Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Sinemanın mükemmeliyetçi dâhisi: Stanley Kubrick Kubrick, film çekmenin kendisi için en zor yanının filmini çekmeye değer bir metin bulmak olduğunu vurguluyor her röportajında. Kendisi orijinal senaryo yazamadığı için yaptığı tüm filmlerin bir kitap okumasıyla başladığını söyleyen Kubrick için her şey, okuduğu bir kitabın onda, “Bu harika bir hikâye, acaba filmi çekilebilir mi?” düşüncesi uyandırmasıyla başlıyordu. Ë Neşfa DERELİ yecekti. Çünkü kurgu sadece sinema sanatına has, başka hiçbir sanat dalında olmayan bir özellikti. Üç kısa filmle başlayan yönetmenlik kariyeri, insanların ve dünyanın gidişatı konusundaki karamsarlığının ön plana çıktığı, çok ses getiren filmlere doğru yol aldı. 1928 yılında Bronx’da doğan Kubrick, on üçüncü doğum gününde doktorluk yapan babasının hediye ettiği fotoğraf makinesiyle yeni bir dünyayla tanıştı, başarılı bir öğrenci olmayan ve üniversiteye girme ümidi taşımayan Kubrick için bu hobi önemli bir dönüm noktasıydı, henüz liseden mezun olmadan Look dergisine iki fotoroman sattı. Look dergisindeki dört yıllık kariyerinde hazırladığı fotoromanlardan biri olan ve orta siklet boksör Walter Cartier’i anlatan bir kısa film çekmek üzere yola koyuldu. Dergiden kazandıklarından biriktirdikleriyle çektiği Day of the Fight (1951) adlı bu ilk kısa filmini maliyetinden sadece 100 dolar fazla bedelle PKO Pathé’ye sattı. Hemen ardından The Flying Padre (1952) ve The Seafarers (1953) adlı kısa filmleri geldi. Uzun süre teklif bekleyen ve bu süreyi Washington Square’de bir çeyrek karşılığı satranç oynayarak geçiren Kubrick nihayetinde her hafta sinemada izlediklerinden daha kötü bir film çekemeyeceğine karar vererek ilk uzun filmi için çalışmaya başladı. Babasından ve akrabalarından aldığı borç parayla ilk uzun filmi olan ve düşman hattının gerisinde kalan askerin anlatıldığı Fear and Desire’ı (1953) çekti. Film birkaç iyi eleştiri alsa da, maddi anlamda Kubrick’e herhangi bir getirisi olmadı. Kubrick cesaretini kaybetmeyi reddederek bir arkadaşıyla birlikte senaryosunu yazdığı ikinci uzun filmi Killer’s Kiss’i (1955) çekti. Gerekli parayı yine bir akrabasından bulan Kubrick’in şansı bu defa da yaver gitmedi fakat kısa süre sonra, yıllar boyu sürecek bir ortaklık kuracağı ve The Killing (1956), Paths of Glory (1957) ve Lolita’yı (1962) çekeceği James B. Harris ile tanışıp HarrisKubrick Corporation’ı kurdu. Başrolünü Sterling Hayden’ın üstlendiği ve bir grup hırsızın soygun yaparak köşeyi dönme planlarını konu alan The Killing’in (1956) ardından savaşın kötücüllüğünü anlatan Paths of Glory’yi (1957) çekti. Bu film, Kubrick’in ileriki yıllarda çekeceği dünyanın, toplumun ve bireylerin kötü gidişatını konu alan filmlerinin habercisi niteliğindeydi. Film çok sayıda olumlu eleştiri aldı ve maddi anlamda başarılı sayılabilecek bir filmdi. Birkaç yıl sonra, yönetmeninin Kirk Douglas’la anlaşamayıp görevi bırakması üzerine kendisine gelen teklifi değerlendirip Spartacus (1960) filmini yönetti. Sonrasında Nabokov’un, üvey babanın kızına duyduğu aşkı anlattığı Lolita romanının film haklarını satın aldı, fakat filmi çekmek için para bulmakta zorlandı çünkü bu filmin çekilmemesi yönünde toplumun çeşitli kesimlerinden ciddi anlamda baskı vardı. Nihayetinde maddi sebeplerden dolayı ve ayrıca sansür sorununu azaltmak için filmi çekmek üzere Londra’ya gitti. 1962 yılında gösterime giren Lolita, beklenildiği gibi büyük yankı uyandırdı. Kubrick bu filmle birlikte Londra’ya yerleşti ve filmlerini burada çekmeye başladı. Londra artık onun film üssü olmuştu. Berlin duvarının inşasıyla birlikte nükleer silahlara ilgisi artan ve bu konuda eline geçen her şeyi okumaya başlayan Kubrick, aslında ciddi bir roman olan Red Alert’dan bir komedi yaratarak ironiler A merikan sinemasının gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerinden biri olarak kabul edilen Kubrick, yönetmen olarak kendine has bir sınıfta yer alıyordu. Büyük stüdyolarda küçük görevler üstlenmeden, kimseye asistanlık yapmadan doğrudan yönetmenliğe