Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Mevlana, halkın yaygın biçimde içselleştirememekle birlikte saygıyla kabullenip benimsediği önemli düşünce, eylem insanı… Anadolu insanı sarayların, okumuşların gözdesi Mevlana’ya karşı saygıda kusur etmedi, ama gönlünü kendi diliyle konuşan Yunus’tan yana koydu hep… Nitekim Yunus’a şöyle söyletecektir halk: “Mevlana Hazretleri çok uzun yazmış Mesnevi’yi. Ben olsam şu söze sığdırırdım hepsini: ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus oluban göründüm.’” “Baza! Baza! Her an çi budi baza! Ez kâfer ü rindü bütperesti, baza! İn dergehi ma, dergehi nevmidi nist; Sadbar ger tevbe şikesti baza!” M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası böyle bir Anadolu hamurunda yeşerip boy attı. Gerçekten de Ahi ocaklarının Türk sanatının her dalındaki hizmeti büyüktü. Bektaşi nefeslerinde, Yunus Emrelerde, Pir Sultanlarda, Şeyh Bedrettinlerde, Mevlana’nın neyinde esen hep Ahi rüzgârıydı… Anadolu’nun etnik birliğini sağlayan gür bir nefesti Ahilik. MEVLANA’NIN ÖNEMİ Yunus Emre, Anadolu hamurunun, başkaca benzerine rastlanmayan olağanüstü lezzetli çöreğiydi belki, Mevlana ise benzersiz tatta pastası… Diyeceğim bu uygarlık hamuru, aynı bir mayadan farklı tatlar ortaya çıkarmıştı. Fuat Bozkurt, Semahlar (Cem, ikinci basım, 1995) adlı kitabında iki kavrayışa değgin buluşmayla ayrılma üzerinde düşünce üretirken şöyle diyor: “‘Semâ’ köküne dayanan sözcük Türkçede ‘sema’ ve ‘semah’ biçimlerinde iki ana söylenişe ayrılır. Her söyleniş birbirinden ayrı iki oyun biçiminin adı olur. Sema Mevlevi ve öbür Sünni tarikatların; semah ise Alevilerin dinsel oyununun adıdır. (…) Sorunun kökeninde yasal ve yasal olmayan oyun kavramları yatar. Mevlevi sema’ı devlet eliyle desteklenmiş ve resmilik kazanmıştır. Buna karşılık Alevi semahları belli ölçülerde hemen hep gizli kalmıştır.” (19) Ancak Mevlevilikle semanın resmi din söylemiyle içlidışlılığının, Mevlana’ya gölge düşürdüğü sanılmasın. O, gününe göre çok ilerideydi. Batı, tam anlamıyla Hıristiyan dogmaları altında kıvranır, safsata, softalık baskısında inler, engizisyonda can verirken Mevlana, tıpkı Yunus gibi, evrensel insan sevgisinin önemini vurguluyor, bu arada belki ilk kez bireyleşmenin önünü açıcı eylemlilik sergiliyordu. Şu satırları, öteden beri bir Mevlana uzmanı, yetkesi olarak kendini koymuş Abdülbaki Gölpınarlı’nın hazırladığı seçkiden (Varlık Yayınları) aktarıyorum: “İnsan, bir hamur teknesi boyundadır, ama gökten de üstündür, esirden de. En güzel şekil olan insan şekli, arştan da yücedir, üstündür, düşünceye sığmaz. Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem ben de yanarım, duyan da yanar.” “Cahil, yolda daima eğri gider, daima yampiri yürür. Kul hüvallahları, Kul euzüleri, ne diye birbirimizi sevmek için okumayız?” Kadın konusunda neler diyor Mevlana? “Kadın, yaratıcıdır âdeta, yaratılmış değil! Peygamber dedi ki: Kadınlar aklı olanlara, gönül ehli bulunanlara iyiden iyiye üstün olurlar. Bilgisizlere gelince: Onlar, kadına üst gelirler; çünkü onlar, sert ve kaba muameleli adamlardır.” İnsanlığın, kadınla bütün olduğunu ta yüreğinde duyuyor demek ki Mevlana. Kaldı ki o, kadının kapanmasının, örtünmesinin karşısında. İyi kadından kötülük gelmez ona göre. Onu örtmek rağbeti, hırsı artırır çünkü yalnız, bu da düzen getirmez, kötülüğü artırır ancak. Oğlu Sultan Veled’e yazdığı bir mektupta; zevcesini hoş tutmasını, her geceyi gerdek gecesi saymasını, kadınına saygı göstermezse kendisini de inciteceğini belirtiyor Mevlana. Resmi din söylemi olarak Sünni anlayışa yaslanıyor görünmekle birlikte bu anlayışın en laik, en özgür kollarından biri Mevlana anlayışı… Nitekim Mevlana’nın ileri sürdüğü bu düşünceler karşısında sekiz yüzyıl sonra bile irkilenlere rastlıyorsak hâlâ, Mevlana’nın ne ölçüde önemli olduğunu da göstermez mi bu bize? KİTAP SAYI Mevlana’nın Can’ı... Fakih, iki kişi arasında yaşanan sürtüşmede, birinin öteki için, ‘Efendim bu Rum, gâvur, bense hem Türküm hem Müslümanım’ sözüne karşılık “Türk ve Müslüman olmak, haklı olmak demek değildir!” diyebiliyor. O çağda Anadolu’yu hangi düşüncenin damgaladığını göstermesi bakımından ilginç bir veri bu… Gelin gözümüzü kapatıp