05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Üç öykü yoldaşı, dünya öykücülüğünün üç omuzdaşı, ötesinde neredeyse üç öyküyaşam yazgıdaşı Guy de Maupassant (18501893), Anton Çehov (18601904), Katherine Mansfield (18881923) kimi anımsanırlıkları yanında unutulmazlaşmış öyküleriyle bizim için ciddi birer yol gösterici hâlâ. S ürekli anımsanan, yazınsal gerçekliği kuşaklar boyunca süren öykülerin, aynı zamanda “unutulmaz” oldukları açık. Ancak anımsamayla unutulmazlık arasında birebir koşutluk kurulmamalı derim. Öte yandan her unutulmaz öykünün kolay anımsanır öykü olduğu sanılmamalı… Kitlelerin ilgisini çekmeyişi, kuşaklar boyu unutulmazlık nitelikleri yansıttığı halde bunlardan kimileri anımsanırken kimilerinin anımsanmayışı yapıtların estetik yanına değgin kanıt olarak öne sürülebilir mi? Gelin kimi ipuçlarından kalkarak genel vargılara ulaşmaya çalışalım ilk önce. Bunun için unutulmazlıkla anımsanırlığın kavramsal alanına, özelliklerine göz atalım kuşbakışı da olsa… Unutulmazlıkta bilinç işe koşmuş görünüyor bir kez, oysa anımsayışta bilincin müdahalesi daha az sanki. Aynı şekilde unutulmazlığın, “ölümsüzlük” olgusuna yakın durduğu, bunun da estetik alanını imlediği düşünülebilir. Böyle olunca bilincin işe koşması doğal. Ya anımsama? Estetik bilinç değil de haz alanına giriyormuş gibi izlenim bırakıyor insanda bu olgu. Öyleyse anımsayışta öznel değerlendirmenin, unutulmazlıkta ya da ölümsüzlükte nesnel yargılamanın geçerli olacağı öngörülebilir. Buna koşut olarak anımsayışın amatör alımlamaya dayanacağı, ama unutulmazlığın profesyonel alımlamayla ortaya çıkacağı da söylenebilir… Burada “değerlendirme”, ”yargılama” söylemi, bu beyinsel etkinliğin yönünü gösteriyor kanımca… Öyle ya değerlendirme öznellik taşıyacaktır ister istemez. Yargılama da bir tür değerlendirmedir elbette, ne ki yargılarken, kılı kırk yaran tutuma sahiptir insan, değerlendirmenin kolaycılığından uzaklaşabilir böylece. Ötesinde öznellikten arınma çabasıdır bir anlamda yargılama; sav, karşı sav, bireşim yöntemiyle yol alır sürekli. Buna göre öyküyü anımsarken enikonu özdeşleyim duygusuna kaptırabilir insan kendini. Ne var ki, bir öyküye unutulmazlık nitelemesi yüklüyorsak eğer, onunla aramızdaki özdeşleyim duygusunu kırıp onu “unutulmaz” kılan yanların neler olduğunu da araştırıyoruz demektir. O halde, unutulmazlıkla anımsanırlığın birinden ötekine geçişte alımlamanın da farklı olduğu söylenebilir. İlkinde doğrudan, üstelik saltık anlamda estetik çözümleme yeterliyken, ikincisinde bu alandan tümü tümüne sıyrılmamakla birlikte beğeninin, hazzın daha geçerli olduğu, öteki ölçütlerin geriye itildiği düşünülebilir. Görüldüğünce unutulmazlıkta temel özellikleri, estetiğin genel geçer yasaları belirlerken anımsayış, bireyin kişisel özellikleri, karakter yapısı yönünde açığa çıkıyor daha çok. Bir iki örnekle konuyu yeniden havalandıralım şimdi. BİR ÖYKÜNÜN UNUTULMAZLIĞI, ANIMSANIRLIĞI... Ömer Seyfettin’in, Refik Halit Karay’ın, Reşat Nuri Güntekin’in hâlâ anımsanan öyküleri için neler söylenebilir? Bu anımsayışta, andığım yazarların ilköğretimden liseye dek okullarda okutuluşunun da büyük payı olmalı. Sait Faik’in, Sabahattin Ali’nin, Memduh Şevket Esendal’ın, Orhan Kemal’in, Haldun Taner’in de kolayca anımsanan öyküleri yok mu? Öykülerin anımsanışında yaygınlıkları, çok okunurlukları gerekçe gösterilemez mi? Nitekim bireyin kuşatıldığı ortak değerlerin, koşullandığı kültürel girdilerin, vicdani etkilenişlerin, yaşantı denkliklerinin bunda rolünün olmayacağı düşünülmemeli. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Öykü Zamanı Çehov,Maupassant, Mansfield neyimiz bizim? Öykünün anımsanırlığında eğitim, öğretim de önemli işleve sahip demek ki. Bir açıdan, ortak değerler yönünde, ortak paydayla biçimlenmiş beğeniler söz konusu. Başka deyişle bize belletildiği için anımsanıyor öyküler. Yıllar önce Fethi Naci, bir yazısında, galiba Semih Gümüş tarafından Sabahattin Ali’den seçilmiş bir öykü için, beğenisini dile getirmiş, seçilen öykünün, kendisinin de en beğendiği öykü olduğunu belirtmişti. “Uyku” adlı öyküydü bu. Geçenlerde öykücü ressam Vildan Ertürk’le ayaküzeri konuşurken, öyküde unutulmazlık üzerine çalıştığımı belirtmiştim, ne yaptığımı sorduğunda… “Sahi” demişti, “Orhan Kemal’in bir öyküsü vardır hani, adam dolmuşa biner, parayı uzatır, fakat şoför paranın üzerini vermez… Örneğin ben de bunu unutamamışımdır…” Akşam eve döndüm, postadan o gün gelmiş olan, Semih Gümüş’ün hazırladığı Ay’ı Boyamak (Günışığı, 2007) adlı “Gençlere Çağdaş Türk Edebiyatından Öykü” seçkisine uzandım, baktım Orhan Kemal’den de bir öykü, öylece kaldım. Çünkü Semih, Vildan’ın sözünü ettiği öyküyü seçmişti: “İki Buçuk”. Bu örnekler gibi Erdal Öz’le Antonio Tabucchi’nin Çehov’dan seçtikleri de yine birbirinden habersiz, eş zamanlı bir yeğleme olmuş. Erdal Öz, Cam Kırıkları’nda (Can,2001), Antonio Tabucchi, Düşler Düşü’nde (Çeviren Semin Sayıt, Can, 2006) Çehov’dan seçtikleri aynı öykünün (“Acı”) üzerine yapılandırıyorlar çünkü öykülerini, anlatılarını. Hadi diyelim, yukarıdaki örneklerde andığım adlar, birbirlerinden habersiz seçim yapabilmiş. İyi de yayım tarihleri bakımından arada oldukça uzun zaman bulunan kimi seçkilerde aynı ürünlerin seçilişini nasıl karşılamalı? Bütün bunlar, öykünün anımsanışı ile unutulmazlığının, zaman zaman çakışsa da ayrı temellerden kaynaklandığını göstermiyor mu sizce de? Nitekim Erdal Öz, Çehov’un öyküsünü harmanladığı “Sevgili Acı”da kahramanı ağzından şunu söylüyor bize: “Önce öyküyü anlatmak geldi içimden. Başladım anlatmaya, ama olmuyordu, anlatmakla olmuyordu, öykünün bütün büyüsü uçup gidiyordu. Büyü öykünün konusunda değil, Çehov’un anlatımındaydı çünkü.” (82) ÖYKÜYÜ ANIMSAMAK YA DA ONUNLA ÖZDEŞLEŞMEK Artık sonuç vargısına ulaşabiliriz herhalde. Öykü, eğer anımsanıyorsa, bu, öyküden çok anımsayanın yaşam anlayışına, görgüsüne, kültürüne, eğitimine, birikimine, çeşitli yaşantı deneyimlerine vb. bağlı, ama özdeşleyimle orantılı olarak kendini gösteriyor. Estetik alımlayışın önüne geçen, okuru özdeşleyime iten de bu doğrultudaki vicdani birikimleri, anıları, düş kırıklıkları, özlemleri, dilekleri daha çok. Öykü anımsayıcısından profesyonel alımlama beklenemeyeceği açık. Bu okur tipi için ölçüt öykünün anımsanışı çünkü. Eğer kişiye Ömer Seyfettin’in “Kaşağı”sı bir kültürel çıktı olarak benimsetilmiş, belletilmişse onun için unutulmaz öykü, anımsadığı bu öykü olacaktır. Öteki örnekler bir yana, “tek” unutulmaz öykü olarak kalacaktır bu onun için. Kimi öykücülerimizin de buna benzer yaklaşım doğrultusunda dünyadan, Türk öykücülüğünden çok az yazarla yetindiği görülmüyor değil. Anımsadıkları, unutulmaz buldukları öykülerin, az sayıda yazar arasından seçilmişliği ele veriyor bu tutumlarını. Demek ki kimi genç öykü yazarlarımız, hatta kimi erişkinlerimiz, az sayıda örnekten yola çıktıkları için, onlar da özdeşleyim kurdukları öyküleri alıyorlar model olarak. Anımsadıklarının ne kadar unutulmaz olduğu üzerinde düşünce üretmiyorlar ne yazık ki. Memet Fuat, “Anımsama Oyunu” başlıklı yazısında, bu olgu üzerinde duruyor enikonu: “Şiir okurları arasında şöyle bir oyun oynanabilir: Bir şairin adını anarsınız, karşınızdaki size o şairden aklına gelen ilk dizeyi söyler.” Bu doğrultuda otuz beş şairden örnekler gösteriyor Memet Fuat; “akılda kalma”da “ölçü ile uyağın etkisi”nin “büyük” olduğunu vurguluyor. Şöyle sürdürüyor konuyu: “Demek ki bizim şiirimizin gelişmesi akılda kalmamaya doğru oldu. Özgür koşuk, çözük dizeler derken, düzyazı şiire kadar geldik.” “Örnekse Yahya Kemal’in şiirleri Edip Cansever’in şiirlerinden çok daha kolay akılda kalıyor.” “Akılda kalmamanın günümüzde yazılan şiirin bir özelliği olduğu da söylenebilir.”(Çoğunluğun Gücü; Adam, 1998, 180 vd.) Bütün bunlar bize, anımsamaya giden yolda rastlanan ortak beğeni klişelerinin, “kendi beğenisini tek değişmez sanma” yanılgısının, “yetişme yıllarında edinilen beğeninin etkisinden kurtulamama”nın, ”katılık”ın, “kapalılık”ın, sonuçta alımlamayı nasıl etkilediğini, kişiyi nasıl yetersizleştirdiğini göstermiyor mu sizce de? Buna göre “unutulmaz” biçiminde nitelediğimiz öykünün, ille anımsanır olması gerekmiyor öyleyse. UNUTULMAZLAŞAN ÖYKÜ YA DA ESTETİK TÜMLÜK Unutulmaz öykü dediğimiz ne peki? Ürünün öykü sanatının temel gereksinirliklerini tümden karşılayıp somutlaması elbette. İşte üç öykü yoldaşı, dünya öykücülüğünün üç omuzdaşı, ötesinde neredeyse üç öyküyaşam yazgıdaşı Guy de Maupassant (18501893), Anton Çehov (18601904), Katherine Mansfield (18881923) kimi anımsanırlıkları yanında unutulmazlaşmış öyküleriyle bizim için ciddi birer yol gösterici hâlâ. Çehov’un tüm öyküleri, eksiksiz Türkçede: Bütün Öyküler (Çeviren: Mehmet Özgül, Cem, sekiz cilt, 199799). Özgül, Çehov çevirilerinin kısa bir tarihçesini veriyor ilk ciltte. Buna göre Çehov öyküleri, sonradan bulunmuşlarıyla, farklı seçkilerde yer alanlarıyla tümden başucunda okurun. Bu ilgide Çehov’un büyüklüğü denli belki toplumlarımız arasındaki duyarlık akrabalığının da payı var. Oysa Maupassant ile Mansfield öyküleri, Çehov’unkilerden farklı olarak ancak çeşitli seçkiler aracılığıyla önümüze geliyor. Ama biz Çehov’un tüm öyküleri kadar Maupassant’ın Ay Işığı (Çeviren: Tahsin Yücel, Can, 2007), Seçilmiş Hikâyeler (Çeviren: Ferid Namık Hansoy, İnkılap, 2006), Horla ve Diğer Fantastik Hikâyeler (Türkçesi: Birsel Uzma, Oğlak, 2003) adlı kitaplarındaki, bunların yanı sıra Cumhuriyet gazetesinin MEB klasiklerinden aktardığı kitaplardaki öyküleri, Mansfield’in Ah Bu Rüzgâr (Çeviren: Şadan Karadeniz, Can, 2006), Yolculuk (Çeviren: Memet Fuat, Varlık, 1953 ya da Ölü Albayın Kızları, Yazko, 1983) adlı kitaplarındaki öyküleri de mutlaka okumalıyız. Andığım bu çevirilerdeki Çehov, Maupasant, Mansfield üçlüsünden birkaç öykü üzerinde ileride ayrı ayrı duracağım “Kitaplar Adası”nda. Şimdilik şu kadarını söylemiş olayım: Çehov’un, Maupassant’ın, Mansfield’in unutulmaz öyküleriyle karşılaşıyoruz bu kitaplarda. Üstelik Memet Fuat, Tahsin Yücel, Şadan Karadeniz tarafından yapılan çevirilerin öykülere kattığı farklı tatlar da söz konusu. Ama biz okumuyoruz bunları, kendimizi kandırmanın âlemi yok! Unutulmaz öyküler yazmak için yola çıkmış genç öykücülerin, daha öncelerde bu gizi yakalayan yazarları en hafif deyişle yeterince tanımadığı kanısındayım kendi payıma. Tahsin Yücel, Maupassant öyküleri için kaleme aldığı kısa yazısında bu tanımayışın bize yükleyeceği bedeli de vurguluyor: “Yazınsal göstergebilimin başyapıtı olan Maupassant, La Sémiotique du Texte adlı incelemesinde, Algirdas Julian Greimas,” “tek bir öyküsü üzerine üç yüz sayfalık bir başyapıt oluştururken, …dolaylı biçimde de olsa, bir şey daha söyler bize: Maupassant’ın düşündüğümüzden çok daha önemli bir yazar olduğunu.” (Ay Işığı, 15, 16) Evet Maupassant, Çehov, Mansfield düşündüğümüzden çok daha önemli öykücüler! Yaydıkları parıltıyla tam yüzyıldır gözümüzü kamaştıran unutulmaz öyküleri de bunu gösteriyor. ? KİTAP SAYI 936 Anton Çehov Guy de Maupassant Katherine Mansfield SAYFA 22 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear