Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? de" dediler. Okuldan ezberlediğim, Enis Behiç Koryürek’in şiirlerinden ezberlemiştim, "Venedikli, Venedikli son saatin yaklaştı" gibiydi yanılmıyorsam bir mısrası! Bunu okumaya başlamıştım ki, müdürden evvel, Sabahattin Ali Bey erken davrandı ve "Onu okuma" dedi. Ben de hemen "Ahmet Haşim’den Merdiven", diye sordum, "Tamam, onu oku" dedi. (Gülüyor…) Hemen şiir okudum ve çıktık, sonuçlar ertesi güneydi, gittim listelere baktım ve o yıl için toplam dokuz öğrenci alınacakmış, üçü İzmir’den olan kazananların birisi de ben oldum. Bu bir rastlantıdır işte sevgili Erdem… VE EDEBİYAT... Gelelim öyküye… "Şiirden hemen öyküye geçtim" demiştiniz. Nasıl oldu bu? Şiiri bırakmıştım. Konservatuvardan şiir yazıp da göndermedim yahut da belki İzmir’de bir tatilde yazıp göndermişimdir. Çok ciddiye almadım sözün özü şiiri, yazdıklarımda sekizon taneyi geçmez. VarlıkSait Faik okuyoruz sıklıkla. Bununla beraber benim gözümü açan, konservatuvarın kütüphanesi olmuştur. Son derece zengindi. Ben orada öğretmenlerimizin de vasıtasıyla Batı Edebiyatı’na girmiştik. Batı Edebiyatı hocamız Orhan Burian’dı. Gerek İngiliz Edebiyatı, gerek Fransız Edebiyatı gerekse de Alman Edebiyatı’nı çok iyi verirdi Burian. Türk Edebiyatı hocamız ise Mustafa Nihat Özön’dü. Yani çok şanslıydık o zamanlar. Sabahattin Ali Bey de Karl Ebert’in asistanıydı. Belirtmeli ki, Karl Ebert’in yanında nefes almak bile müthiş bir kazançtı! Sabahattin Bey, Ebert’in konuşmalarını Almancadan dilimize çeviriyordu. Sözün özü, konservatuvarın kütüphanesi ve hocalarım öyküye olan ilgimin başlangıcında ve gelişiminde büyük etkiler/katkılar sağladı bana. Peki ‘Öykü yaz’ diyen oldu mu? Olmadı, kendim seçtim onu da. Ama öncesinde belirtmeli ki, öncesinde, Tolstoy’lar, Gogol’ler, Turgenyev’ler, Balzac’lar ve benim başyazarım Çehov’lar devrildi! İlk öyküleriniz… Nasıl ve nerede yayımlandı ilk? Önce İzmir’deki bir dergide yayımlandı ilk öyküm. İzmir’de Besim Akımsar diye bir öykücümüz vardı, o ‘Kovan’ adında bir edebiyat dergisi çıkarırdı, orada yayımlandı yanılmıyorsam, tam hatırlayamıyorum. Belki de ilk öyküm Havadis diye günlük bir İzmir gazetesi vardı, orada yayımlandı. Bir de Anadolu gazetesi sanat sayfası hazırlardı, bildiğimiz isimler de yazardı, orada da bir öykü yayımlamıştım. Araştırmacı arkadaşlar üzerinde çok duruyor ama bir türlü kesin bir ifade kullanamıyorum! ‘Seçilmiş Hikâyeler’le buluşmanız nasıl oldu? O, Ankara’da konservatuvar döneminde oldu! SALİM ŞENGİL DUYARLILIĞI Malumunuz, bu dergide öyküleri yayımlanmıştır adını bildiğimiz pek çok yazarın!.. Size de katkısı olmuştur muhakkak!.. Benim aklımda kalan ve Seçilmiş Hikâyeler deyince şimdi aklıma gelen, ki önemli ve ince bir ayrıntıdır; Salim Şengil’in emeğe karşı olan titizliğidir! SAYFA 6 Tıkır tıkır telifini ödeyen, yolda karşılaştığı an, "Dur benim sana şu kadar telif ödemem vardı" deyip, cebinden parayı çıkartıp ödeyen bir kimseydi Salim Şengil!.. Biraz anlatın buluşmanızı… Salim Bey’i nerede/nasıl tanıdığımı, elini sıktığımı hatırlayamıyorum. Belki şöyle olabilir, Ankara’da Posta Caddesi’nde, ‘Kürt Mehmet’in Meyhanesi’ vardı. Oraya takılırdık, Cahit Sıtkı gelirdi, Orhan Veli, İlhan Tarus gelirdi, Oktay Rifat ara sıra uğrardı… Salim Bey’i de orada tanımış olabilirim. Seçilmiş Hikâyeler’i çıkarmaya başlamıştır, ben de öykümü vermişimdir… Peki aradan elli yıl kadar uzunca bir zaman geçtikten sonra bir kıyaslamaya gider misiniz günümüz öykücülüğünde? Yalnız öykücülük bakımından değil, edebiyatımızın da dün ile kıyaslanamayacağı kanaatindeyim ama, yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın dün ile kıyaslanamayacağını düşünüyorum. Bu