o çağlara uzanalım… Anadolu’daki uygarlık halkasına Bizansın ardından Türkler eklenmiştir. Ama Batılılar, Bizansı pek kendilerinden saymışlardır da Türkler girince devreye, Anadolu’ya birden “koruk muamelesi” çekmeye koyulmuşlardır. Halikarnas Balıkçısı’nın çokça gösterdiği gibi, kendilerinin olmayınca Anadolu, o koca uygarlık koruk olup çıkmıştır… İşin tuhafı, bu yurdun öz evlatları da Anadolu uygarlıklarını bir çırpıda silip atıyor ya, o zaman karışıyor işte ortalık… Balıkçı’nın diliyle biz kendi yurdunu, ulusunu yadsıyan dünyanın tek ulusu olma garabetini gösterirken, eloğlu da “Tabii beyim, öyledir” diyor. Onlar “koruk” diyor, biz daha beterini: “Yoğurdum ekşidir, alma!” Bu çerçevede Halikarnas Balıkçısı’nın Şadan Gökovalı tarafından baskıya hazırlanan ya da Balıkçı’nın kitaplarına girmemiş yazılarından derlenen Bilgi Yayınevi basımı şu beş kitabının okunması zorunlu bana göre, eğer Anadolu üzerine kavramsal anlamda bir yargıya varmak istiyorsak: 1. Merhaba Anadolu, 2. Anadolu’nun Sesi, 3. Anadolu Efsaneleri, 4. Anadolu Tanrıları, 5. Hey Koca Yurt. Akın eden Türklerin ilk istilacı furyası yatışıp evlenmeler yoluyla kaynaşma sağlanınca Anadolu’nun yıllardır beklediği güç, taze kan bu insanlarla sağlandı. Bilimcilerin bulgusu, iskeletlere dayalı örneklerden hareketle B öyle diyor Mevlana. Doğumunun 800. yılını kutladığımız ünlü Mevlana Celalettin Rumi (30.9.120717.12.1273). Yani diyor ki: Kim olursan, ne olursan ol gel; kâfir ol, günahkâr ol,putperest ol, yine gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil; yüz kez tövbe etmiş olsan da yine gel! Mevlana, bütün şiirlerini, ünlü Mesnevi’sini (Bak.: Çev.: Veled İzbudak, Gözden Geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı; Milli Eğitim Bakanlığı yayını, 6 cilt, 2001/ Bugüne kadarki basımla kitap sayısı konusunda bilgi yok ne yazık ki.) hep bu dille, Farsçayla yazıyor. Karamanoğlu Mehmet Beyin, tam da Mevlana’nın yaşamına denk düşen tarihlerde (4 Mayıs 1278) “Türkçeyi devletin resmi dili olarak kabul etmesi”, bu bağlamda altı çizilmesi gereken önemli bir tarihsel olgu olmalı. Mevlana, halkın yaygın biçimde içselleştirememekle birlikte saygıyla kabullenip benimsediği önemli düşünce, eylem insanı… Anadolu insanı sarayların, okumuşların gözdesi Mevlana’ya karşı saygıda kusur etmedi, ama gönlünü kendi diliyle konuşan Yunus’tan yana koydu hep… Nitekim Yunus’a şöyle söyletecektir halk: “Mevlana Hazretleri çok uzun yazmış Mesnevi’yi. Ben olsam şu söze sığdırırdım hepsini: ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus oluban göründüm.’” Hiç kuşku yok ki hangi dilde söylenmiş olursa olsun önemli bir kavrayışı, ötesinde dünya görüşünü, bu doğrultuda düşünce birikimini yansıtıyor bu insanlar. Farsça, Türkçe oluşu artık önem taşımıyor, bu kavrayışın, düşünsel yoğunluğun karşısında… İşte Farsça yazan Mevlana da Türkçe söyleyen Yunus da bu toprakların hamurunda kolayca bir araya gelebiliyor… Öyleyse ilkin bu hamura bakmak gerekiyor yanılmıyorsam… MEVLANA’YI YETİŞTİREN TOPRAK... On üçüncü yüzyılı bir Anadolu Türk harmanlaması bağlamında alabilmek olanaklı. Ahilerin başı çektiği bir kültür devrimi söz konusu bu dönemde. Sözgelimi Edebali’nin kardeşi Dursun bugünkü Anadolu insanının genetik bağlamda kendilerinden önceki insanların ardılı olduğunu ortaya koyuyor zaten. O günlerde Türkler, kimi yönlerden çok ilerideydi. Ahilik buna örnek gösterilebilir. Esnaf, zanaatçı, çiftçi hemen hemen tüm emekçi kollarını içine alan bu toplumsal, ekonomik örgütlenmenin o çağda Avrupa’da benzerine rastlanmış değil. Ahi ocakları, iş alanında adam yetiştiriyor, çalışma sevgisini kışkırtıyor, kişilerin işlerine gönül komasını sağlıyor, yapımla üretimi güzelleştirerek topluma yararlı oluyordu. Ahlaksal ilkelere de sahipti Ahiler. Örneğin yenici iken yenileni bağışlamak, öfkelenince yumuşak davranmak, kendi gereksinimi varken başkasına vermek gibi… Söğüt’teki minnacık Osman oğulları koca imparatorluğa dönüşürken, bunda Ahiliğe dayalı oluşunun da büyük payı vardı kuşkusuz. Şeyh Edebali’nin, kızını, Osman Beyin Ahi olması koşuluyla verdiğini anımsayalım. Bütün bu mertlikler denli müzik de önemliydi Ahiler için… İşte Mevlana ? SAYFA 16 CUMHURİYET 900