22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... Nazi ve Berber dından soluğu ABD’de almıştı... Yirmi yıl boyunca çeşitli işlere girip çıktığı New York’ta, 1954’te İngilizce olarak yayımlanan ilk romanı “Night”, getto ve kamp yıllarını içerir. Dünya yazınının ilk “soykırım romanları” arasında sayılan bu çarpıcı özyaşamöyküsel anlatı da ancak on yıl sonra Almanya’da yayımlanabildi. Hilsenrath’ın romanlarında “kahramanlara” pek rastlanmaz; başkişiler ya kurbandır ya cellat, çok çok yaşamlarını kurtarmak için birer cellat mertebesine gelen kurban adaylarıdır ve belki özellikle bu nedenle, Yahudileri hep acınacak birer kahraman olarak görmek isteyen savaş sonrası Alman yayımcıları, bu aykırı yazara önce soğuk bakmışlardı: “Gece”de hayatta medir..! Üçüncü hiciv öğesi ve romanın asıl belkemiğini oluşturanı ise şudur: Komşu çocukları olarak birlikte büyüyüp aynı okula giden ve ardından her ikisinin de Itzik’in babası olan Chaim Finkelstein’in berber salonunda çıraklığa başlayan arkadaşların yolları, Hitler’in başa geçmesiyle ayrılırken, biri tüm ailesiyle birlikte “kurban”, diğeri ise onların “cellat”ı olur. Sonuçta, “bin yıllık imparatorluk” çöktüğünde, yakasını kurtarmak için, işte o Itzik Finkelstein’in kimliğine girer, koluna bir toplama kampı numarası yaktırarak, sünnet olarak... “Peki, o kadar mı?” diyecek olursanız, “hayır!” yanıtını vermeliyiz. Zira “hiciv”in dahası da geliyor! Yahudi kasabı, âri Alman Max Schulz, Fin ? Robert SCHILD İ stanbul GoetheEnstitüsü’nün desteğiyle S.Fischer Vakfı ve Ernst Reuter Girişimi çerçevesinde, çağdaş Alman edebiyatından 50 kitabı kapsayacak olan “ADIMLAR/SCHRITTE” adı altında başlatılmış çeviri projesinin ilk ürünü olarak, Alman günümüz edebiyatının en deneyimli temsilcisi olan Edgar Hilsenrath’ın “Der Nazi und der Frisör” (Nazi ve Berber) adlı romanı yayımlandı. Kitabın Türkçeye çevirisini yapan Sezer Duru, aynı zamanda bu dizinin yayımcısı. Almanya’da 1977’de “çoksatar” listelerine girmiş bir roman, ancak otuz yıl sonra dilimize kazandırılabildi. İyi de oldu, zira Yahudi Soykırımı olgusunu taşlama türünde işlemiş yapıtlar, belki de bir elin parmaklarını geçmediği gibi, bildiğim kadarıyla Türkçede hiç yoktur... Edgar Hilsenrath’ın Almanca olan ana dilinde kaleme aldığı bu ikinci romanı, 1971’de önce İngilizce çevirisiyle ABD’de “The Nazi Who Lived as a Jew” (Bir Yahudi Olarak Yaşayan Nazi) adıyla yayımlanmış; orada büyük ilgi görünce, altı yıl geçtikten sonra, yürekli bir yayımcı tarafıdan “esas” ülkesinin okurlarına sunulmuştu. Bu gecikmenin ana nedeni, Alman halkının, karanlık geçmişinin böylesine bir yazın türünde irdelenmesine henüz hazır olamayacağı konusundaki kaygılardı, kuşkusuz. Keza, roman çıktıktan sonra Spiegel Dergisi, “İmkânsız gibi görünen oldu: Yahudiler ve SS hakkında bir taşlama!” başlığını atarken, yayımlanmasına önayak olan Heinrich Böll de, “artık vakti gelmişti...” yorumunu getirecekti... YAZAR HILSENRATH Seksen bir yıl önce Almanya’nın Halle kentinde doğmuş olan Hilsenrath, sıkıntı içinde geçen çocukluk döneminin ardından, macera dolu olduğu kadar, dolambaçlı yollardan geçerek, ancak altmışlarında yeniden anayurduna dönmüştür kendi ifadesine göre, “Alman diline karşı duyduğu aşkın dürtüsüyle”. Çocukluğunda annesi ve kardeşiyle kaçtığı Romanya’dan Ukrayna’nın bir toplama kampına sürülmüş, 1944 yılında Rus orduları tarafınca kurtarılınca Balkanlar ve Türkiye üzerinden Filistin topraklarına göçmüş ve orada bir müddet kaldıktan sonra, daha İsrail devleti kurulmadan Fransa’ya geçip arSAYFA 18 gözlerin açılsın! Ölü kulaklarını dik! Sana bir faydası olmayacak. Sırrı vermeyeceğim.” (s.225) Dördüncü bölüm, Filistin yolunda, gemide geçer ve gene Itzik ile, daha doğrusu Yahudi halkıyla düşsel konuşmalarla: “Zamanla sizinle çok ilgilendim... sırf yok etmeyle değil... bu daha önceydi!.. tarihinizle: genel olarak Yahudi ve siyonizm tarihiyle... ve sizin milli davanıza hayranlık duymaya başladım. Ne diyorum ben? Sizin davanızla mı? Hayır. Kendi davamla, ki bu aynı zamanda sizinki de.” (s.232233) İşte burada, bu mesel romanın diğer bir yönü artık tam anlamıyla ortaya çıkmıştır: Cellat ile kurban(ların)ın özdeşleşmesi... Beşinci ve altıncı bölümlerde, İsrail’in kurulmasına omuz veren, inanmış siyonist ve asker “yeni” Itzik’in başından geçenlere, Yahudi