05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Thomas Mann’a dair Bir edebiyat devi Thomas Mann, asıl uzmanlık alanı Alman dili ve edebiyatı olan eleştirmen Gürsel Aytaç’ın özellikle ilgilendiği bir yazar ve Aytaç, Mann’ın pek çok eserini Türkçemize kazandırdı. İmrenilesi bir verimlilikle çalışmalarını sürdüren Gürsel Aytaç, bir kez daha Mann’a dönüyor ve Thomas Mann’ın Edebiyat Dünyası adlı eserinde yazarın edebi kişiliğini bize tanıtıyor, Mann’ı daha derinden anlamamızı ve bu anlayışla kendi dünyamızı zenginleştirmemizi sağlıyor. Yapıt bir biyografi değil, bir yazarın yaratıcılık dünyasının onun kültürel kimliği, düşünce dünyası ve aldığı kültürel etkiler ışığında çekilmiş röntgeni. Ë Erendiz ATASÜ homas Mann’ı hep hayranlıkla okumuşumdur. Geniş bir ufuk açar Mann’ın edebiyatı okurun önünde. Sol siyasi görüşlerin yandaşı olmamasına karşın, kapitalizmin eziciliğini, düzenin mimarları olan bireylerde dahi yol açtığı yıpranmayı, Buddenbrook Ailesi’nde dile getirmesi, kimi metinlerinde satır aralarından sızan Avrupalı erkek kibrine karşın, erkek dünyasınca kurban edilen kadının dramını olağanüstü bir kavrayış ve duyarlıkla dile getirdiği hikâyeleri nasıl hayranlık uyandırmasın! Mann’da hayranlık uyandıran öğe, yani özdeşleşmediği meseleleri bile kendi meselesiymiş gibi inceleyebilmesi, onun zekâsına, gözlem ve çözümleme gücüne işaret edebileceği gibi onun tüm meselelere teğet duran kişilik yapısının da belirtisidir; yazarın konusuyla, yarattığı kişilerle arasına koyabildiği sanatsal uzaklığa, yani ironiye bağlıdır. Gürsel Aytaç, ironiyi şöyle tanımlar: “Nesirde karşıtlıkları belli bir uzaklıktan, nesnel anlatım tutumuyla işlemektir bu anlamda ironinin esası (s. 48); (İroni) karşıt düşünce, karşıt algılamalar, kısacası karşıt dünyaları yan yana ya da art arda dile getirme esasındaki nesnel bakış açısının ta kendisidir” (s. 53). için hep önemli ve ağırlıklı olmuştur. Mann kendini yetiştiren kültüre eleştirel bakarken bile onu asla reddetmez ama Alman kültürüyle de yetinmez, ulusunun kültürel sınırlarının dışına açılır. Mann, en fazla Goethe’den etkilenir. Goethe’nin yazar olarak ironik tutumu, ulusal kültür sınırlarını aşan hümanizmi Mann’a örnek olur. Bir şey dışında: Mann, Goethe’nin aksine Doğu’yla ilgilenmemiş, hatta Doğu’yu yok saymış onun doğusu Rusya’dır (s. 214) her zaman bir Avrupalı olarak kalmıştır. Kanımca Mann’ın Goethe’yle edebi anlamdaki akrabalığı, aralarındaki toplumsal konum ve kimi kişilik benzerliklerinden de kaynaklanır. Toplumsal konuma geçmeden önce, “Kişilik benzerliğinin daha derin kökleri var mıdır?” diye soralım. Mann’ın ifadesine göre kendi karakterindeki iki uçluluk, ana babasından mirastır: Tıpkı Goethe gibi hayatı ciddiyetle sürdürmeyi babasından, şen tabiatı ise yine Goethe gibi annesinden alır. Gerek Mann gerek Goethe, eğitimden uzak düşmüş geniş köylü kitleleriyle siyasi anlamda rahatça gerici diyebileceğimiz ancak siyasi tutumlarına rağmen sanatçıları ve bilim insanlarını himaye etmekten hiç vazgeçmemiş toprak sahiplerinin, yani Alman aristokrasisinin arasında yer alan Aydınlanmacı orta sınıfların