başlayan Kubrick, film yapma sürecinin her noktasını kendi kendine öğrendi ve filmlerini hemen hemen hiçbir çağdaşının sahip olamadığı bir özgürlükle çekti. Mükemmeliyetçiliği ve kontrolcülüğüyle ünlü olan Kubrick, filmlerini çekerken senaryo yazımından oyuncu seçimine, film müziklerinden kostüm ve dekor tasarımına, kurguya dek prodüksiyonun her aşamasını denetliyor ve nadir görülen bir titizlikle çalışıyordu. Sinemaya o denli tutkuyla bağlıydı ki, ailesiyle yaşadığı evin çoğu odası film yapımına ayrılmıştı. Agora Kitaplığı’ndan çıkan kitapta Kubrick, film çekmenin kendisi için en zor yanının filmini çekmeye değer bir metin bulmak olduğunu vurguluyor her röportajında. Kendisi orijinal senaryo yazamadığı için yaptığı tüm filmlerin bir kitap okumasıyla başladığını söyleyen Kubrick için her şey, okuduğu bir kitabın onda, “Bu harika bir hikâye, acaba filmi çekilebilir mi?” düşüncesi uyandırmasıyla başlıyordu. Kimi filmlerinin arasında uzun yıllar olmasının sebebi, bu süreçte okuduğu metinler arasında karşısına filmini yapmaya değer bir şey çıkmamasından kaynaklanıyordu. YOLUN BAŞI Kendisine film çekme sürecinin en sevdiği noktası sorulduğunda, kurgu di le dolu Dr. Garipaşk’ı (1964) çekti. Filmde tesadüfen çıkabilecek bir nükleer savaş mizahi bir dille anlatılıyor. Bu filmden dört yıl sonra bambaşka bir dünyaya, aya yolculuğa adım atan Kubrick, 1968 yılında 2001: Bir Uzay Yolculuğu adlı filmini tamamladı. Güçlü görsel efektleri olan filmin ilk gösteriminden sonra yapılan eleştiriler oldukça kötüydü. Eleştirmenlerin neredeyse tamamına yakını filmi yerden yere vurdu. Kubrick filmi elden geçirip yaklaşık on dokuz dakika kısalttı, sonrasında film kapalı gişe oynamaya başladı, bunun filmin sadece on dokuz dakika kısalmasıyla ne kadar ilgili olduğu su götürür, ancak film aylarca vizyonda kaldı ve çoğu izleyici filmi en az iki defa seyretti, film büyük bir gişe başarısına ulaştı. Bu filmin ardından gelen, Anthony Burgess’ın aynı adlı romanından uyarlanan, çetesiyle birlikte zevkle suç işleyen Alex’in kahramanı olduğu ve karamsar bir geleceğin ön görüldüğü Otomatik Portakal (1971), gösterildiği ülkelerde büyük yankı uyandırdı, sert tepkilerle karşılandı; film gençleri şiddete teşvik etmekle suçlanınca Kubrick, 1974 yılında filmini gösterimden çekti. Ardından, geçmişe gidip Makepeace Trackery’nin bir on sekizinci yüzyıl çapkının hikâyesini anlattığı Barry Lyndon’ı filme çekti. Birçok tarihi filmin aksine, Barry Lyndon’da karakterler tarihi bir dönemde yaşıyor, fakat ölmüş bir geçmişin değil yaşayan bir şimdiki zamanın parçası oluyorlardı. Bunu Stephan King’in aynı adlı romanından uyarladığı The Shinning (1980) ve Gustav Hasford’un Tet saldırısını anlattığı anı/roman The Short Timers’dan uyarladığı Full Metal Jacket (1987) adlı filmleri takip etti. Full Metal Jacket savaşa katılmayanları, Amerikan yönetiminin savaşı askerlere ve yurttaşlara nasıl pazarladığıyla ve savaşın sert, gerçekçi yüzüyle karşı karşıya getirdi. Full Metal Jacket’dan tam on iki yıl sonra Kubrick son filmi olan ve Arthur Schnitzler’in Traumnovelle adlı romanından uyarladığı Gözleri Tamamen Kapalı’yı (1999) çekti. Filmin son baskısını Warner Bros.’a teslim ettikten dört gün sonra yaşama veda etti. BİR MÜNZEVİ Mİ? Doğum gününde babasının hediye ettiği fotoğraf makinesinin tüm geleceğini şekillendirdiği Kubrick, gözlerden uzak bir yaşam sürdü. Fazla röportaj vermediği ve özellikle son filmlerinde dünyanın, insanların ve sistemin aksayan yönlerini ortaya koyduğu için insanlardan nefret eden bir münzevi olarak görülmüş olsa da kendisi verdiği tüm röportajlarda bunu şiddetle reddetti. Zamanını ya film çekerek ya da filmini çekmeye değer bir öykü bulabilmek için durmadan okuyarak geçirmiş ve ömrünü sinemaya adamış olan Kubrick, hem çağdaşı olan hem de yeni kuşak yönetmenler arasında kendine has bir sınıfta yer almayı başarabilmiş nadir yönetmenlerden biri oldu. ? Stanley Kubrick/ Derleyen: Gene D. Phillips/ Çeviren: Neşfa Dereli/ Agora Kitaplığı/ 266 s. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 996