22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Kaan Arslanoğlu’nun romanları, toplumsal değerler parametresinde, yaşamımızın son çeyrek yüzyılına değgin yönsemeleri ele vermesi bakımından büyük önem taşıyor. Canım Kardeşim Rauf Haznedar’a… S ekermişçesine yürüyüşüyle Galip Bey hep böyle geliyor gözümün önüne: Fötrü, temiz ceketi, frenkgömleği, boyunbağı, ütülü pantolonu… Yanında eşi Hayriye Hanım… İnsanın elektriğini yere indiren kuşatıcı sevgisiyle. Munis gülümseyişi, saçlarının görünürlüğüne uygun başörtüsü… Annemin, pirinç el değirmeninde babama çektirerek pişirdiği iri taneli kahveyi, dişine gelen tanelerini eze eze yudumlayışı Galip Bey’in. Cumhuriyetin devrim müzesinden çıkıp gelmiş insanlar, hele de öğretmenler… Babamla arkadaşları, sonra Mustafa Kemal’i bayraklaştırmış daha başka milyon milyon insan… Evcek gider gelirdi insanlar o yıllar birbirine… Arada Rauf da olurdu annesinin babasının yanında, benim de onlara gidişim gibi, akrandık. Gözlerimizdeki ışıltı birbirine ulanırdı. Çoktandır yazıyordum ben. Kitaplarımı ilk o görmüştü, hepsine tek tek bakmış, “Ne güzel kitapların var” demişti, mutlu olmuştum. Rauf yazdığımı biliyordu tabii, ama ben onun yazdığını, okul dergimiz Yankı’ya verdiği yazıyla öğrendim. Yazarlığını hep sürdürdü Rauf. Bir denemesiyle Milliyet Sanat’ın yarışmasında Abdi İpetçi Barış Ödülünü aldı. Cumhuriyet’in ikinci sayfa yazarları arasındaydı zaten, hâlâ öyle. Kesip ayırdığım bir yazısını okuyordum o ara, ikinci kez: “Sarayköy Savunması” İkimiz de Sarayköylüydük Rauf’la. Tam o günlerde yer aldı gazetede haber: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr.Rauf Haznedar, bir hastası tarafından saldırıya uğramış, ağır yaralanmıştı… Yukarıdaki siyah beyaz kare, zamanın acımasızlığına, onca solmuşluğuna karşın tüm canlılığıyla yeniden dirildi beynimde. Akranım o hekimlerle büyümüştüm çünkü neredeyse, gençlik dönemimin geniş eğrisi, onların da gençlik eğrisiyle örtüşmüştü: Rauf Haznedar, Turgay Dalkara, Gürhan Fişek, Erdal Beşer, Şahap Atik… Hepsi de alanında örnek tıp bilimcileri. Erdal, akrabam da. Annesiyle amca çocuklarıyız. Yazık ki hekimlere yapılan saldırılar sürüyor hâlâ… Oysa güç olduğu denli emek, özveri gerektiren bir meslek hekimlik… M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı Kaan Arslanoğlu’nun romanları yor değil. Öylesine güçlü ki bölüm, ötekiler cılız, sönük kalıyor neredeyse. Roman, yapıca özdeşliğini yitiriyor çünkü. Böyle olunca onuncu bölüm tek başına roman üzerinde ciddi ağırlık kuruyor. Bu durum, anadamar (aks) çatışmasına yol açıyor denebilir bir ölçüde romanda. Arslanoğlu, Kimlik’i, bir hekimin, idealizmi yitirmemek için yürüttüğü savaşımını yansıtan eylem günlüğü gibi verimlemiş. Düz, sıradan, olgusallığın önde tutulduğu, imgelemede açılım getirmeyen, kişilik çatışmasına yeterince dalamamış bir yapıt. Stajyer hekim Necati’nin kişiliği yönünde yeterli veri sunuyor elbette roman, ne ki okur romanın alt katmanlarını kuramadan aktarılan veriyle yetiniyor yalnızca. Kaan Arslanoğlu, bütünsel bağlamda yazınsal dil kurmayı, 1990’daki “geçiş evresi” romanlarıyla başarıyor, yani Çağrısız Hayalim, Kişilikler, Öteki Kayıp, İntihar/ Zamanımızın Bir Kahramanı adlı kitaplarında. Dilsel bağlamda Devrimciler’le Kimlik’te rastlanan hiçbir aksamaya rastlanmıyor bu dört romanda. Gerçekten de yüksek düzeyde bir soyutlayımla, nitelikli dönüştürümle karşımıza çıkıyor yazar. Bu haliyle ciddi yüksekliğe ulaşmış romanlar bunlar. Nitekim Kaan Arslanoğlu’nun, geçiş evresi romanlarıyla birlikte yazının sığ sularından romanın okyanusuna açıldığı