berber Schmuel Schmulevich’in kızı Mira ile evlenmesine ve Tel Aviv’in bir banliyösünde gittikçe palazlanan bir berber salonu açmasına, saygın bir İsrail vatandaşı olmasına tanık oluyoruz... Kendi kendini ele vermek istemiş olsa bile, onun bir kitle katili olabileceğine kimse inanmayacaktır..! Ancak tüm bu saygınlık ve güven, Max/Itzik’i tatmin edecek midir acaba? Gittikçe artan bir karabasana dönüşen düşsel/soyut tutukevi, en acımasız gerçek / somut yargılanma süreçlerinden daha ağır mı basacak, bu cellat/kurbanı kendi vicdanı rahat bırakabilecek mi hiç? TARİHİ YARGILAMA “Nazi ve Berber”i okurken kara mizah zaman zaman öne çıksa da, pornografiye varabilecek sözcük ve tümcelere sık sık rastlansa da, acı yergi ve yıkıcı aşağılamalara bolca yer verilse de, bu roman her şeyden önce altı milyon Yahudi’nin acımasızca öldürülüşünü irdeleyip yargılıyor. Başkişileri, Rus askerlerinin 59 kez ırzına geçtikleri tahta bacaklı Bayan Holle olsa veya “...dizine kadar uzananan... organını lastik bir bantla baldırına bağlamış” (s.17) olan Bay Slavitzki, olaylar 99 Yahudi’nin oturduğu, toplam nüfusunun 33.099 kişi olarak belirlediği Hitler öncesi Wieshalle kasabasında başlasa, “bir haydutlar mağarası” (s.88) olan savaş sonrası Almanya’da gelişse veya Tel Aviv’in sakin bir mahallesi olan Beth David’de sonuçlansa da, konu hep suç ve ceza etrafında dolaşacaktır: En büyük insanlık suçu olan soykırım ve sonrası hakkında... Hiç kuşku yoktur ki, sözcükleri Hilsenrath gibi ustalıklı biçimde kullanan bir kalemin yazdıklarını, hele bu tür mesel ve simgeler dolu bir romanda ana dilinde okumak, çok özel bir keyif verecektir gerek şahısların soyadlarında saklı ince anlamların, gerekse Yahudi Almancası’nın çeşitli küçük ayrıntılarının tadına varabilmek için; ancak öte yandan Sezer Duru gibi deneyimli ve yetkin bir çevirmenin Türkçesinden bu romanı bir kez daha okumak, Almanca tutkunlarına bile zevk veriyor... “Nazi ve Berber”, sert ve ağır bir lokmadır, her ne kadar “komik” ve “açıksaçık” görünse de, kaleme alınışının neredeyse kırkıncı yılında olsa bile, önemini ve sarsıcılığını hiç yitirmemiştir! ? Nazi ve Berber/ Edgar Hilsenrath/ Çeviren: Sezer Duru/ İthaki Yay./ 434 s. KİTAP SAYI Edgar Hilsenrath kalmak için birer cani kesilebilen Yahudileri veya “Nazi ve Berber”de olduğu gibi, bir çeşit gerçeküstücülük sergileyen acı taşlamaları pek sevmediler, anlaşılan... Gerçekten de, son derece yalın Amerikanca başlığı olan “Bir Yahudi Olarak Yaşayan Nazi”, çok boyutlu bir hiciv romanıdır. Bunu daha ilk sayfalarda anlıyoruz: Şöyle ki, komşu evlerde aynı yılın aynı gününde dünyaya gelen romanın başkişilerinin ilki, siyah saçları, kemerli burnu ve şişkin dudakları ile tipik bir Yahudi’ye benzeyen Nazi Max Schulz, diğeri ise sarışın/mavi gözlü, yani klasik “âri ırk” görünümündeki Yahudi arkadaşı Itzik Finkelstein’dır... Bundan öte, annesi ile aynı anda yatmakta olan “kasap Hubert Nagler, çilingir ustası Franz Heinrich Wieland, duvarcı çırağı Hans Huber, arabacı Wilhelm Hopfenstange ya da uşak Adalbert Hennemann”ın (s.7) aralarından babasının kimin olduğunu bilmemesine karşın, tümünün soy ağaçlarını dikkatle inceleten Max, gayrı meşru, ancak kesin olarak “âri” soyundan gel kelstein ailesi ile içi içe büyümüş ve işte bu nedenle Yahudi din ve gelenek bilgileriyle “tam donanımlı” olmasının yanı sıra, bir de şu kararı veriyor, kendini tam anlamıyla emniyete almak için: “Sen Filistin’e gitmelisin! Aslanın ininde seni kimse aramayacak!” (s. 220). Altı “kitap”tan oluşan romanın ilk bölümü savaş öncesi dönem ile başlayıp, Finkelstain ailesinin sürüldüğü toplama kampında sonuçlanıyor: “Laubwalde’de 20.000 Yahudi vardı. Hepsini öldürdük...” (s.72) İkinci ve üçüncü bölümler, savaş sonrası Almanya’sında geçer: Öldürülen kişilerin ağızlarından toplanmış bir çuval dolusu altın diş ile kayıplara karışan Schulz, bu ganimetini paraya çevirip, çeşitli karaborsa işleri ile köşeyi dönmesini bilmiştir... Bu arada, artık Itzik Finkelstein olmuştur, ancak sık sık “gerçek” Itzik ile düşsel karşılaşmalarda bulunur, onunla konuşur: “Sevgili Itzik. Seni kimin vurduğunu bilmiyorsun. O zamanlar Laubwalde’de. Sen ‘onu’ görmedin ki... Sana bu sırrı vereyim mi? Ha? Seni uzun müddet bekleteceğim! Bırak da ölü ? CUMHURİYET 932
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear