Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
"Zarını atmak" diye bir deyim vardır. Usta bir yazar ya da şair henüz ilk ürünlerini yayımlayan yazara, şaire destek olur, onun adını verir. Hulki Aktunç, Seray Şahiner için zarını atmış. İlk kitabı Gelin Başı'na (Can Yay.) önsöz yazmış. Kitabın kapağında da bu durum "Hulki Aktunç'un önsözüyle" ibaresiyle belirtiliyor. Ben, önsözleri genellikle en son, kitabı bitirdiğimde okurum. Çünkü önsözler, konu edinlikleri kitapla ilgili bir şeyler açıklar, okuru yönlendirirler. Bu durum bana okuma özgürlüğüm önsözü yazan tarafından elimden alınmış gibi gelir. Çünkü onun gözlüğü, yorumları, bakış açısı ile kitabı okuyormuş gibi olur insan. hikâyeci ile tanıştırıyor. UMURSAMAZ UYKUCU Refik Algan, edebiyatta ikinci baharını yaşıyor. 197880 tarihlerinde Yazı, Oluşum gibi dergilerde yayımlanan kısa metin ve yazılarından sonra dergilerde görünmedi, 23 yıl sadece İngilizceden Türkçeye, Türkçeden İngilizceye yaptığı çevirilerle yetindi. 2003'te dergilerde yayımladığı hikâyelerle edebiyata dönüş yaptı ve ilk kitabı Saat Kulesi ile 2006 Sait Faik Hikâye ödülünü kazandı. Yeni kitabı Umursamaz Uykucu (Yapı Kredi Yay), kısa metinler ve hikâyelerden oluşuyor. Kitap on iki kısa metinle başlıyor. Kısa metin, kısacık (çok kısa) hikâye denilen çalışmalar yenilik peşindeki bir çok hikâyecimizin ilgisini çekiyor. Dergilerde, kitaplarda sık sık örneklerine rastlıyoruz ama okur olarak bu çalışmaların sırrına varabildiğimi söyleyemeyeceğim. Bu onon beş cümleden oluşan çalışmalar bana birer hikâye ucu gibi geliyor. Refik Algan'ın kısa metinlerini de okurken aynı duyguyla doldum. Hele, kitabın ikinci bölümünde yer alan hikâyeleri okuyunca bu duygum daha da kuvvetlendi. Bu kısa metinlerden yola çıkarak eli her kalem tutan kendince birer hikâye yazabilir ama en iyisini bu kısa metinlerin yazarı kaleme alır. "Geceleyin bulutlara doğru yükselen o taşın içinde bir ayna, bir şapka, mavi bir kurdele, bir elma, bir güvercin ve bir de mum biçiminde oyuklar açılmıştı. Her akşam şapkasını çıkartır, o gün aldığı kırmızı elmayı parlatır, güvercini eline alır ve cebinden çıkarttığı mumu yaktıktan sonra da bunların her birini teker teker taşın içindeki oyuğa yerleştirirdi. Mavi kurdele ise hep orada dururdu. Havada asılı duran güvercine ve aynaya bir kez daha baktığı da olurdu. Sonunda yukarı çıkar, kutunun içine girdikten sonra, başını yastığa dayar ve üzerine de battaniyesini çekerdi. Uykuya hemen dalardı. Mumu ise hep yanık bırakırdı." Örneğin bu paragraf da bir kısa metin hikâye sayılabilir. Ama Refik Algan bu kadarla yetinmemiş, devam etmiş, on sayfalık bir hikâye yazmış. İlk paragrafını alıntıladığım "Umursamaz Uykucu" Rene Magritte'in bir tablosunun adı. Refik Algan, bu tablodan kaynaklanan gerçekle, gerçeküstü arasında salınan bir hikâye yazmış. Bir de “Anatomi Tiyatrosu” kitabın diğer hikâyelerinden biraz ayrıksı duruyor. Anatomi Tiyatrosu'nda insanın zaman ve mekân içinde hep akıp gitmek zorunda olduğunu, bu durumun da insanın parça parça bir hayat yaşamasına neden olduğunu söylüyor. Oysa sırrın çözümü bütünlüktedir. Aşka yakın olursan, bir olmanın, bütünlüğün de yolunu bulabilirsin… Refik Algan, bu tarzda hikâyeler yazsa "o kapısız kapıdan ve aşkın sonsuz bahçesinden dem vursa", sözü kesmese iyi olacak. Bir yandan da Refik Algan, belirli bir düzenleri olan, maddi açıdan gelecek kaygısı çekmeyen orta sınıf ailelerin sıradan hayatlarını, aynı dinginlikle anlatıyor. Onların bugünde geçen hikâyelerini okurken geçmişlerine dair anları, anı parçalarını da buluyoruz. Bugün her zaman içinde geçmişi taşıyor ve bir olay, bir nesne, bir jest, bir sözcük geçmişi hatırlatıyor. Kitabın sonunda yer alan "Yazmak İstemediğim Hikâyeler" üst başlıklı bölümde yer alan acı ve gerçekçi hikâyeleri de dikkate değer. Sarsıcı. Sanıyorum, Refik Algan'ın o tip hikâyeleri de sürdürmesinde okuyucu açısından yarar var. Bugünlerde bu tür gerçekçi, hayatla iç içe hikâyelere ihtiyacımız var diye düşünüyorum. ? KİTAP SAYI 916 Metin CELAL Okuduğum Kitaplar Gelin Başı ve Umursamaz Uykucu Seray Şahiner Refik Algan G elin Başı'nı okumaya başladığımda da Aktunç'un önsözünü sona bıraktım. İyi de etmişim, "Bir Seray Şahiner öyküsü" başlıklı yazıda Aktunç bu "genç, çok genç" yazarı sunmakla kalmıyor, hem hikâyeciliği hakkında genel bir yorum yapıyor hem de bazı hikâyeleri için söz alıyor. Seray Şahiner, günümüz hikâyeciliğinin genel eğiliminden farklı bir anlayışta. Anlatımında dobralık, samimiyet var. Leylâ Erbil'in ilk dönemleri gibi. Kendi hikâyelerini anlatıyor. Tanıdığı, bildiği bir çevreyi, yaşadığı, şahit olduğu olayları… Kadınların kahramanı olduğu hikâyeler. Cihangir'den, Etiler'den değil, Bahçelievler Soğanlı'dan, Fatih Sofular mahallesinden söz ediyor. Ve Seray Şahiner hep aynı anlatım yöntemini kullanıyor, hikâyelerini aynı yapıda kuruyor. Önce üçüncü tekil anlatımda yazarın kaleminden okumaya başlıyoruz hikâyeyi, sonra birinci tekil anlatımda hikâyenin kahramanı sözü alıyor. Bu anlatım farkı italik yazı karakteri ile de belirginleştiriliyor. İlk hikâye, Sorumlu ile Sorunlu'da bir araştırma şirketinde anketör olarak çalışan Zeynep'in "ilk beyaz saç, otuzuncu yaş gününün ilk hediyesi" duygusunu yaşadığı işgününü anlatıyor. İşinde bir türlü terfi edememiş, özel hayatında yeni bir statü olarak düşündüğü evlenme hedefini gerçekleştirememiş ve otuz yaşının ilk gününde kendisiyle hesaplaşma içinde. Buzdolabı Süsü Misali'nde, sevgilisiyle birlikte olmakla evsahibi olmayı birbirine karıştıran bir genç kadının hikâyesi anlatılıyor. Kadın evi o kadar sahipleniyor ki, işi buzdolabı süslerine, dantel raf örtülerine kadar vardırıyor. Öğrenci evini kırk yıllık aile evine çeviriyor. Sevgili bu işten bunalınca da ayrılmaya karar veriyor. Ayrılma anlarında hâlâ aklında tüp kapalı mı, ütünün fişi çekili mi, mutfak perdeleri ne kadar da kirlendi gibi evsel ayrıntılar var. "Tel"siz Duvaksız'da "Mercan ve Selman evleniyor, gelinliksiz, davetiyesiz, pastasız, çiçeksiz…" Ve Mercan, parasız, pulsuz, yoksul ailesine gelecek yeni konuğu, bebek beklediğini anlatmak için kocasının işten dönmesini beklerken bir düğün bile yapamadık diye düşünüyor. Kitaba adını veren Gelin Başı'nda, kuaför koltuğunda oturmuş saçlarının yapılmasını izleyen bir gelin adayını dinliyoruz. "Güzellik merkezi olma hayalinde bir mahalle kuaförü" burası. Müşterileri de, çalışanları da ona göre. Sibel, saçı yapılırken, hiç de istemediği bu evliliğe hazırlık sürecini, yaşanan tartışmaları aklından geçiriyor. "Bekâret"ini kaybetmiş olmasının sorun olabileceğini düşünüyor; gerdek gecesi bir aile faciası yaşanır mı? Yedi Ağlı Don'da, konfeksiyon atölyesi sahibi Fidan'ın ağzından İslami tarikatların örgütlenmesinin bir örneğini dinliyoruz. Kadınların, genç kızların masummuş gibi gözüken organizasyonlarla önce başörtüsüne, sonra çarşafa bürünmelerini ürettiği yedi ağlı donları kimlerin satın alıp giydiğini öğrenmeye çalışırken dinliyoruz. Tanga Don Hissi'nde bu kez sınıf atlamış bir kadın var. Çalışmış, didinmiş, başarılı olmuş, para kazanmış ve dergilerde gördüğü gibi bir yaşam oluşturmuş kendine. Şık, güzel giyiniyor. Pahalı ve ince zevkle döşenmiş bir evi var. "Ailesi içinde 'Hanım' sıfatını alabilmiş nadir insanlar"dan. Özenilen, beğenilen, steril, hijyenik bir hayat. Her şey bir gün evinin olduğu İstiklal Caddesinde bitmez tükenmez kaldırım onarımları başlamasıyla çığrından çıkıyor. Esme Hanım'ın sinirleri yerinden oynuyor ve bir daha da kendine gelemiyor. Ve sonunda gürültünün aslında kendine huzur verdiğini keşfediyor. Ailesinin yanına, Bahçelievler'e Soğanlı'ya daha çok gitmeye başlıyor. Yalnız ama Gururlu, İadesiz Taahhütsüz, Harmandalı ve İlk Öpüşte Aşk'ta aşkı arayan, kaybeden, bulan genç kadınların hikâyeleri var. Seray Şahiner, gündelik hayatın içinden hikâyeleri gerçekçi bir dille anlatıyor. Humoru, kara mizahı var. Anlatımı akıcı, rahat. Gözlem gücü kuvvetli. Kendine has bir üslubu var. Aynı anda kullandığı üçüncü tekil kişi (yazar) anlatımı ve birinci tekil (kahraman) anlatımı işlediği konuyu enine boyuna, dört bir yandan göstermesini sağlıyor. Hulki Aktunç, zarını atmakla haklı. Gelin Başı, bizi iyi bir SAYFA 12 CUMHURİYET