Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Şebnem İşigüzel’le ‘Kirpiklerimin Gölgesi’ üzerine ‘Kalemimi kötülük çekiyor’ Şebnem İşigüzel iki yıl önce yayımladığı ve ses getiren Resmi Geçit romanından sonra şimdilerde Kirpiklerimin Gölgesi’yle gündemde. Bu yeni romanında on bir yaşındaki bir kızın kendi ağzından anlatılan trajedisine ve küçük yaşta çektiği acılarına tanık oluyorsunuz. Anlatıcı soğukkanlı bir anlatımı tercih ettikçe, okuru alabildiğine geriyor, midesinde bir kramp etkisi yaratıyor. Yaşadıkları öyle basit acılar değil! Aile içi şiddetten, tecavüzlere, çektirilen işkencelere kadar pek çok kötülüklerin içinde yoğrulmaya, her şeye rağmen hayata umutla bakmaya çalışan küçük bir kızın hikâyesi Kirpiklerimin Gölgesi. Şebnem İşigüzel’le oldukça sert bir metinden ve kurgudan oluşan yeni romanını konuştuk. Ë Erdem ÖZTOP eni kitabınız kısa bir roman, bir solukta alıp okunacak kısalıkta. Gelin görün ki, okurken yer yer elinize almaya çekiniyorsunuz. Okurlar için yanlış anlaşılmasın, anlatılan hikâye, okuru öyle sarsıyor, öyle acıtıyor ki belli aralıklarla ele alınıyor. Hem bitmesin hem de bir an önce bitsin isteği uyandırıyor. Üzüyor!.. İlk anda bir okur dışavurumu ya da itirafı sergilemek istedim… Neler söylemek istersiniz? İyi roman insanın ruh halini değiştirir. Sarsar. Silkeler. Kendisini unutturmaz. Bence yani... Benim mucizem bu. İnsanları romanın içine çekmek ve derin hisler uyandırmak. Romanlarıma konu ettiklerim hep kederli dertli şeyler. Aslında böylesini tercih ederek insan ruhunun inceliklerini daha fazla ortaya çıkarıyorum. Çünkü insan en aciz anında gerçekten insan olur. Ruhu bütün çıplaklığıyla ortada kalakaldığında tatlı şeker şeyler sizi uçurur. Ama benim konu ettiğim pis, tehlikeli, sert şeyler ruSAYFA 4 hun kimyasını ayrıştırır ve ortada sadece özünüz kalıverir. İşte ben yazdıklarımla insanların en derinindeki o öze dokunuyorum. Şikâyetçi değilim valla. Benimkisi bir güç gösterisi. Bir de insan en fazla etkilendiği şeyi sever. Bu ne kadar kötücül olursa olsun. Y “HAYATIN AYIBI VARDIR, ROMANLARIN DEĞİL” Masada geçmişten gelen Hanane Ay Doğacak kitabı var. Yazarı gene sizsiniz. O zaman da acıtmıştınız, kanatmıştınız okurun belleğini, gene buna benzer bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Demek ki, Şebnem İşigüzel hâlâ mutsuz ve umutsuz, ne dersiniz? “BAŞKALARININ ACILARINA Kalemimi kötülük çekiyor o kadar. YABANCIYIZ” Masasının başında romanlarını yazan kadınla bu hayattaki kadını birbirinden Biraz da okura kendi vicdanını, kısa ayırmak gerekiyor. Bir elmanın iki yarıbir hikâyeyle sorgulamaya sevk etme sıyız, aynı insanız biliyorum ama en durumu söz konusu, olabilir mi? özünde ben umutsuz değilim. Yazmak Evet, hiç kuşkusuz. Hayatın neresiniçin aklımı çelen şeyler korkunç. Alfred de gözlerimizi kapıyoruz? Kendimize Hitchcock’un korku filmleri çekmeyi “o tarafa bakma, başka tarafa bak” sevmesi gibi. Lars von Trier’in tıpkı bedediğimiz zamanlar... Bunlarla ¥ nim yapmaya çalıştığım korkunç şeyleri yüzleştirmek isterim okurumu. kendi sinemasında yapması gibi. Her sanatçı bir yola sapar. Benim romanlarımı yaratırken saptığım yol belki karanlık ve dehşetli şeylerle dolu. Ama umutsuzluk değil bu. Mutsuzluk asla değil. En temelde böyle bir romanı kusan, yazan, yazabilen bir yazar olarak mutsuz olamam zaten. Ben umut ve mutluluk doluyum. Kaldı ki roman kahramanımın da umudu var. Romanın son cümlesini düşünün. Her şeye rağmen umut dolu. Güzel olan bence bu. Hanene Ay Doğacak’tan bu yana neredeyse yirmi yıl geçti. Anlattığınız konu itibarıyla, önümüzde değişen, düzelen bir şey yok gibi sanki… Yirmi olmadı canım, onyedi yıl oldu. Önümüzdeki yıl mart ayında onsekizini Sebnem İşigüzel, “İyi roman insanın ruh halini değiştirir. Sarsar, silkeler, kendisini unutturmaz... Benim mucizem doldurup reşit olacak Hane bu. İnsanları romanın içine çekmek ve derin hisler uyandırmak” diyor. ne Ay Doğacak. Anlattıklarım itibarıyla değişen çok şey var bana kalırsa. Yine üstadları örnek vereceğim ama Hitchcock aynı filmi mi çekti? Nabokov hep aynı romanı mı yazdı? Hayır. Konu bile aynı değil esasında. Üslup ve yazarlık numaraları, okuruma oynadığım oyunlar bile çeşitleniyor. Ama Hanene Ay Doğacak’ı yazdığım günlere dönebilmek için canımı verirdim. İlk defa bir şey yaratıyordum. İçimden akıttıklarıma kendim de şaşıyordum. Büyülenmiştim. Yazmak büyülenmektir esasında. İşte bende o duygu değişmedi. Hatta o kitabınız o yıllarda sansüre dahi uğramıştı. Kim bilir, hikâyenin güncelliği gibi, başına gelen trajikomik durum bunun başına da gelebilir… Umarım hukuksal alanda bir ilerleme kaydetmişizdir!.. Sansür korkunç bir şey. On sekiz yaşından küçükler okuyamaz diyerek yasaklamak ise sansüre bulunan kılıf. Yakın zamanda birkaç kitap yasaklandı sanırım. İsmail Yerguz’un çevirisi Peri Tozu filan yanılmıyorsam. Utanç verici. Ancak sansür öyle korkunç bir şey ki bütün toplumları boğuyor. En son mesela Viyana’da belli bir zaman aralığıyla üst üste Freud Müzesi’ni gezme fırsatı buldum. İlk ziyaretimde Freud’un kokain şişesi sergileniyordu, son ziyaretimde yoktu. Belli ki sansürlendi. Bu zamanda Freud’un başına bu geliyorsa vay halimize. Bizde durum daha acıklı tabii. Kıyas kabul etmez. Hukuk değil bence bu alanda önce kafalar ilerlemeli. Çünkü... Hayatın ayıbı vardır, romanların değil. On bir yaşındaki bir kız var bu kez karşımızda, anlatıcınız. On bir yaşında ama yaşadıkları onu alabildiğine olgun bir yaşa yükselterek, soğukkanlılıkla bize içini döküyor, hikâyesini anlatıyor. Genel okur profili yazarından iyi hikâyelere alışık olduğundan belki ya da yaşanılan acı dolu günlerin soğukkanlılıkla anlatılışından belki de irkiliyor, sarsılıyor, öfkeleniyor, ne dersiniz? Belki de ben öyle düşünüyorum… Herkesin ruhunun karanlık tarafı vardır. Ben o karanlığı anlatıyorum. Şeker şurup şeylere bayılan okurun da ilgisini çekiyor bu. O açıdan okur sizin dediğiniz gibi sarsılıp irkilse de merak ediyor. Roman kahramanının soğukkanlı anlatımı okurunu daha fazla etkiliyor yine bana kalırsa. Kirpiklerimin Gölgesi’ndeki acıyı çoğaltan şey de bu aslında. Kahramanın sakin sessiz anlatımı. Hepimiz kendi iç dünyamıza kaydığımızda aynı sesizliği buluruz çünkü. Başımıza gelen felaketlerle sesizce defalarca yüzleşiriz kendi iç dünyamızda. Bu roman hislerle, hissedilenlerle, en derinimizde gizlediğimiz kendi dünyamızla hesaplaşmak için bir damar buluyor. Bu durumda öfke elbette kaçınılmaz olur. İnsan bilmediği şeyler karşısında öfkelenir ya da itiraf edemediği şeylerle karşılaştığında. İnkâr ettiği şeylerin yükü altında ezilirken öfkelenir. Roman bunu başarıyla yapıyor. Ama asla okuruna eziyet etmiyor. Çünkü benim romanım bir okuma şenliği sunuyor okuruna. Kendini okutuyor, merak ettiriyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1072