da sakın ola yaşlı bir insanın geçmiş özlemi/nostaljisi diye algılanmaması gerekir! Bunun savunmasına girmek isterim hemen; bu küreselleşmeyle ilgili bir olay, bizim bireylerin yetenekleriyle ilgili değil. Küreselleşme 1980’den sonra bütün değerleri kaydırdı! Her şeyde olduğu gibi, sanatta da bir kayma yaşandı. Bir de benim tutuklanma hikâyem var… Tabii örtüşür. Şöyle bağlayalım isterseniz: Benim sevdiğim öykücüler Gogol ve Çehov’dur. Çehov’un diğer yazarlardan farkı ne? Diğer yazarlarda da var elbette ama Çehov’da doğrudan var, ne mi? İnsanın doğasına eleştiri! İnsanları severek yaklaşan, uysal yaklaşan, okşayarak yaklaşan; bir taraftan da onları iğneleyen, onun mutlaka eleştirel bir yanını bulan, bulduğu zaman da onu küçümsemeyen bir yazar Çehov. Bu doğa eleştirisi az önce anlattıklarımla örtüşür. İnsana güven; ama insana güvenilmeyecek bir tarafı da var! Yani çok yavaş gidiyor. Öyleyse insanı eleştirmek gerekir. İnsanın nesi eleştirilir, doğası eleştirilir. Doğası nasıl eleştirilir, birbiriyle olan ilişkileri içerisinde. Hepimiz öyleyizdir; binbir şeyi düşünürüz, yani kendimizi de olduğu gibi koyamayız da ortaya, mutlaka bir hesap vardır aklımızda. Bu insanın doğasıdır aslında, aynı zamanda insanın yenilemeyecek olan doğasıdır. İşte bunu işlemek, düzeltmek ve dosdoğru insan yaratmak, çok uzak bir dönemde, buna yardımcı olmak, diye düşünüyorum. Peki ya roman diyelim? Gerçi o zamanlar Fethi Naci olsun, Rauf Mutluay, TUTUKLULUK HALİ Şimdi oraya gelecektim ben de… Tutuklanmam 141. maddeye muhalefetten, TKP’ye üye olmamdan! Şimdi söyleyeceğim söz bazı kişilerce "Ne olacak, eski tüfek böyle düşünür" denebilir, özellikle vurgulamak istiyorum: Ben öyle katı bir sosyalist değilimdir. Elli altı günlük hücre yaşamımı roman biçiminde yazdım ve orada insanı eleştirmeye çalıştım, öyle bir algılamaya girilmesini asla istemem. Bu olay bir ideolojiye ne olursa olsun, körü körüne bağlanmakla ilgili değildir benim yorumum. Bugün artık herkesçe kabul görüyor ki, dünya bir ortaçağ yaşamaktadır. Nasıl ortaçağdan sonra aydınlama dönemi bir antitez olarak belirip ortalığı silip süpürdüyse, yaşanan dünya da, bugüne kadar nasıl yaşandıysa, gene anti tezini yaratarak yaşanacaktır, bu ortaçağ öyle bitecektir! Ama bu yarın değildir! Zaten beni anlamayacak olanların, yarın devrim olacak inancında olanların olduğunu düşünüyorum. Yarın devrim olmayacak, onlar o beklenti olduklarından dolayı, "cek"li "cak"lı konuşmayı seviyorlar. Bu uzun bir hikâye, bunun zamanını tayin etmek de zordur, şimdiden söylenmez. Bu iyimserliği bırakmıyorum ben. Çünkü dünden bugüne, ilkel toplumdan yerleşik topluma geçtikten sonra olagelen değişimler daima insanın çıkarına olmuştur. Mesela Huxley’in şu sözünü hep tekrarlarım: Tarih boyunca insanların 0,0000000001’i(alabildiğine sıfırlı biri) 99,99999999’u (alabildiğine 9) kurtarmak ve yönetmek için çaba harcamıştır" diye pesimist bir yaklaşımı vardır ama tarih boyunca o varsa, bunun olumlusu da vardır. Bunlar bir ütopya, bu ütopyalar insanı zenginleştirir diye düşünüyorum. Öykücülüğünüz nelerden beslenir diye soracaktım ki, zaten bu anlattıklarınız da bir bakıma yanıt oluyor, ne dersiniz? Afşar Timuçin de yazdı, romanlarınızı okuduktan sonra da bu göze çarpıyor; psikoloji önemli bir unsur metinlerinizde! Gene aynı yere geleceğiz belki, insan psikolojisine ağırlık veriyorsunuz… Evet, o psikoloji Çehov’da da vardır. KISA YAZMAK Geçenlerde kuşaktaşınız olan Oktay Akbal da bahsetti, kısa yazmak!.. Sizde bu unsur göze çarpıyor, katılır mısınız? Kısa yazmaktan amaç şu, sözgelimi Çehov gelinceye kadar dünyada başka bir öykücülük geçerliydi, yani kendi damgasını vurmuştu. Neydi o? Mopasan öykücülüğü! Mopasan öykücülüğü klasik bir öykücülüktür, nasıl oluyor bu? Şekle önem verirdi, sayfalarca ortamı anlatır ve olaya girerdi. Bu Mopasan öykücülüğüydü, ama Çehov’a baktığımızda durum tam tersidir, olayı verip, sonradan detaya girer. Yani mekân, mekânı oluşturan şeyler, bir arada anlatılır olayla beraber. Ben de bu yolu benimserim. ‘Yabancılar’, naif bir romandır kanımca. Duyguların saflığını işçinin kimliğinde görebiliriz. Bu kitabınızın 1957 yılında yazıldığını düşünürsek, o zamanki ilişkilere hayıflanmaktan kendimizi alamayız. Yani o zaman, dönem ve döneme bağlı ilişkileri ilk yazdığı metinlerde tema olarak kullanır diyebilir miyiz Kemal Bekir? Tabii diyebiliriz. Aslında benim ilk kitabım bu olmayacaktı. 1952’de tu tuklandım. 1952’de dosyam hazırlandı ve Salim Şengil’e verdim, yayımlayacaktı. Tutuklanmam buna engel oldu. Dahası, benim tutuklanmadan evvel 19501951’de benim Devlet Tiyatrosu’nda bir oyunum oynanacaktı! Tutuklanmadan önce bir oyun yazıp takma adla Devlet Tiyatrosu’na gönderdim. Döndüğümde açıkladım tiyatroya, o zaman da genel müdür Muhsin Ertuğrul. Dediler ki "Sizin miydi o oyun, Muhsin Bey okunurken ayağa kalktı ve ‘işte bir oyun geldiii’ diye sevindi. Oyununuz tiplerin açıklanması bakımından başarılı görülmüş, fakat seyircinin ilgisini ayakta tutacak olan ilgi pek görülememiştir, yeniden düzenlenmesi" diye bir açıklama yaptılar. Sonra ben de Muhsin Hoca’ya gidip, "Benim bu oyun üzerinde düzeltecek bir şeyim yok" dedim ve Çehov vurgunu bir adam olduğumu belirttim kendisine! "Çehov’un kişileri nasıl sahne üstünde değiller, hayatın içindelerse benimki de öyle" dedim. Muhsin Ertuğrul benden tiyatro anlayışımı kaleme almamı istedi, bir sayfalık bir yazı yazdım hemen. "Koy sahneye bunu" dedi peşi sıra! Bense "Ben koymayayım, başka bir el değsin" dedim, kabul etti. Rol bölümü yapıldı, ertesi gün beni polis evden alıp götürdü! Tabii alınmam az önce de belirttiğim üzere başka sebepten! Hikâye kitabından buraya atladım, ama işte hikâye kitabım da aynı sebeplerden ötürü basılamadı… Ne kadar kaldınız cezaevinde? İlk önce on beş buçuk ay kaldım, tahliye edildim, cezayı yirmi ay alınca, dört buçuk ay hapis borcum doğdu. Ankara’da da onu tamamladım sonra. Cezaevinde yirmi beşotuz sayfa yazdım ama, genelinde orada yazmak pek de mümkün değildir! Orası bir hastalık, ama Nâzım’a da şaşmamak elde değil! Çıktıktan sonra tamamladım, sonra da Vatan gazetesine gönderdim. Naim Tirali o zamanlar etkin görevdeydi, ona gönderdim romanı. O da ilk karşılaşmamızda, Tirali, "Hangi adla basalım" dedi, ben de birkaç takma isim önerdim ama o öyle yapmadı ve adımla tefrika etti Yabancılar’ı! Tefrika bitince, 1957 ya da 1958’de Yaşar Nabi’ye gönderdim roman dosyamı. Hiç unutmuyorum, Yaşar Nabi bir mektupla yanıt verdi: "Romanınız 5000 adet basılacak ve 500 lira telif ödenecektir." Teşekkür ederek yanıtladım onu. Kitap çıktığında tabii, dört buçuk aylık borcumu ödüyordum devlete! Zarftaki paraya baktım, 600 lira, yanlışlık olmasın diye tereddüt ettim, sanıyorum Salim Şengil’di, "6000 basmıştır da ondan" yanıtıyla rahatlamıştım. BIÇAK SIRTI KONULAR 1961’de yayımlanan ‘Kaçaklar’ adlı romanınızda ise ‘aşk’ı ön plana çıkarıyorsunuz, bunu biraz anlatır mısınız? Öyle bir roman kurguladım.Ama Yabancılar hakkında birkaç söz daha söylemeli: Yabancılar’daki benim çocukluğumda gözlemlediğim bir olaydır. Ama olduğu gibi öyle değildir. Burada tüm yazarların ilk tutkusudur zannediyorum, sahicilikle sahtenin karşılaştırılması/zıtlığı! Birisi 50’sini bulmuş, çocuk yaşta bir kadını hayal ediyor, öbür tarafta bir genç hayalinin gerçekleşmesinin karamsarlığına girmiş. Yani o benim için hem sosyaldir hem de bireyseldir. ? KİTAP SAYI 866 CUMHURİYET