çocuğudur; burjuvazinin temsilcisidir her ikisi de. Ancak bu burjuvazi, Mann’ın ve Ay T taç’ın vurguladığı gibi henüz uluslarası sermaye gücünden yoksun, emperyalizm aşamasına gelememiş, ulusal burjuvazidir; azgın değil ılımlıdır. Buddenbrook Ailesi’ndeki hüzün boşuna mıdır? Azmanlaşan sermaye birikimi, belli konularda hoşgörülü bu kentli tüccarları ve fabrikatörleri ya kendine katacak ya sürükleyip yok edecektir. Mann, Alman birliğinin kurulmasının arifesinde ve hemen ertesindeki Alman şehirlerinin eleştirmeni; burjuva olmaktan kaçan bir burjuvadır. Kaçışı karşıt siyasal alana değil, kendi deyimiyle apolitik sanata doğrudur. ELEŞTİREL DURUŞ Mann, Nazizme sonuna kadar karşıdır ve yaşamını ülkesinden uzakta bir tür sürgün olarak tamamlayacaktır. Uluslararası ününü kullanacak, kurgusal yapıtlarının dışındaki yazıları ve konuşmaları aracılığıyla Nazizme karşı mücadele edecektir. Mann’ın duruşu, fildişi kulenin eteklerinde olup bitene kayıtsız bir varoluş değildir. O asla, sadece soyut güzelliği yaratmak peşinde olmamıştır. Kanımca onu büyük yapan özelliklerden biri de budur: Sonuna dek eleştirel duruş! Herhalde Mann’ı dar bir siyasal alanın destekleyicisi olmaktan uzaklaştıran öğe, tüm siyasaların sakıncalı yanlarını görebilmesi olmuştur. Çünkü o hakikatin peşindendir. Kendi sözleriyle, “hakikat araç değil amaçtır” ve Mann hakikati hakikat olduğu için sever (s. 81). Mann’ın hakikate, başka bir deyişle hayata bakışında çeşitli filozofların etkileri belirgin. Örneğin, içgüdünün ve arzunun akıl ve iradeden önde gittiğini ve hayatı acıya boğduğunu savlayan Schopenhauer. Mann’a göre, sanatçıyı sarsan, filozofun düşünme süreçleri sonunda ulaştığı bilgelik değil, onu bu sürece iten tutku ve doyumsuzluk. Schopenhauer, bedenden kaynaklanan tutkunun ve arzunun başatlığını vurgulayarak, yüzyıllardır Batı kültürünü etkileyen ve aklı ve ruhu öne alan metafiziği tersyüz GOETHE’NİN ETKİSİ Gürsel Aytaç, yapıtını, arka kapakta belirttiği üzere, biraz da okurun “Peki ama Mann’ın asıl görüşü neydi?” sorusuna yanıt aramak üzere oluşturur. Aytaç, arayışına bizzat Mann’ın kaleme aldığı yazılardan yola çıkarak başlar; dev yazarın beslendiği, bir anlamda onu yetiştiren kültürel kaynakları yani kimi edebiyatçı ve filozofların Mann’ın üzerindeki etkilerini sorgular. Az önce Mann’da arada sırada kendini belli eden kibirden söz ettim. Şimdi de Mann’ın alçakgönüllülüğüne değinmek zorundayım. Mann, aldığı kültürel etkileri açık yüreklilikle herhangi bir ruhsal karmaşaya düşmeden dile getirir. Çünkü Mann, gerek edebiyatın gerekse geniş anlamda kültür ve sanatın bir süreklilik meselesi olduğunu bilir, elbette dehasının farkındadır ama dehanın deryanın ortasında bir ada gibi ortaya çıkmadığının da bilincindedir. O nedenle Alman olmak, Alman kültürü Mann SAYFA 14 etmiş ve Mann’a göre, hayatın ve hakikatin üstünü örten örtüyü yırtmıştır (s. 84). Nietzsche’yle de hayli meşgul olur Mann; onun başkaldırısını, özgürlük arayışını takdir eder ama böbürlenmelerini itici bulur, her şeye kadir insan imgesini yadırgar; ilke adamı Mann, Nietzche’nin hayatla ahlakı birbirine zıt kabul etmesini onaylamaz. Freud’un kuramları Mann’ı yakından ilgilendirir. Freud’un içgüdülerin önemini vurgulamasının zekâyı inkâr anlamına gelmediğini, bir tür doğa tutuculuğu, yani içgüdüye boyun eğme savunuculuğu olmadığını, tersine aklın aydınlığı için mücadele etme anlamı taşıdığını belirtir (s. 101). Mann sadece edebiyat ve felsefeden beslenmez. Müzik, özellikle Wagner’in müziği onun için önemlidir. Wagner’in bestelerindeki leitmotive uygulamasının yazınsal karşılığını romanlarında dener (s. 41). Müzik, edebiyat ve felsefe ilişkisine tümüyle hâkimdir. Venedik’te Ölüm adlı novellasında Mahler müziğinin esini dile gelir. İşte Mann, bu kültürel etkileşimler alanında vermiştir yapıtlarını. O Avrupa burjuvazinin Aydınlanmacı değerlerini benimsemiş ama hiçbir şeyi sorgulamadan benimsememiş bir Almandır. Onun için yaratıcılıkta önemli olan, hiç yoktan bir şeyler ortaya çıkarmaktan çok, esin kaynağını aşan bir yapıt kurgulamaktır (s. 176). Kültürün bir akış, bir süreklilik olduğunu gören ve duyumsayan yaratıcı bir sanatçının vardığı sonuç başka türlü olabilir mi? Esin kaynağı bizzat hayatın kendisi ve aynı zamanda en geniş anlamıyla kültür olan Mann’ın eserleri kaçınılmaz biçimde kendi çağını yansıtan simgelerdir. “Yazınsallık, simgeselliktir” der Mann (s. 19). Çağının olaylarını, kişilerini, düşünce tarzlarını, tarih ve coğrafya sınırlarını aşan simgelerde yoğunlaştıran ve somutlaştıran Mann’ın simgeselliği, Aytaç’ın çalışmasının bize gösterdiği üzere çokboyutludur. Bu çokboyutluluğu, yazarın ironik tutumu sağlar ve onun birçok yapıtını, özellikle Büyülü Dağ ve Lotte Weimar’da romanlarını, Bahtin’in “çok sesli” roman tanımını bu eserleri örnekler. Mann yaratıcılığının sırrını “ılımlılık” dediği (benim teğet duruş dediğim) hayat görüşünde, hayat duruşunda bulur bir anlamda. Ona göre hayat karşısında bu ılımlı duruş, hem çekingenliği hem de özgürlüğü barındırır (s. 107). Yani çekingenlik buyurganlığı dışlayacaktır; yazar, her yanı dinleyip anlamaya çalışacaktır. Özgürlük ise onu bir ilkeye sımsıkı sadık olmanın kısıtlayıcılığından kurtaracaktır. Mann’ın hayatının dramı, burjuva tarzı ılımlılıkla Nazi aşırılığının çarpışmasıyla başlar. Tarihin Mann adlı yaratıcı bireye dayattığı ve onun hayat duruşunu fena halde sınava çeken bu çatışmanın şahsında yarattığı yıpranmayı, çelişkili ıstırabı, kendi yaşantısının esiniyle de yazan Mann, dile getirmiş midir, getirebilmiş midir? Bu sorunun yanıtını, ancak Mann’ın son eseri, Dr. Faustus dilimize çevrildiği zaman öğrenebileceğiz. “Bu ağır yükü Gürsel Hoca’dan bekleyebilir miyiz?” diye sorsam, çok şey mi istemiş olurum? ? Not: Sayfa numaraları, ‘Thomas Mann’ın Edebiyat Dünyası’ kitabına aittir. Mann’ın hakikate, başka bir deyişle hayata bakışında çeşitli filozofların etkileri belirgin. Thomas Mann’ın Edebiyat Dünyası/ Gürsel Aytaç/ Phoenix Yayınevi/ 214 s. Büyülü Dağ/ Thomas Mann/ Çeviren: Gürsel Aytaç/ Can Yayınları/ Lotte Weimar’da/ Thomas Mann/ Çev: Gürsel Aytaç/ Can Yayınları/ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1076
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear