Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Otuz iki kısım tekmili birden İlhan Berk Dokunduğu her şey şiir 2008 yılı edebiyat dünyamız için büyük kayıplarla anılacak bir yıl oldu. Önce Mehmet H. Doğan, ardından Fethi Naci, şimdi de İlhan Berk. Arkalarında yapıtlarını ve sevgilerini bırakarak ayrıldılar dünyamızdan. Onları hep özlemle anımsayacağız. İlhan Berk, Sevgili Memet Fuat’ın deyişiyle ‘dokunduğu her şeyi şiire çevirip’ bıraktı bize. Yapıtı ve anısı önünde saygıyla eğilerek… Ë Sıddık AKBAYIR Ankara’da apartmanların zilini çalıp karşısına güzel bir kız ya da kadın çıktığında “Ünlü şair İlhan Berk burada mı oturuyor?” diyerek reklamını yaptığı söylenir. Kendisine bunlar hatırlatıldığında ilk dönemlerde inkâr eder ve üzülür, sonraları sadece gülümser.(1) *** Kırşehir’den Ankara’ya her gelişinde şiirlerini arkadaşlarına okumak, okutmak için şairlerin takıldığı meyhanelere uğrar. Ismarladığı içkilerin parasını ödemeden oradan uzaklaşır. Arkadaşları, çoğu zaman zor durumda kalıp senet imzalayarak dışarı çıkabilirler. Bu kaçışlardan birinde Can Yücel’e yakalanır. Bu tür toplantılarda, önce ikramda bulunup sonra ortadan kaybolduğu için hesabı ödeyinceye dek göz hapsinde tutulduğu olur.(2) *** İstanbul’da Bebek tramvayında kitap okuyan bir gence “Şair İlhan Berk’i tanıyor musun?” diye sorar. Genç, İlhan Berk’i tanımadığını söyler. Bunun üzerine gence İlhan Berk’i uzun uzun anlattıktan sonra bir de şiirini okur.(3) *** Henüz Ankara’ya göçmediği 1945’te, bir kızla Babıâli’ye doğru yürürken gazeteci çocuklar, “Mussolini’nin öldürüldüğünü yazıyooor!” diye bağırıp akşam gazetelerini satarken, yanındaki kız “Mussolini kim?” diye sorar. “Harika harika Mussolini’yi bilmiyor” diye katıla katıla güler. “Bilmemek ne büyük mutluluk!” der. *** Kırşehir’de öğretmenken ‘unutulurum’ korkusuyla eşi Edibe Hanım’ı ve henüz bebek olan oğlu Ahmet’i bırakıp sık sık İstanbul’a gider. Kırşehir’den sıkılmıştır. Arif Damar’a “Kırşehir’de bir ben, bir Kıvılcımlı (Dr. Hikmet Kıvılcımlı Kırşehir cezaevindedir), bir de A. Kadir (A. Kadir sıkıyönetim sürgünüdür)… Duvarlara ‘Kahrolsun İlhan Berk’ diye yazılar yazılıyor, sivil polislerce sürekli izleniyorum. Öğretmenler bile benimle konuşmaktan çekiniyor” der. Arif Damar, “Yok İlhan, bırak bunları, sen unutulmaktan korkmuşsun Herkes böyle söylüyor.” Arif Damar’ın bu sözlerine çok sevinir. “Gerçekten, duyuldu mu duyuldu mu?” der.(4) *** 1938’den 1960’a kadar yayımlanan şiirlerinde adını N. İlhan Berk biçiminde yazar. ‘N’ sevgilisinin adının ilk harfidir. Eşi Edibe Hanım’ı Gazi Eğitim Enstitüsü’nde tanır ve ‘N’ harfinden vazgeçer. 2. 1991’de İstanbul’un sosyal demokrat belediyesi, Hilmi Yavuz ve Özdemir İnce yönetiminde uluslararası bir şiir toplantısı (Poesium) düzenler. Türkiye’den çağrılan şairler arasında Ece Ayhan’ın ve İsmet Özel’in adı yoktur. İlhan Berk, sıra kendisiSAYFA 10 1. ne geldiğinde kendi şiirini değil, Ece Ayhan’ın ve İsmet Özel’in birer şiirini okur. *** 2003’te TÜYAP Onur Ödülü ona verilir. Bu, onu doğrudan ilgilendiren bir şey değildir. Yarım yamalak gider oraya, yarım yamalak da kalır. İki üç gün sonra döner. Bu tür onurlandırmaları ve ödülleri çok da sahici bulmaz. Her ödül karşısında şaşkınlığa uğrar. Daha önce bu ödülleri alan şairleri düşünür, onlarla arasında hiçbir yakınlık kuramaz. Yazdığı şiirin çok yalnız bir şiir olduğunu düşünür. Yalnız bir şiirin jüriler tarafından kolayca sevilebileceği kanısı yoktur onda. Dergilerde, gazetelerde adını sıkça görmekten sıkılır. Şairin, bir artist gibi ortada bulunmasını rahatsız edici bulur. 