gözlenebiliyor. SIĞ SULARDAN ROMAN OKYANUSUNA... Kaan Arslanoğlu’nun 2000’lerdeki “olgunluk evresi” verimi olan Kuş Bakışı, Yoldaki İşaretler, Sessizlik Kuleleri’nde artık zayıflıkların, eksikliklerin neredeyse hiçbirine rastlanmadığını söyleyebilirim. İki ana yayılış gözleniyor romanlarında Arslanoğlu’nun. Hele son yapıtlarında çok açık, çok somut biçimde kendini gösteriyor bu durum: 1.Kişilikle kahramanların yazgıları arasında ortaya çıkan ilişkileniş, 2.Bu olgunun, karakterler yoluyla roman evrenindeki dolanımı, roman evrenine yerleştirimi. İlk romanlarında birer filiz halinde duran bu iki ana yönseme özellikle geçiş evresindeki Kişilikler, İntihar/ Zamanımızın Bir Kahramanı yapıtlarında belirginleşip sonrasında yetkin örneklere dönüşüyor. Bu yaklaşımın ilginçlik bir yana özgün olduğunu söyleyeyim şuracıkta. Bütün bu değerlendirmelerle saptamaların ardından şunu söyleyebiliriz gönül rahatlığıyla: Kaan Arslanoğlu’nun romanlarında gerçektenlik duygusu, bir an olsun bırakmıyor peşimizi. Tüm romanları için geçerli bu. Bu açıdan bakıldığında, ilk evre aşamasında daha, yazarın zoru başardığını, gerçektenlik duygusunu yukarıda tuttuğunu söylemek olası. Bu arada heyecan verici, sıcak, yakıcı oluntuları bile olağanüstü soğukkanlılıkla aktarabiliyor yazar. Hatta bu romanlara belirgin bir debi yerleştirebiliyor. Debinin yoğunluğunu ayarlamakta zorlanıyor belki, o kadar. Bir deneme kitabının adı “Memleketimden Karakter Manzaraları” adını taşıyor yazarın. Bence bu romanlar, yazınımıza kazandırılmış birer büyük karakter bahçesi. Bu karakter bahçesine girip gözlerimizi kısarak kabaca baktığımızda, düzenin, dizgenin kurucuları arasında yer alan birilerinin, süreç içinde cumhuriyetin değerlerini nasıl yok ettiğini görebiliyoruz. Şimdi sıra bu değerlerle yetişen, bu değerleri benimseyen insanlara gelmiş görünüyor. Cüdam kılıklı kereste çıkıntısı hamhalat yaratıkların bunlara da tahammülü yok!… İşte Kaan Arslanoğlu’nun romanları, toplumsal değerler parametresinde, yaşamımızın son çeyrek yüzyılına değgin yönsemeleri ele vermesi bakımından büyük önem taşıyor. Onun romanlarıyla girişeceğimiz düşünsel, güzelduyusal hesaplaşmaya, bunun yazınımız açısından taşıdığı değerler sorunsalına haftaya devam edeceğim… 14 Mart Tıp Bayramınız kutlu olsun efendim! ? KİTAP SAYI 943 HEKİM YAZARDAN ROMANCILIĞIMIZA KATKI Kaan Arslanoğlu, stajyer hekimleri anlattığı romanı Kimlik’te onların çevrede nasıl algılandığını, kahramanı Necati aracılığıyla şöyle dile getiriyor: “Bu yabancı çevrede yeni bir kimliği vardı ve bundan böyle o kimlikle tanınacaktı: Doktor. Ya da Doktor Bey…” (11). Ülkemizde gençlere yaşatılan “zorunlu düş kırıklığı” bağlamında da alınabilir stajyer hekimlik. Buyurun genç insan zorunlu göreve, zorunlu düş kırıklığına! Derken Necati’nin yaşadığı bireysel, toplumsal yarılma… Kaan Arslanoğlu da hekim. Psikiyatri uzmanı. Ama o, günümüzün önde gelen romancılarından biri aynı zamanda. İlk romanını 1988’de yayımlamıştı, 2007’deki son romanına dek yaklaşık yirmi yıla dokuz roman sığdırmış Arslanoğlu: Devrimciler (1988), Kimlik (1989), Çağrısız Hayalim (1992), Kişilikler (1995), Öteki Kayıp (1998), İntihar/ Zamanımızın Bir Kahramanı (1999), Kuş Bakışı (2001), Yoldaki İşaretler (2004), Sessizlik Kuleleri (2007). Bunların dışında biri ortak kitap olmak üzere, kimileri psikiyatriyle ilgili altı özgün SAYFA 28 kitaba daha imza attığı düşünülürse yirmi yıl içinde verimlediği on beş kitap, Arslanoğlu’nun çalışma yoğunluğunu göstermeye yetiyor. Yaşamöyküsünden öğrendiğimize göre Arslanoğlu, 2005 Şubatında hekimliği, psikiyatri mesleğini bırakmış, yalnızca yazarlık yapıyor şimdi. Kaan Arslanoğlu kitapları İthaki tarafından yayımlanıyor (0216.33093083483697). Bu iyi. Çünkü, kitapları topluca yayımlanıyorsa, okur daha kolay ulaşıyor yazarlara. Daha öncelerde onun kimi romanlarını okumuştum elbette, ama bu kez tüm romanlarını aldım masama, arka arkaya okudum. Şunu söyleyebilirim ilk ağızda: Arslanoğlu önemli bir romancımız, ötesinde romanlarıyla kendine özgü, çok farklı çizgi ortaya koymuş bir yazar aynı zamanda. Onun, romancılığımız açısından taşıdığı değeri ilk vurgulayanlardan biri Fethi Naci’ydi yanılmıyorsam. Arslanoğlu bu taçlandırmanın karşılığını yapıtlarından birini ona sunarak göstermiş. Bizler değerbilmezlikle özürlü olduğumuzdan, onun değerbilir tutumu karşısında şaşırmadığımı söyleyemem. Hele dokuz romanından tekini olsun kimseye sunmamışken tutup da bir romanını, “sevgi ve saygıyla” Fethi Naci’ye sunuşu, ahlaksal tutumunun da altını çiziyor. Yukarıda sıraladığım romanlar dikkatle tarandığında, bunların başlangıçtan sona doğru sürekli yükselen bir ivmeyle, düzeyini koruyarak gelişme gösterdiği savlanabilir. Bu çerçevede romanlar, yayımlandığı onar yıllı dilimlere göre bir araya geliyor sanki. 1980 romanları: Devrimciler, Kimlik; 1990 romanları: Çağrısız Hayalim, Kişilikler, Öteki Kayıp, İntihar/ Zamanımızın Bir Kahramanı; 2000 romanları: Kuş Bakışı, Yoldaki İşaretler, Sessizlik Kuleleri. 1980 romanları için “ilk evre” dersek, 1990 romanlarına “geçiş evresi”, 2000 romanlarına da “olgunluk evresi” romanları denebilirmiş gibi geliyor bana. İlkin bu evrelere kabaca göz atarak gezinelim Kaan Arslanoğlu’nun romanlarında. ROMANCININ AŞMAK ZORUNDA OLDUĞU EVRE Kaan Arslanoğlu, ilk romanı Devrimciler için kaleme aldığı “Yazarın İkinci Baskıya Önsöz”ünde (1996) şöyle diyor: “İkinci baskı için romanı tümüyle gözden geçirdim. Aslının özelliklerini bozmamak için pek az değiştirdim. Değişiklikler, yanlış kurulmuş bazı cümleleri düzeltmek, uygun seçilmemiş sözcüklerin yerlerine yenilerini koymakla sınırlı kaldı. O konuda da aşırı titizlenmedim.” (7) Yazar, ilk romanındaki eksikliği görece kabulleniyor. Bu eksikliğin, yazar düzeltisiyle giderildiği düşünülmemeli yine de. Çünkü yazarın dil, anlatım, biçem, sözcük seçimi, imgeleme, eğretileme vb. uygulayımları çerçevesinde karşı çıkılabilecek pek çok örnek gösterilebilir sanıyorum. İlk evreye giren yapıtlarında yazarın, roman sanatı açısından göze çarpan aksaklıkları üzerinde durayım biraz. Kaan Arslanoğlu, bu evre romanlarında, yazınsal açıdan ekonomik davranmıyor bana göre. Örneğin anlatımında, herhangi işlevsellik de taşımazken cadde, sokak, durak adlarını verişi, kimileyin politik tutumları, durumları ele veren ayrıntıları özenle ince ince yansıtışı bunu gösteriyor. Bu tutumu, eksiltili, arınık anlatıma henüz geçemediğinin birer ipucu kuşkusuz onun. Sonuçta yer yer bir vakanüvis tutumu görüyoruz yazarda. Dilsel tutumunda da ortaya çıkıyor bu savurganlık. Gerçekten Arslanoğlu, kültürlerin yansıtıcısı olarak kahramanlarının konuşmalarında da sürdürüyor tutumunu. Kimi romanlarda hep yerel ağızla, diyalektle konuşturulan kahramanlar gibi. Bu ise dağınıklığa yol açıyor ister istemez. 1980’deki ilk evrenin iki romanı üzerinde durmak istiyorum ayrıca ikişer satırla. Devrimciler’de bir ana damar yarılması söz konusu. Özellikle onuncu bölümde, işkence sürecindeki Bedri’nin, tüm roman içinde apayrı duruş sergilediği söylenebilir. Nitekim olağanüstü çarpıcı bir bölüm bu. Ama tek başına kaldığı gibisinden bir kuşku da kendini göstermi 3CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear