Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? reng’in parmaklarında: “Emma kızdı o zaman, o kıpkırmızı sümüklüböcekler gibi yumuşak parmaklı, kaba elin, içinde yüreği çarpan bu sayfalara dokunduğunu görünce çok kızdı”; nesnelerde, Rodolphe’un kırmızı topuzlu bastonunda, EdgardLagardy’nin mahmuzlarında, yaşlı Catherine’in işliğinde … beceriksiz kocanın başarısızlığını vurgulayan bir haşmetle geliveren cerrah Canivet’nin uzmanlığının simgesinde: “Kendi sürdüğü arabasıyla geldi […] yanında, öteki minderin üzerinde kocaman bir sandık görünüyordu, kırmızı meşin kaplıydı, üç bakır tokası görkemle parlıyordu”; Emma’nın Yonville’deki ilk akşamında, handa: “Ateş bütünüyle aydınlatıyordu onu, çiğ ışık giysilerinin örgülerine, ak derisinin eşit gözeneklerine, arada sırada kırptığı gözkapaklarına işliyordu. Aralık kapıdan gelen yelin esişine göre, büyük bir kırmızı ışık geçiyordu üzerinden.” Léon’la buluşmalarında: “Yatakları, banyo teknesi biçiminde büyük bir akaju karyolaydı. Tavandan inen kırmızı ipek perdeler, yatağın geniş başucunda, çok aşağıda kemerleniyordu; utanıp da elleriyle yüzünü saklayarak çıplak kollarını kapadı mı bu kırmızı renk üzerinde, ak teni ve kumral başı ile, dünyanın bütün güzelliklerini gölgede bırakıyordu”. Sarı ve kırmızının değişik tonlarıyla ve tüm çağrışımlarıyla baskın olduğu bu renkler evreninde roman boyunca belirip kaybolan bir de mavi var. Yalnızca mavi, tonlarıyla değil, tek başına. Eğer bir gölge gibi yayıldığı sahneleri saymazsak: Zinanın heyecanını çevreleyen mavimsi bulut:”Her şeyin tutku, coşkunluk, sayıklama olacağı, olağanüstü bir alana giriyordu; mavimsi bir sonsuzluk çevreliyordu her yanını.” Mor atkılı papazın uzattığı haça “bütün o can çekişen gücüyle, şimdiye kadar hiçbir zaman vermediği bir aşk öpücüğü” için dudaklarını uzatan Emma’nın güzel yüzünü kaplamış mavimsilik: “Mavimsi yüzünden damlalar sızıyordu, yüzü madensi bir buhar altında donmuş gibiydi.” Bunun dışında, hep bir tehdit gibi çıkıp gelen ve gelişiyle varolan ahengi bozan mavi lekeler: Terk edilişin acısı: “Birdenbire mavi bir fayton geçti meydandan. Emma bir çığlık kopardı, kaskatı düştü yere sırtüstü.” Borç batağına batışı hızlandıran para: “Emma bu işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken, hizmetçi kız içeriye girdi, şöminenin üzerine küçük bir mavi kâğıt tomarı bıraktı.[…] Emma üzerine atıldı, açtı. On beş Napolyon vardı içinde. Hesaptı.” Emma’nın ak bedenine giren zehir: “Mavi kavanozu kaptı, tapasını çıkardı, elini daldırdı, ak bir tozla doldurup çekti, ak tozu yemeye başladı.” Flaubert’in yazınsal “senfoni”si Benzetme Tahsin Yücel’e ait. Romanın çevirisi için yazdığı önsözde ünlü “tarım şenliği” bölümünden söz ederken kullanıyor: “Burada hem ‘boğaların böğürtüleri’, hem ‘aşk iç çekişleri’, hem de ‘yöneticilerin tümceleri’ birlikte duyulsun ister Flaubert, ilk kez böylesine yöntemli bir biçimde uygulanan bu almaşık kurgu yardımıyla da duyurur: hepsi de aynı düzlemde, aynı zamanda, aynı değerde, aynı gerçeklikte.” (20) Ama bu romandaki çoksesliliği sağlaCUMHURİYET KİTAP SAYI yan önemli bir biçemsel teknik de var: Serbest dolaylı/dolaysız anlatımların yoğun olarak ilk kez kullanıldığı roman Madame Bovary. Sayfalar boyu sürüp giden di’li hikâye biçimi sayısız serbest dolaylı anlatım örneği içerir. Ve ortaya, örneğin, şu sonuç çıkar: (21) “Kendini aynada görünce, yüzüne şaştı. Gözleri hiçbir zaman böylesine büyük, böylesine kara olmamıştı, böylesine derin de olmamıştı. Benliğine yayılmış yüce bir şey yüzünü değiştiriyordu. ‘Bir sevgilim var! Bir sevgilim var!’ diye yineliyordu, yeni gelmiş bir başka ergenlik çağından zevk alır gibi zevk alıyordu bu düşünceden. Aşkın sevinçlerine, çoktan umudunu kestiği mutluluk ateşine yeniden kavuşacaktı demek. Her şeyin tutku, coşkunluk, sayıklama olacağı, olağanüstü bir alana giriyordu…” 1875’deki davada savcı Pinard romandan bu alıntıyı okuduktan sonra Flaubert’i suçlamak için Madame Bovary’nin topluma nasıl kötü bir örnek oluşturduğunu vurgular: Bu ilk hatadan, Rodolphe’la yaşadığı ilk düşüşten sonra pişman olacak yerde zinaya övgüler düzmektedir. Bu göklere çıkarma tutumu aldatmanın kendisinden daha tehlikeli, daha ahlaksızcadır. Savcı ikinci paragraftaki son cümlelerin Emma’nın duygu ve düşüncelerini aktardığını fark etmiştir elbette ama bu cümleleri anlatıcının düşüncesini, yargısını içeren nesnel bir betimleme gibi okumayı yeğlemiştir. Aslında savcı Pinard’ı rahatsız eden Emma’nın kendi sözleriyle dile getirilmiş olan kişiliğidir. Bu sözler Flaubert tarafından kaleme alınmış ve metinde bu sözlerin kullanıcısı olan ama orada dile getirilen bakış açısının sorumluluğunu hiç yüklenmeyen bir anlatıcı tarafından aktarılmıştır. Savcı bunun pekâlâ farkındadır. Onun affedemediği şey, bu düşünce ve sözlerdeki bakış açısının sahibi olan Emma gibi, düşündüğü yaptığından da ahlaksızca olan bir kahraman yaratılmış olmasıdır. Şaşırtıcı olan, yukarıdaki alıntı yalnızca savcı tarafından değil, ünlü edebiyatçılar tarafından da aynı biçimde okunabilmiştir. Örneğin Beaudelaire tam da bu tür düşüncelerinden ötürü Emma’da bir “isterik şair”, “erkeksi bir ruhun bütün cazibesini” çekici bir bedenin içinde koruyabilmiş bir kadın görmüştür: “Sonuç olarak gerçekten büyük bir kadındır bu, en önemlisi acınacak haldedir, ve kendi yazdığı yapıtta yer almamak, kukla oynatanların mertebesinde kalmak için elinden geleni yapan yazarın bilerek katı davranmasına rağmen, entelektüel kadınların hepsi dişiyi saf hayvandan bu kadar uzaklaştırıp, ideal insana bu kadar yaklaştırdığı, bu kadar büyük bir güce kavuşturduğu, mükemmel varlığı oluşturan, hem hesapçı hem hayalci bu iki yönlü karaktere kattığı için ona müteşekkir olacaklardır.” (22) SainteBeuve ise tam tersine, Emma’ya daha bağışlayıcı bir bakış yöneltmekte, Flaubert’in onu çocukluğundan beri ince zevkleri, aşırı derecede bir imgelem gücü olan, daha yüksek bir yaşam tarzına heves eden bir hayalperest olarak ele verdikten sonra, onunla acımasız biçimde alay ettiğini, onu gözetip kollamadığını söylemekte ve özetle şöyle eklemektedir: “Fransa’nın orta bölgelerinde bir taşrada henüz genç, zekâca üstün, yüreği 900 ateşli, canı sıkılan bir kadın tanıdım: Evli ama anne olamamış bu kadın aşırı dolu kafasını ve ruhunu oyalamak için ne yaptı? Çevresindeki çocukları benimsedi, kaderin onu çivilediği bu biraz vahşi bölgede iyilik yapan, uygarlığı öğreten biri olarak etkinlik gösterdi.[…] Taşra ve kır yaşamında böylesi canlar vardır: Neden onları da göstermemeli? Bu bir şeyleri ortaya çıkarır, avutur ve bu şekilde insanlığın görüşü olsa olsa daha mükemmel olur.” Roman kahramanının ahlak anlayışı hakkında savcı Pinard, Beaudelaire ve SainteBeuve’ün farklı yorumlamaları, bir ölçüde, hem yukarıda alıntıladığımız cümlelerde, hem de romandaki pek çok başka örnekte kullanılan serbest dolaylı anlatımla açıklanabilir. Bu aklatılan söylem biçiminin özelliği, aynı sözcede farklı seslerin, hem anlatıcının hem de roman kişisinin seslerinin birbirine kaynaşmış olarak verilmesidir: Üçüncü kişi adılı ve geçmiş zaman kullanılması anlatıcının sesinin göstergeleridir, sözcelerin geriye kalan kısmı ise pekâlâ Emma’nın kendi sesinden düşünceleri olarak anlaşılabilir. Bu durumda anlatıcı/yazarın sorumluluğu ne olacaktır? Asıl derdi Flaubert’in ve romanının yüksek anlak anlayışının sorgulanamazlığını kanıtlamak olan avukatı Sénard, yazarın hem savcı hem de andığımız iki edebiyatçı tarafından övülen biçem ustalığını ve üçünün de farkında olduğu yansız bakış açısını öne çıkarmaktansa, daha iyi bir savunma yolu bulmuştur: Yazar önce Emma’nın aldatmadan ötürü nasıl kendinden geçtiğini göstermelidir ki, davranışının ahlaksızlığı yüzünden nasıl düştükçe düşüp mahvolduğunu da ortaya koyabilsin… Özetle, savunma avukatı da Emma’nın kişiliğini değerlendirmede savcıdan daha olumlu değildir ama o, Flaubert’e eşzamanlı iki ses, birbirine karşıt iki ses arasından konuşma hakkı tanımaktadır. Madame Bovary’nin öyküleme bölümlerinin çoğunda karşılaştığımız serbest dolaylı anlatım, Flaubert’in elinde, anlatıcı ile roman kişisi arasındaki ilişkinin yakınlık ve uzaklıktan (empati ve alaydan) oluştuğu çift yönlü bir silahtır. Yazar ile kişisinin seslerinin böyle empati ile alay arasında değişen biçimlerde birbirine karışması, bakış açılarının ve seslerin birbirinden bazen zor ayırt edilir olmasına yol açar. Bu da, modern çağların okurundan beklenen algılama çabasını Flaubert’in de kendi okurundan beklediğini gösteriyor. Şu örnekte olduğu gibi: “Ama Charles bütün yemeklerde bebekten söz açtığı için çok geçmeden kendisi de daha sürekli biçimde düşündü bu işi. Bir oğul istiyordu; güçlü olacaktı, esmer olacaktı; adını Georges koyacaktı onun; bir erkek çocuğu olacağını düşünmek güçsüzlüklerinden bir öç alma umudu gibiydi. Hiç olmazsa erkek özgürdür; tutkuları da, ülkeleri de dolaşabilir, engelleri aşabilir, en uzak mutlulukları dalından koparabilir. Ama kadın durmadan engellenir. Hem kımıltısız, hem esnektir, yasanın bağları da, bedenin güçsüzlüğü de ona karşıdır. İstemi şapkasının bir kaytanla tutturulmuş tülü gibi, her yelden çırpınır; her zaman sürükleyen bir arzu, engel olan bir yol yordam vardır.” Bu kesitte, ilk paragraf anlatıcıya aittir ve izleyen satırlarda Emma’nın düşüncelerini bulacağımızı da bir anlamda haber vermektedir. Gerçekten, “Bir oğul istiyordu; güçlü olacaktı, esmer olacaktı; adını Georges koyacaktı onun”cümlelerinde, serbest dolaylı anlatım sayesinde Emma’nın sesini duyuyoruz. Bu cümlelerde dile getirilen düşüncelerin sıradan ve basmakalıp olması bu yorumumuzu pekiştiriyor. Serbest dolaylı anlatım iç odaklayım denilen sınırlı bir bakış açısı için çok uygundur. Bu sınırlı bakış açısında anlatıcı, sanki kahramanın kimliğine bürünmüş gibi, onun içinden geçenleri, düşüncelerini, duygularını, nereye gittiğini, neyi görüp görmediğini bilir ve aktarır. Zaten daha sonra gelen cümlede anlatıcının yorumu açıkça görülmektedir: “Bir erkek çocuğu olacağını düşünmek güçsüzlüklerinden bir öç alma umudu gibiydi.” İzleyen sıralı cümlede ve devamında virgüllerle ayrılan kalıplaşmış düşünceler de Emma’nın sözleri olarak kabul edilebilir: “Hiç olmazsa erkek özgürdür; tutkuları da, ülkeleri de dolaşabilir, engelleri aşabilir, en uzak mutlulukları dalından koparabilir. Ama kadın durmadan engellenir.” Burada bir içkonuşma söz konusudur; anlatıcı tamamen silinmiştir ve Emma yine kalıplaşmış düşünceleri bu kez kendisi seslendirmektedir. Bu cümlelerde geniş zaman kullanımı da beylik sözler kullanımını pekiştirmektedir. Ama, altı çizili olarak belirttiğimiz son iki cümlenin yorumu daha da zordur. Burada konuşan kimdir, yargılayan kimdir? Bu iki cümlede kullanılan dilin düzeyinin öncekilere göre daha yüksek oluşu ve “tül” gibi imgelerle yapılan karşılaştırmalar anlatıcının varlığına işaret etmektedir, konuşan anlatıcıdır. Ama romanı okuyanlar, Emma’nın yaşadıklarını bilenler için, anlatıcının sözleri aracılığıyla aktarılan yargının Emma’ya ait olduğunu fark etmek zor değildir. O halde bu son iki cümlede serbest dolaysız anlatım vardır diyebiliriz, yani iç odaklayımın sürdüğü bu bölümde de anlatıcının ve roman kişisinin sesleri birbirine karışmıştır. Özetle, en başta da söylendiği gibi, Madame Bovary çoğul okumalara açık bir roman. ? Notlar: 1. Le Magazine Littéraire, No. 458, Paris, Novembre 2006, s. 2764. 2. Jacques Neefs, “Une révolution dans les lettres”, a.y., s. 3032. 3. a.y., s.31. 4. Flaubert’in bayan Leroyer de Chantepie’ye yazdığı 18 mart 1857 tarihli mektubundan. 5. PierreMarc de Biasi, Le Magazine littéraire, a.y., s. 4447. 6. Flaubert’in, Louise Collet’ye yazdığı 27 mart 1853 tarihli mektubundan. 7. Louise Collet’ye mektuptan, 1853. 8. Jacques Neefs, Le Magazine Littéraire, a.y., s. 32. 9. Pierre Michon, a.y., s. 39. 10. Louise Collet’ye mektuptan, 16 ocak 1852. 11. PierreMarc de Biasi, Le Magazine Littéraire, a.y., s. 38 12. 18 Ekim 1857 tarihli L’Artiste dergisinden. 13. Remzi Kitabevi, Dünya Klasikleri Dizisi, İstanbul 1996 (beşinci baskı). 14. Claude Duchet, Le Magazine Littéraire, a.y., s. 4143. 15. a.y., s. 4243 16. Nouveau Roman: hier, aujourd’hui, 2. cilt, U.G. E., Coll. 10/18, Paris, 1972, s. 28. 17. Örnekler Tahsin Yücel’in çevirisinden alınmıştır (Can Yayınları, İstanbul, 2006) 18. a.y., s. 5052. 19. Madame Bovary’yi sinemaya uyarlayan Claude Chabrol’ün ustalıkla kullandığı renk oyunları için, bkz : Gill Vissy (çev. Buket Yılmaz), “Burjuva Bir Bovarizmin Uyarlanması ve Gülünçleştirilmesi”, Kitaplık, Nisan 2007, s. 93. 20. Madame Bovary, Can Yayınları, s. 12. 21. Bu incelemede yararlanılan çalışma için bkz.:Helga Vidar Holm, “Polyphonie et esthétique de la réception”, http://www.hum.dk.romansk/polyphoniIV/HolmIV.htm. 22. Gustave Flaubert’in Madame Bovary’si (çev. Saadet Özen), Kitaplık, Nisan 2007, s. 71. SAYFA 21