Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bülent Aksoy’dan bir başvuru kitabı: Hikâye Sanatı Üstüne Yazılar Hikâye Sanatı Üstüne Yazılar’ı okuyunca, “Bundan böyle cehalette inat edenlerin bahaneleri kalmayacak!” dedim kendi kendime. Bu kitap, hikâye sanatını “Olmuş ya da olması mümkün olan olayların” diyerek açıklamaya kalkan “yazmadan kâtip, gezmeden seyyah”lara bir yanıt. Bülent Aksoy Ë Aydoğan YAVAŞLI arık Dursun K., ikili bir söyleşimizde “Hikâye, romandan zordur,” demiş ve eklemişti: “Ben, tembellik yapmak istediğim zaman romana yönelirim. Hikâyede benim için zor olan, ilk cümledir. İlk cümleyi buldum mu, gerisi tamamdır. Gerçekten de hikâye, karanfil ister.” Bunları söylediğinde hikâye sanatı üstüne yeterince kafa yormadığımı, yanı sıra yazmayı denemediğimi söylemek isterim. Ancak geçen zaman içerisinde her şey, onu belki de yalnız benim özel tarihimde haklı çıkardı. Yazma denemelerine giriştiğimde, o zamana değin birkaç şiir kitabı yayımlamış olmama karşın hikâye yazmanın öncelikle ve özellikle çok okuma istediğini kavradım. Daha sonra yaşadıklarım, tartışmasız birer hüzün kaynağıdır benim için. Bu gerçeği başka bir yazımda açıkladım; doğrusu, beklediğim (gerçekten beklemiş olabilir miyim artık?) tepkileri alamamıştım. Çünkü o yazımda naçizane; Herman Hesse’i, Thomas Bernhard’ı, Thomas Mann’ı, J.D.Salinger’i, Maupassant’ı, Çehov’u, O.Henry’i filan okuduktan sonra bulunduğum yere bakıp neredeyse yazmayı bırakacak noktaya geldiğimi, adı öykücüye çıkmış kitap ehli bazılarının nasıl olup da bu yazarların yazdıklarını okumadan piyasada (evet piyasada!) arzı endam ettikleri, okumuşlarsa nasıl olup da o pespaye metinleri hikâye diye gözümüze gözümüze sokabildiklerini anlayamadığımı belirtmiştim. Sonra? Sonra Bülent Aksoy’un yayıma hazırladığı Hikâye Sanatı Üstüne Yazılar kitabını okuyunca, “Bundan böyle cehalette inat edenlerin bahaneleri kalmayacak!” dedim kendi kendime. Neden? Çünkü bu kitap, hikâye sanatını “Olmuş ya da olması mümkün olan olayların” diyerek açıklamaya kalkan “yazmadan kâtip, gezmeden seyyah”lara iyi bir yanıt. Bundan böyle benim gibi cahillerin elinde bu kitap olacak ve bu kitapta hikâye yazma/anlama sanatı üstüne Edgar Allan Poe’den, William Faulkner’a; T Vladimir Nobokov’dan Katherine Mansfield’e on dokuz ustayla yüzleşecek. Bir anlamda boyunun ölçüsünü alacak. Kitapta altını çizdiğim yerlerden küçük bir alıntı: E.A Poe’dan başlayalım. “Eserin bütününde doğrudan doğruya ya da dolaylı yoldan, yazarın önceden tasarladıklarına hizmet etmeyen tek kelime bulunmamalıdır.” Poe’ya ötelerden Guy de Maupassant da katılıyor: “Yazarın birtakım ayrıntıları ayıklaması gerekir; bu gereklilik, gerçekçi denilen edebiyatın ‘gerçeğin tamamı’ kuramına ilk darbeyi vurur.” Anton Çehov ise dostu S. Suvorin’e yazdığı bir mektupta gerçekten ilginç bir saptama yapıyor: “At çalmak kötü bir şeydir, dememi istiyorsunuz. Ama bu zaten ben söylemeden de yıllardır bilinen bir şey. Bırakın yargıçlar yargılasın onları; benim görevim sadece onların ne tür insanlar olduğunu göstermek.” Okumanın tam da burasında, bundan tam yirmi bir yıl önce Attilâ İlhan’la aramızda geçen bir konuşmayı anımsadım. Ona, yazdığı romanlardaki hemen hemen bütün “tip”lerin cinsel planda neredeyse sürekli sapkınlık yaptıklarını, bu durumun bazı okurlarda onun karakterine ait bazı yanlış değerlendirmelere yol açtığını söylemiştim. Güldü. “Peki, sence Agatha Christie katil miydi?” dedi. “Öyle ya, romanları seri katillerden geçilmiyor.” Gelelim Margaret Atwood’a… Atwood’a göre bir hikâye bizi etkiliyorsa, güzeldir. Yazısının bir yerinde “Kişinin meramını anlatması yetmez, hikâyeyi de anlatmak gerekir” diyor. Dershanelerde, komik ve yararsız bulduğum atölyelerde yazarlık öğrenmeye ve öğretmeye çalışanlara Flannery O’Connor’ın bir çift sözü var: “Bence hikâye yazmayı öğrenebilmek için tek yol hikâye yazmak, daha sonra da ne yaptığınızı keşfetmektir.” Hikâye sanatı üstüne bu yazıyı Dostoyevski’nin bir sözü ile bitirmek belki de en doğrusu olacak: “Hikâye, sözcükleri kusarak değil, yutarak yazılır.” ? Hikâye Sanatı Üstüne Yazılar/ Yayıma Hazırlayan: Bülent Aksoy/ Pan Yayıncılık/ 140 s. SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1043