Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? ÇARŞIDAN GEÇERKEN... Farklı kültürlerin çarşılarında farklı gramerlerle farklı şeyler için farklı yerlerden gelindiğinden bulunuluyor. Bunu sezmek, kendi çarşılarımın kıymetini, çarşıya çıkmakla yaptığım şeyin benim için nasıl biricik değer taşıdığını anlamamı sağladı. Benim bir süre çabaladıktan sonra ulaştığım bu noktaya, Ustamız benden yüz asır önce gitmişmiş de ben bilmiyormuşum. Güzel Irmak kitabındaki, elbette öncelikle Oltu Taşı, sonra Ben Her Gün Bir Çarşıyı Bir Uçtan Bir Uca Giderim, sonra Ölüm O Pas, sonra Bir Düzyazıyımdır Belki de Ben şiirlerinde bu yüz asırlık mesele sanki o değilden, geçiyorken fonda görmüş de bir yere yetişeceği için çok dikkat edememiş gibi yansır. Bunun böyle yansımasının sağlanmasındaki ustalık hiç görünürde değildir, kendini hissettirmez; sanki bu şiir, bu şair böyle yazdığı için böyle ortaya çıkmış gibidir. Pekiyi “ustalık” dediğimiz şeyi nasıl tanımlayacağız, nasıl betimleyeceğiz? Şimdi bu soruyu sormamış gibi yapalım ve “çarşı”ya geri dönelim. Çarşıda çok iyi bildiğimiz, çok tanıdık, çok yerli bir şey, bir şeyler vardır. Neler vardır? (Soru izleyicilere sorulmuştur, birkaç yanıt alınır.) Çarşı, tüm bu şeyleri bulabileceğimiz bir alan, bir bölge, bir yer, aynı zamanda bir yol, bir açılım olanağı, ama bir o kadar da bir labirent, bir gizlilikler yumağı, Orhan Veli’nin sevgilisini muhallebiciye çağırdığı bir buluşmalar, bir dünyaya meydan okumalar, bir özgürlükler, bir heyecanlar, sonra kendi varlığını, tekilliğini, mazbut ev halini, bütçesini hatırlayıp geri çekilmeler mekânıdır. Sonsuza kadar süremeyeceğini bildiğimiz için, içindeyken farkındasız mutlu olduğumuz, “oh be” dediğimiz, iki insan, iki dost yüzü gördüğümüz yer. Çarşı, gür bir ışık. Gür ışık kendi güzelliğinden başka, bir nedenle daha güzeldir. Sizi görünmezi eştirir. Sürekli kendinizi hatırlamanıza, attığınız her adıma dikkat etmenize gerek yoktur çarşıda. Çarşıya gitmek biraz da çarşı olmaktır. Öyle ki, çarşıya gelen bir başkasına göre siz zaten çarşının içinde, ve onun bir parçasısınızdır. Çok iyi bildiğimiz bir yerdir çarşı. Bir de bilmediklerimiz vardır. Örneğin, zamanla ilgili bir bilinmezlik vardır çarşıda. En yalın haliyle, “zamanın nasıl geçtiğini anlamadık” durumu vardır. Eğer “çarşıya çıkma” eylemi içindeysek, evde, okulda, işte, masa başında duyduğumuz türden bir zaman duygusu içinde olmayız. Alışverişten önce ve alışverişten sonradır zaman. Çarşı, içine girdiğimiz anda yatay, “lineer” zamanın çekiminden sıyrıldığımız ve içinde kaldığımız sürece dikey, devingen, hatta çağlaraşırı bir çekime girdiğimiz aralıktır. Her çarşıya gidişimizde, annelerimizin, anneannelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin elimizden tutup götürdüğü o aynı yere yeniden gideriz. Bizi kendimiz kılan tüm o seslerin, renklerin ve duyuların zamanın içinden örülüp gelen, bizi de kendine katan haliyle şehrimizin bir çarşısında bulunmak... Sanki her seferinde birisiyle buluşacağız... Üstü çok örtülmüş, çok derinlerdeki bir güven duygusudur bu. Örneğin, bütün simitçiler sanki tanıdık gibidir... Berberler de öyle. Birisi kesinlikle bir köşede limon, kırmızı turp ve yeşillik satar. Kendimize dair bildiklerimiz, bilmediklerimiz, bildiğimizi veya bilmediğimizi sandıklarımız, hepsi bir araya gelir ve bizi çarşıda kucaklar. Derleyip toparlayacak olursam, çarşı çok iyi bildiğimiz bir yerdir. İçinde çok iyi bildiğimiz şeyler vardır. Ama aynı za manda bilmediğimiz şeyler de vardır ki, bildiğimiz, o şeyleri, o bilmediklerimizi, ancak çarşıda bulabileceğimizdir. O halde, çarşı çok iyi bildiğimiz bir bilinmeyendir. Bu çok iyi bildiğimiz bilinmeyeni İlhan Berk Şiiri bulgulamış, göstermiş ve kanıtlamıştır. Dediğim gibi, çarşı, benim buna İlhan Berk Şiiri’nden verebileceğim sadece bir örnek. Ama bu “kadın” olabilirdi, “çocuk” olabilirdi, “ev” olabilirdi, “su” olabilirdi, “ırmak” olabilirdi .. derken “Güzel Irmak” oldu. farklı çevirisini alt alta ve yan yana koyarak, bir dereceye kadar mümkün oldu, diyebilirim. BEYAZ GÖMLEK (2) Sesin beyaz gömleğim nerde Az önce “çarşı” üzerinden anlatmaya çalıştığım şey, on yıl önceki yazımda birkaç farklı okumasını yapmaya çalıştığım bu şiirdeki şeyle benzeşiyor. Bu, İlhan Berk’in Avluya Düşen Gölge’nin girişine not düştüğü şu ifadesinde anlattığı özellik midir: “Dilin doğasında sözün sıfıra indiği bir dil vardır. / Dili o sınırda tutmak, / Ordan yazmak...” Öncesi sonrasıyla, “çarşı”dan her yere, her yerden de “çarşı”ya gidebiliriz; yine, “ses” ile “beyaz gömlek” arasında defalarca gidip gelebiliriz, ki burada önemli olan, şiirin şu ya da bu şekilde okunuşunun, okunabiliyor oluşunun her bir okurun kendi seçimine bağlı olduğudur. Edebiyat yapıtı bir öneridir. Biz bir yapıtı seçeriz veya seçmeyiz. Seçtiğimiz bir yapıtı anlayışımız, yorumlayışımız da kendi seçimlerimizden oluşur. Okuduğumuz bir şiir buna gerçekten ne kadar olanak veriyor? Bu sorunun da, daha başlarda sorduğum, “Pekiyi ‘ustalık’ dediğimiz şeyi nasıl tanımlayacağız?” sorusunun yanıtı da galiba burada. Ustaya saygı, bir yapıtı seçip seçmeyeceğimizde, okuyup okumayacağımızda, okursak nasıl okuyacağımızda o yapıtın bizimle hiç ilgilenmiyor oluşuna saygıdır; dili kimseye dayatmamak, dili “o sınırda tutmak” böyle bir şey olsa gerek. ? YALIN İLHAN BERK ŞİİRİ Bilmediğimiz şeylerin aslında çok iyi bildiğimiz bir yönü olduğu düşüncesi... Çok iyi bildiğimiz bir şeye aslında onun tam bir “muamma,” bir bilinmezlik olduğuna inanarak yeniden bakmayı istememiz... Güzel, güzeldir; ırmak da ırmaktır. Ama “Güzel Irmak” ifadesi, ilk bakışta çok yalın görünse de, şu söz ettiğim boyutta etkileyicidir. Yalına dönük bir karmaşıktır etkisi. Özellikle, Avluya Düşen Gölge’ye İlhan Berk Şiiri’nin ulaştığı dil sarsıcı bir yalınlıktadır. Burada ‘yalınlığın gücü’ diye bir şey değil anlatmak istediğim; karmaşıklığını, neliklerle o hale getirilmişliğini tam hissettirebilmek için, dilin alçakgönüllükle veya gönül yüceliğiyle kullanıldığı bir yalınlıktadır İlhan Berk Şiiri ve bu haliyle size, okura bir şey söyler; bir şey söyler, hatırlamakla, sorumluluk duymakla, yaşamakla, aşkla ilgili bir şey. Bir tek bunu anlatabilmek için, hani kendim de anlayabileyim diye, Avluya Düşen Gölge’deki bir şiir üstüne on sayfalık bir yazı yazmıştım; bu yazı Ludingirra dergisinin 2. sayısında, yaklaşık on yıl önce, Haziran 1997’de yayımlanmıştı. Aynı şiiri İngilizce kitabımıza da aldım. Fakat o şiiri İngilizceye çevirmek ancak beş CUMHURİYET KİTAP SAYI 900 SAYFA 11