini derinlemesine inceleyen iki kitap da okurlarla buluştu; Sıddık Akbayır imzalı Şiir Adımlı Bir YolcuHaydar Ergülen ve Yusuf Alper imzalı Psikodinamik Açıdan Haydar Ergülen ve Şiiri (Ateşli Bir Hastalık). Ergülen’le bu kitaplar ve bağlamında ömrüne yayılan şiiri üzerine söyleştik. Ë Gamze AKDEMİR “Bu mektubu senin kalbine yolluyorum/ elyazısıyla değil külyazısıyla/ yazıyorum ilk defa güzel adını/ kardeşim benim külkardeşim/ ancak bir rüzgâr postası taşır bu zarfı/ bu uzun gecenin yanık havalarında/ Puldan hafiften, kâğıttan ince, mektuptan tez/ bu senin yazınmış meğer külünden ağır/ temmuz yandı, şiir yandı, dil yandı/ külün daha uzun sürecekmiş anılarından/ mektup yanar, zarf yanar, pul yanar bundan/ annem gibi kızıl gül yanar bundan” (KülKardeşlerim!” şiiri) skişehir’de şiirle örülmüş bir ortama açıyorsunuz gözünüzü. Şiir ta en başta merkezde... Babanız, dayınız, dedeniz. Hepsi de saz söz ve şiirle yakından ilişkide… Öyleydi, Eskişehir’de şiir ve edebiyat tutkunu arkadaşlar, ağabeyler arasında yetiştim. İlkokula giderken babam koskoca bir kitaplık oluşturmuştu. İlkokulda rahmetli öğretmenim Halil Sönmez’in teşvikiyle önemli günler ve haftalara dair şiirler yazardım. Sonraları dayımın kitaplığındaki tüm romanları, şiir kitaplarını okudum. Hatta nişanlısına yazdığı, divan şiirinin örnekleriyle dolu mektupları bile... Dedem Hüseyin Efendi Garip Musa Ocağı’ndan bir Alevi dedesiydi. Saz çalıp, söylerdi. Geniş bir kitap olacak sayıda şiirleri de vardır bende. Şiir benim için doğal bir şey haline gelmişti, dediğin gibi yazmamak olmazdı. E Ortaokuldayken Dağlarca, Necatigil, İlhan Berk, Attila İlhan, Cahit Külebi, Dıranas gibi şairlerin şiirleriyle tanışınca şiiri rafa kaldırdım. Şiire yeniden başlamam en yakın arkadaşım Şahin’in bir demiryolu kazasında ölmesi üzerine oldu. Sağ gözü görmezdi Şahin’in, ben de onunla, “sen de her şeyi Yaşar Kemal gibi soldan görüyorsun” diye şakalaşırdım. Küçük solculardık ikimiz de. Kitapçı dükkânlarında çıraklık yapar, haftalıklarımızla da kitap alırdık: Aziz Nesin’in “Ölmüş Eşek”i, Fakir Baykurt’un “Amerikan Sargısı”, Halide Edip gibi... Şahin tek gözüyle benden hızlı okurdu. Sonra İstanbul’daki trajik ölümü. Birdenbire unuttum her şeyi, buzdolabına kaldırdım adeta acıyı. ODTÜ’ye gittiğimde ise siyasi olaylar sürüyordu, arkadaşlarımız öldürülüyordu. O ölümlerle birlikte Şahin’in ölümü daha bir sarstı, 34 sene sonra çözüldüm ve Şahin şiir olup şiir uçtu zihnime. “Giden” diye bir şiir yazdım anısına. SAYFA “ŞAİRLİĞE İNANMAM, ÇÜNKÜ...” Şiirden önce hikâye yazmak istemişsiniz… Lisede ve üniversitenin ilk dönemlerinde Kafka’nın romanları ve hikâyelerinden esinlenerek 1820 kadar hikâye yazdım ve yayımlattım. Bu takma adlar konusu, hayli takma ad kullanıyorsunuz… Erkan Güçlü, Mehmet Can… “Erkan Güçlü” adıyla Eskişehir’de Deneme dergisinde “Bir Tahkiyei Havadis” hikâyemi yayımladım. Ankara’da yayımlanan Gelişme dergilerinde de yine 19717273 yıllarında yine “Erkan Güçlü”ydüm. Turgut Uyar’ın Divan’ından esinlendiğim ilk şiirim “Fahrünnisa Gazeli” yine Deneme’de, “Umur Erkan” adıyla yayımlandı 1973’te. İlk yazım 1971’de ortaokula giderken, radikal sol gazete Yeni Ortam’da “Mehmet Can” adıyla çıktı. Turan Oflazoğlu’nun Sokrates Savunuyor diye bir oyunu var meşhur, onun üzerine ama o yazıdan giderek aydınların, öğrencilerin, devrimcilerin hapse atılmalarına vurgu yapan bir yazıydı. Kendi adımla ilk şiirlerim Felsefe Dergisi ve Somut’ta çıktı. Afşar Timuçin ve Eray Canberk 1979’de Felsefe Dergisi’nde ilk şiirlerimi yayımladı. Ardından Yusufçuk, Türk Dili ve Varlık geldi. Gösteri’nin 1981’de düzenlediği yarışmada Murathan Mungan’dan sonra “Unutulmuş Bir Yaz İçin” şiiriyle Eren Ali adıyla ikinci olmuştum. Lina Salamandre ve Hafız da oldunuz… Evet o, başka bir şairin yerine yazma konusu… Hafız’ı Kıbrıs’ta askerken yazdım. Orada askerler birbirlerine “hafız” diye sesleniyordu, işte “tertip”, ‘toprak’ demek gibi. Ben de alışmıştım buna, hatta o zaman Vural Bahadır Bay rıl, Seyhan Erözçelik, Ali Günvar, Osman Hakan A. ile Şiir Atı dergisini çıkarıyorduk, döndüğümde onlara “hafız” demeye başlamışım. Hâlâ da birbirimize “hafız” deriz. Hafız tabii Doğulu bir kimlik, büyük Hafız’ın isminden esinlendim aslında. Lina da Batılı bir kimlik. Tam da benim olduğum gibi bir tarafı Doğulu bir tarafı Batılı kimlik, bir de üstüne ben Eskişehirliyim (gülerek). Ama şiir anlamında giderek kendimi daha çok Doğuya ait hissediyorum. Lina’ya da Hafız’a da kardeşlerim diye bakıyorum. Başka kimlikte yazmak derken siz kendinizi şair olarak nitelemiyorsunuz bir de. Şairliğe inanmam çünkü bana göre sayılı şair var dünyada, işte Mevlana’dır, Yunus Emre’dir, Pir Sultan’dır, Homeros’tur, Shakespeare’dir, Dağlarca’dır. Veli diyorum onlara. Onların dışında herkes şiir yazıyor diye düşünüyorum. İsteyen kendisine şair diyebilir ben demem, çünkü onca büyük varken insanın kendisine şair demesi bana fazla geliyor. Bir de Aleviliğin böyle bir felsefesi var, yani kendini önemsememek. İnsanın kendisini anlaması, bilmesi, sezmesi anlamında bir Alevi tasavvufu vardır. Onun da etkisi var. O yüzden mesela bir şiir kusurlu da olabilir, öyle isterim zaten, hayat gibi olsun. Biraz kusurlu kalsın da isterim şiir. Aksasın, bir yerde sarkmış olsun. Hepimiz kusurluyuz, hayat kusurlu çünkü. Zaten Turgut Uyar da “efendimiz acemilik” der. alınmak bile ayıptır diye düşünürüm. Yazmasam, daha çok okurdum. Çünkü şiir okumayı, şiir yazmak kadar çok seviyorum, hatta daha çok. Şair olmaya değil, şiire ihtiyacım var, çoğunlukla okumaya, ara sıra da yazmaya. Şiire ihtiyaç duyduğum için yazıyorum. Şiir, zor zamanların üstesinden gelmek için değil, zorluklara direnmek için yazdığım bir şeydi. Bir yerde demişsiniz ki “İhtiyaç halinde camı kırınız” uyarı yazısı vardır ya, şiir biraz da o uyarıya benziyor; ‘İhtiyaç halinde şiir yazınız!’” Evet, önce kendi ihtiyacımı karşıladım, bu bencillik değil ama. Kendim için yazıyorum demek, senin için yazıyorum demektir. Herkes için yazıyorum aslında, özü bu. Şiir sadece şiir olarak yazılmayan ve kendi dışında da pek çok şeyde mevcut olan bir şey. Çünkü şiirin iyi tarafı bu hatta şiirin yazılmasından çok başka şeylerde mevcut olması daha iyi. Hani iyi bir şeyi, güzel bir şeyi tarif ederken “şiir gibi” diyoruz ya işte ben ona şiirin iyiliği diyorum. Şiir zaten benim için bir edebiyat türü değildir. Şiir insan gibi bir şeydir, kardeşi, arkadaşı, çocukluğu, yoldaşı gibi bir şeydir. Şiir de bir yoldaşlık biçimidir. Şiir her insanın içindedir, her insanın ihtiyacıdır, insanla beraber doğar, şiir yazanlar onu dışarı çıkaranlardır. Ece Ayhan’ın dediği gibi “şiir şiirde kalmaz efendiler!” “Ben” demeyen bir şairsiniz. Evet bu; “ben” dememek için şiir yazıyorum. “Ben”den kurtulmak için şiir yazıyorum. Alevi felsefesi biraz da bu işte. Kurallarına uyan ve elimden geldiğince uygulamaya çalışan koyu bir Aleviyim ve orada insanın yetinme duygusunu, yokluk duygusunu, hiç olma duygusunu yani kendisini herkesten daha altta, aşağıda görme duygusunu duyumsuyorum. Öyle yazıyorum, öyle benimsiyorum. Poetikanızı iki şiirinizden örnekle özetliyorsunuz Sıddık Akbayır’a, burada da yineleyelim... Tabii, ilki “Sis” şiirimin son dizesi: “Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye?” Diğeri de “Dünyanın Diline Düşme Yoksulsan” şiirimdeki şu dizeler: “Şiirin nedenleriyle hevesin nedenleri aynıdır/ hevesin nedenleriyle kalbin nedenleri aynıdır/ şiir neye yarar bir kelime olsun/ sökemiyorsa dünyanın dilinden/ aşk kalbi yerinden edemiyorsa/ ve hevestir... geçiyorsa!/ Bak kumrular demiyle susuyor yoksullar diliyle/ mırıldanacak bir şeyin yoksa, sakın şiir yazma.” Bundan. Hayatta en çok sevdiğim şiir Edip Cansever’in “Gelmiş Bulundum”u. Bana çok uyan bir şiir. Ondan alıntıyla yazmış bulundum diyorum. Bir de bir gün şöyle düşündüm, içimde şiir yazan biri var, o ben değilim… Belki benim içimde benim yerime yazan birisi var. O zaman işte Lina oldum, Hafız oldum. İktidar biliyorsunuz şiirde de var ne yazık ki. Ben diyorum ki insan adından vazgeçebilir de. Şiirde bu iktidarları kırmak, iç iktidarımı kırmak için için de farklı kimliklerle yazdım. Bu nedenle “yazmasanız çıldırmazdınız” yani… Çıldırmazdım, delirmezdim. Bu büyük şairlere ve yazarlara özgü bir söylemdir, Sait Faik söylemiştir. Şimdi onun söylediği bir şeyi tekrar etmek, üstüne Gamze Akdemir, Haydar Ergülen’le şiirleri üzerine söyleşti. “YAZMASAM ÇILDIRMAZDIM!” Yazmış bulundum demeniz de bundan mıdır? Ülkücü faşistlerin ihbarı üzerine gözaltına alındım. Babamın kaportacı dükkânında işleri bozulmuş, o nedenle Almanya’ya gitmişti. Çocukluğumdan beri okumayı yazmayı çok sevdiğim için küçük, beyaz bir daktilo yollamıştı babam. Onunla küçük hikâyeler, şiirler yazıyordum. Ben ortaokuldayken babam Türkiye İşçi Partisi’nin Eskişehir’de üyesiydi. Babam ve dayım dolayısıyla özellikle 68 olaylarından haberim vardı ve o yaşımda da solla ilgiliydim. Hatta duvar gazetesi çıkarıyorduk okulda, canım arkadaşım, kayıp kardeşim Şahin’le birlikte Ekin diye. O zaman Fakir Baykurt’un başkanı olduğu Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS vardı. Orta ikiye giderken TÖS bir boykot yapmıştı, gittim onları destekleyen bir konuşma yaptım hatta. Atatürk Lisesi’nin birinci sınıfındayken de Deniz Gezmiş ve yoldaşlarını desteklemek için; “Deniz’ler halk çocuğudur, suçlu değil tam tersine üçü de birer kahramandır ve bu yüzden idam ne kelime, derhal serbest bırakılmaları gerekir” şeklindeki o bildirileri hazırladım. Çok naif şeylerdi, biraz da edebi şeylerdi, hepsi yarımşar sayfalık, birbirinden bağımsız metinlerdi ama içeriği ortaktı. Sınıfta arkadaşlarıma dağıtıyordum. Sıra arkadaşımın abisi Eskişehir Ülkü Ocakları Başkanıymış. Bir gün okul çıkışında 3540 kişilik ülkücü grubu beni aldılar, parka çekip sıkı bir dayak attılar. Yine de metinlerimi dağıtmaya devam ¥ edince biriki gün sonra müdürün odası “GÖZALTINDA İNTİHARI DÜŞÜNDÜM” Haylaz öğrenci Haydar’ı sorayım şimdi, daktilonuzda yazdığınız bildirileri dağıtıyorsunuz Deniz Gezmiş ve yoldaşlarına destek için Eskişehir Atatürk Lisesinde öğrenciyken ve ortalık karışıyor… CUMHURİYET KİTAP SAYI 1091