3. El altı kitaplarını ayırıp kütüphanesini Bodrum’daki Gümüşlük Akademisi’ne bağışlar. 4. İstanbul’a her gidişinde, Galatasaray’ın önündeki “Cumartesi Annelerini” görür ve çok üzülür. Asıl trajedinin nerede yaşandığını kavrar. 5. Şifalı Otlar Kitabı yayımlandığında çok sayıda mektup alır, hangi otun hangi hastalığa iyi geleceğine dair. 6. Eylül 1952’de Yeditepe Yayınları’ndan çıkan Günaydın Yeryüzü kitabı hakkında 1953 başlarında ‘komünizm propagandası’ yaptığı gerekçesiyle 142. maddeye muhalefetten dava açılır. Kırşehir Lisesi’nde Fransızca öğretmenidir. Dava İstanbul’da sürmektedir. Tutuksuz yargılanır. Kitabın ‘proletaryayı ayağa kaldırdığını’ söyleyen bilirkişi raporu okunduğunda ürperir. Davayı Burhan Apaydın alır. Dava zamanaşımına uğradığından kurtulur. Yoksa, en az yedi yıl yatacaktır. Kendi kuşağını, “Benim kuşağım, omzuna vurulup hadi bakalım içeri, sıra sende denilen bir kuşaktı” biçiminde tanımlar. Hayatı boyunca hep Marksizme inanmış olarak yaşar. 1989’da yaptığı bir söyleşide bu inancının hiç değişmediğini söyler. Türkiye gibi ülkelerin sosyalizmden başka kurtuluş yollarının bulunmadığına inanır. Dünyaya bakışında Marksçı düşünce ağır basar. Öte yandan siyasetin dışında yaşar, siyasete büyük bir ilgi duymaz. 7. Manisa’da doğar. Manisa’da yaşar, bütün çocukluğu, hatta delikanlılığı Manisa’da geçer. Delikanlılığı boyunca yoksulluk çeker. Gülmeyi yirmi yaşında öğrenebilir. Hep, bu yoksulluktan kurtulmak için çalışır. Belki de bu yoksulluk Manisa’yı yazmasına engel olur. Yoksulluk, sırtına yapışmış gibidir. 8. Pera yayımlandığında İlhan Berk’le ilgili bir tartışma başlar. Pera, sanatedebiyat çevresinde geniş bir yankı uyandırır. Enis Batur, Güneş gazetesinde ‘Ucuz Bir Çelebilik Örneği’ başlıklı bir eleştiri yazar. Pera’nın Aragon’un Paris Köylüsü’nün acemice bir versiyonu olduğunu vurgular. Pera’nın hiçbir sorunsalı ve derinliği olmadığını da belirtir.(5) Ahmet Oktay da Gece Defteri’nde, Fransızca bilmediği halde edindiği bu kitapla Pera’yı karşılaştırır. Kitabın bir taklit olduğunu yazar. Oktay’a göre, kitap yazınsal bir metin olabilmeyi çok az yerde başarmıştır. Daha çok bir kent rehberi gibidir. İlhan Berk, Adam Sanat’ın Haziran 1990 sayısında Pera’nın kaynaklarını açıklayan bir yazı yayımlar. Breton, Aragon ve Joyce’un yapıtlarıyla ilişkilerini anlatır. Ahmet Oktay, bu tavrı dürüst bulmaz. Ona göre, bu yazı kitabın başına–sonuna konulmalıydı ya da kitap yayımlandıktan hemen sonra açıklanmalıydı.(6) Pera’yı yazma nedenini şöyle açıklar: “Taşradan gelen bir çocuk birdenbire İstanbul’u görüyor, Beyoğlu’nu görüyor. Benim şiirimi değiştiren İstanbul olmuştur. Düşünün o zamana kadar ben hiç büyük şehir görmemiştim. Pera’da kiliseler vardı, sokaklar, değişik insanlar... bunlar beni çok etkilemişti. Pera, yapısı itibariyle beni etkilemiştir diyebilirim. Pera’yı bir uçtan bir uca yürüdüğümde zengin olduğumu düşünmüşümdür. Böyle garip bir etkisi vardır insan üzerinde. Başka hiçbir kentte böyle bir duygu yaşadığımı hatırlamadım. Ayrıca azınlıklar cumhuriyeti olarak görmüşümdür Pera’yı.” süre beşinci çocuk olduğunu sanmıştır, bir akrabası altıncı olduğunu söyleyecektir sonradan. Bir ağabeyi daha vardır.) Yine uzun bir süre 1916 doğumlu olduğunu sanmıştır. Hicri takvimi miladi takvime çevirmeyi beceremediği için uzun bir süre iki yıllık hata yapar. 1918 doğumlu olduğunu Cemal Süreya ortaya çıkarır. Babasız büyümüştür. Babası vardır, ama ondan uzaktır; çocuğunun yanağında, elinin hiçbir izi yoktur. Gökyüzüne birlikte hiç bakamadıkları bir baba… Baba, öldüğünde bile onda herhangi bir etki bırakmaz. Yıllar sonra Manisa’ya döndüğünde, babasının mezarını görme ihtiyacı duymaz. UZUN BİR ADAM 9. Uzun Bir Adam bir yaşantı kitabıdır. İlhan Berk, o kitapta kendi yaşamından ayrıntılar aktarır. Kitabın adı, birçok okuru yanıltır. İlhan Berk, pek uzun boylu biri değildir. 1.70 boylarındadır. İnce yüzlü, esmer tenlidir; ‘anı artığı eski bir yüz’ü olduğundan söz eder. Boyuna göre küçük sayılabilecek bir kafası vardır. Kulaklarının başına göre büyük olduğunu söyler. Bilekleri ince, parmakları uzundur. Kirpikli sayılmaz, kaşlı da. Yarıdan sonra seyrek, neredeyse yok gibi. Gözkapakları şiş, göz altları çukur, kat kat, yorgun, ezik… Kısa onun sözlüğünün dışladığı bir sözcüktür. Canlıları ve nesneleri hep ‘uzun’ olarak algılar. Yaşından (88 yaşındadır) şiir serüvenine dek yaşamında her şey uzundur. Uzun Bir Adam adlandırması daha çok bunlarla ilgilidir. Giyinişi özenlidir. Koyu renkleri ve uzun ceketleri sever. Son derece şık giyinir. Modayı izler. Modern, pahalı ve spor… Küçük bir dükkân açacak kadar ayakkabısı vardır. Çocukken en çok imrendiği şeylerden biri de güzel bir ayakkabıdır. Babası, onun doğumundan sonra annesinden ayrılıp başka bir kadınla evlenir. Evin geçimini en büyük kardeş üstlenir. İkisi kız altı kardeşin en küçüğüdür. Uzun Bir Adam’da dediği gibi: tekne kazıntısı. (Uzun “Sanki çocuk olmamışım ben. (...) Çocukluğunu yaşamış olanlarla benim aramdaki ayrım nedir? Öyle sanıyorum ki benim çocukluğum olmadı derken, babamı, bir onu düşünüyorum da böyle diyorum. Aslında ‘Benim babam olmadı, ben baba nedir bilmiyorum’ demek yerine, ‘Çocukluğum olmadı benim’ diyorum. Nedir çocuklukta anımsanan hem? Bu dünya değil de nedir? Ama en çok baba olmalı. Çocukluk asıl babayla başlıyor.” Ahmet Haşim’le kurduğu yakınlık, çocukluk yıllarından başlar. Çocuk dünyasındaki annesi hiç konuşmaz. Kımıltısız, duru göllere benzer. Sessizce bakar ve güler. “Ben annemle birlikte çıktığımız geceleri unutamam. Gecede ve dünyada yalnız ikimiz olmaktı bu. Dünyada en çok istediğim şeydi bu. Aşk gibi bir şey” der. Çocukluğunda onu en çok etkileyen kişi ‘deli’ ablası Huriye’dir. Düşman, Manisa’ya girdiğinde abla evde bırakılıp dağa çıkılır. Şehir yanmaktadır. Sonradan, yangın evi sardığında ablasının saçlarından tutuşup yandığını öğrenir: Büyük ablam deliydi. Yedi kişilik küçük evimizde Huriye ablam tek başına bir odada kalırdı. Her zaman da soyunuk, çıplaktı; öyle de öldü. Ablama evde kimse ses çıkarmazdı. Yalnız annem, bir o, ablam avluya çıktığında, çıplak dolaşmaya başladığında, mahallenin yüksek evlerinden görünmesinden korktuğu, utandığı için onu odasına kapamak için bağırırdı. Benim çocuk dünyam da böylece yıkıldı. Yıkıklık, bana ondan kalmadır, ya da ben onun ölümüyle yıkıklığı bu yeryüzünde ilk böyle öğrendim. Bugün, benim deli ablamda sevdiğim şey nedir diye düşündüğümde, ilk çıplaklığı geliyor usuma; ben onda çıplaklığı, soyunukluğu sevmişim! Çocukdünyamın yıkılışı dediğim de, bu çıplaklık olacak! (7) İlkokulu 3. sınıftan bırakır. Bir dişçinin yanında üç dört yıl çalışır. İlkokul diplomasını dışarıdan alır. Yanında çalıştığı dişçinin gözetiminde ortaokula devam eder. Öğretmen okulu sınavlarına girer. Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’nu kazanır. İlkokul diplomasını alabilmesi için 5. sınıfa bir süre devam etmesi gerekir. Bütün arkadaşlarının aşk mektuplarını o yazar. (O yıllarda 1415 yaş, 5. sınıf için oldukça normaldir.) 10. Öğretmen Okulu’nu bitirince Giresun’un Espiye ilçesine (o zamanlar nahiyedir) sınıf öğretmeni olarak atanır. Denizi ilk kez orada, yakından görür. Oysa, Manisa ve İzmir’e ne kadar da yakın¥ dır. Çocukken İzmir’e bir arkadaşıyla CUMHURİYET KİTAP SAYI 970