Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 Eylül askeri darbesi, Türkiye tarihinin korkunç bir kırılma noktası oldu. Öyle ki bu darbenin etkin reorganizasyonuyla toplumun kimyası bozuldu, kaderine razı tebaalar haline geldi. Demokratik, laik sosyal bir hukuk devleti olabilmenin temel koşulu olan toplumsal irade, 26 yıl sonra bile kendine gelemeyecek denli tahrip edildi. Toplumun özellikle 60 ve 70’lerdeki katılım ve mücadelelerle oluşmaya başlayan yurttaş kimliği, ezme, dağıtma ve yasaklamalarla ortadan kaldırıldı; Türk İslam sentezinin tebaalaştırıcı ve kullaştırıcı hegemonyasına sokuldu. Bunun sonucudur ki toplum, milliyetçi ve İslamcı seçeneklerin kucağına düşerek her gün daha çok örselenip her gün daha çok değer erozyonuna uğradı. Türkiye, Kurtuluş Savaşı da dahil tarihinin hiçbir döneminde bu denli çok bayrak sallanan, hamaset yapılan, dine sığınılan bir dönem yaşamamış ve tabii yine tarihinin hiçbir döneminde bu denli büyük bir çürüme, mafyalaşma, hortumlama, iç bölünme ve linçlere sahne olmamıştı. İşte 12 Eylül’ün yarattığı ve onunla hesaplaşamayan toplumun savrulduğu Türkiye böyle bir Türkiye olacaktı. 12 Eylül, sonuçları işte böylesi bir erozyon olacak olan operasyonunu, halkın demokratik örgütlenme ve iradesini dağıtarak başlatacaktı. Bu kapsamda 50 kişi idam edilecek, 229 kişi işkenceyle öldürülecek, 650 bin kişi askeri cezaevlerinde Amerikalı kontrgerilla uzmanlarının Vietnam’da geliştirdikleri pasifikasyon uygulamasından geçirilecek, 1.650.000 kişi, gözaltında işkenceden geçirilecek veya fişlenip işinden atılacak, 14 bin kişi cuntacılara boyun eğmediği ama yakalanamadığı için vatandaşlıktan atılacaktı. Bu korkunç devlet terörüyle halkın örgütlü iradesinin dağıtılması sayesinde fakiri daha fakir ve örgütsüz, zengini daha zengin ve egemen yapacak olan ekonomik ve siyasal dönüşüm hayata geçirilecekti. Ve tabii başta Rogers Planı olmak üzere ABD’nin Milliyetçi Cephe hükümetlerince bile karşılanamayan tüm beklentileri karşılanacaktı. Ne yazık ki toplumun çoğunluğu bu korkunç darbeyi artık ya hiç hatırlamıyor ya da "kardeş kavgasını engellemek için ordunun başvurduğu müdahale" olarak anımsıyordu. Halk 12 Eylül’ü, gerçeğinin karşıtı bu yanılsamayla anımsadığı müddetçe, demokrasi de bize böyle uzak olmaya devam edecekti. Erdoğan AYDIN Kritik 12 Eylül’ü yargılamak veya çürümek farklı yerde olacaktık. Darbe öncesi tüm bu göstergelerde bizimle aynı yerde olan ülkelerin bugünkü durumlarıyla yapılacak kaba bir kıyaslama bile, darbe düzeninde ne denli büyük bir zemin kaybettiğimizi görmeye yeter. Eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın, başkanlığının son döneminde Türkiye ve Yunanistan’a yaptığı ziyaretindeki açıklamaları bile, darbecilerle hesaplaşmanın anlamını göstermeye yeter. Cuntayı destekledikleri için Yunanistan’dan özür dilemek zorunda kalan Clinton, Türkiye'de özür yerine, "müttefikliğimizin 50 yılı aşkın süren dayanıklılığına" övgü düzmekle yetinecekti. Oysa Pentagon’daki generallerin "Bizim çocuklar darbe yaptı!" sözü, Yunan cuntası için değil, Türk cuntası için edilecekti. Ancak kendi darbecileriyle hesaplaşmayı başaramayan bir halkın yurttaşlaşması mümkün olamayacağı gibi, uluslararası saygınlık elde edip darbenin asıl yöneticilerine özür diletmesi de mümkün olamayacaktı. mesi, emekçilerin ve yoksulların ekonomik olarak desteklenmesi, seçim kısıtlamalarının kaldırılması gibi taleplerde bulunacak ve tabii Avrupa'nın da işbirliğiyle 83 sonrası her şeyin aşıldığı şeklindeki aldatmacaya itiraz edecekti. Bu bağlamda mahkeme: "Evet, darbenin üzerinden 7.5 yıl geçmiştir, ancak bugün Türkiye 12 Eylül felsefesiyle ve 12 Eylül tarzıyla yönetilmektedir. Devlet aygıtları, parlamentonun çoğunluğu, hükümet ve adalet mekanizması, bürokrasi ve diğer tüm resmi kuruluşlar, halka 12 Eylül generalleri gibi bakmaktadırlar. 12 Eylül’ü gerçekleştiren generaller ve onu yönlendiren odaklar, kitlelerin ekonomik, demokratik ve siyasal taleplerini, demokrasiyi ve özgürlüklerini anarşinin ve istikrarsızlığın kaynağı olarak görüyorlardı. Bu nedenle sert ve sistemli bir baskı düzeni kuruldu. Bu düzen bugün küçük rötuşlarla devam etmektedir. Parlamento ve hükümet dahil olmak üzere bütün devlet organları halka yine aynı gözle bakmaktadır. Terörcü yönetim prensipleri, faşist baskı politikaları, milliyetçilik, otoriterizm, emek düşmanlığı, Suudi İslamcılığı bugün Türkiye'de devletin felsefesi ve politikası haline getirilmiştir. Devlet bu temelde yeniden organize edilmiştir. Emekçilerden, boyun eğmeleri, disiplinli olmaları, çok çalışmaları, politikaya karışmamaları, devleti her şeyden üstün görmeleri istenmektedir. Bu istekler, televizyonlar, okullar, büyük basın ve yayın organları aracılığıyla bir düşünce ve alışkanlık, bir yaşam şekli haline getirilmeye çalışılmakta. 12 Eylül’ün çizdiği bu kalıba uymayanlar karşılarında polisi, jandarmayı ve mahkemeleri bulmaktadır. Türkiye'deki baskı düzeni sadece kurumsallaştırılmamış, aynı zamanda yasal bir statüye kavuşturulmuştur" diyecekti. kendi ülkesindeki yerleşik hukuka değil, çağdaş hukuk ve adalete de aykırıdır. Ülkede tam bir devlet terörü kurulmuş, insanlar düşüncelerinden dolayı hapishanelere doldurulmuş, işkencelerden geçirilmiş, düzmece ve emir altındaki mahkemelerde yargılanmış ve karakuşi hükümlerle yaşamları karartılmıştır. Bu arada ne yaptığı ne ettiği belli olmadan dal gibi civanlar darağacına yollanmıştır. O mahkemelerin verdiği kararlarla bugün de binlerce insan, düşüncelerinden ötürü hapishane duvarları ötesinde çile doldurmakta, yüzlerce insan da idam edilecekleri günü beklemektedir." Kürt halkının, ulusal demokratik haklarının çiğnendiği yetmiyormuş gibi, nasıl bir zulüm ve teröre tabi tutulduğunu anlatmama bilmem gerek var mı? Bu tiksinti verici rejim, sivil kisve altında bugün de devam etmektedir. Türkiye'de demokrasiye dönüldüğü yolunda resmi ağızların durmadan tekrarladıkları iddianın gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. İşte böylesi bir ortamda 12 Eylül rejimini Uluslararası Mahkeme’nin önüne çıkarmak önem taşıyor. Hatta bu konuda geç bile kalınmıştır. Rejimde, çağdaş ve uygar insanlığın inandığı temel hukuk ilkeleri göz önünde tutularak, insan haklarının zamanımızda artık klasikleşmiş esasları ölçüt alınarak, yaptıklarının hesabı sorulmalıdır. Bununla, rejimin ülke içinde ve dışında halka ve dünyaya karşı söylediği şeylerin üzerindeki yalan perdesi indirilmiş olacak"tır ÇÜRÜMEYE KARŞI YENİDEN YURTTAŞLAŞMAK Tekrar tekrar anımsamalıyız ki darbecileriyle hesaplaşamayan bizler giderek çürüdük. Öyle ki, tarihselsiyasal hafızamızı yitirdik. Bu cuntanın tezgâhından geçenlerimizin bir kısmı bile, onun beslemesi olduğunu unutup şeriatçılığa karşı kendisine yedeklendi. Aynı çürüme içinde emekçiler İslamcılıktan, Kürtlerin bir kesimi ABD’den, Alevilerin bir kesimi İslamın özü ve sol düşmanı olmaktan medet ummaya, bu sahte yönelimlerde kendilerine sahte güvenceler arayarak çürümeye devam ettik. Prof. Dr. Gazi Çağlar tarafından derlenen mahkeme belgelerinin Türkçe çevirisi, Belge Yayınları tarafından "Askeri Rejime Karşı Uluslararası Mahkeme" adıyla yayımlandı. Kitap, 26. yılında hâlâ anlamlı bir hesaplaşmaya konu olamamış 12 Eylül’e dair, pek çok tanıklıkla ciddi bellek tazelemeyi başarıyor. Bu niteliğiyle onu incelemek, 12 Eylül’ün imajı yerine gerçeğini geçirmek açısından özel bir anlam taşıyor. Bu anlamda kitabı okumak ve okutturmak, söz konusu mahkemenin bizden çok uzaklarda, ama bizler adına, insanca hakça yaşamamız adına, kulluktan insanlığa, tebaalıktan yurttaşlığa yükselmemiz adına yapmaya çalıştığı şeyin kuvveden fiile yükselebilmesi için de bir parça katkı olacaktır. Bu gerçeklik, onun kimi tanıklık ve kimi yargılarını kabul etmeyenler açısından da aynı yaşamsal değere sahip. Çünkü çağdaş insan olmak, çünkü demokrasinin, laikliğin, hukukun güvenceleri altında yaşamak, bize ters gelebilecek yargıların da kendini ifade güvenliği ile mümkün. Mahkemenin ne yazık ki Türkiye kamuoyuna mal edilemeyen bu onurlu eylemi, bugün ülke içinde 78’liler Girişimi’nce sürdürülmeye çalışılıyor. En azından bu görevin tamamlanamadığı bir Türkiye'nin, hiçbir şekilde yeterince adil ve özgür, yeterince laik ve demokratik, yeterince sosyal ve hukuki, özetle çağdaş olamayacağı kesinleşmiştir. Bu nedenle "Askeri Rejime Karşı Uluslararası Mahkeme" tutanaklarını okumaya başlamak, tıpkı Yunan halkı, tıpkı Arjantin halkı gibi kendi darbecilerimizle yüzleşmemize, onların geçici (!) 15. madde ardına sığınarak, işkenceyiidamlarıdarbeleri savunabilen "ressamlar" olarak değil, her yurttaş gibi mahkemelere de çıkarılabilecek normal insanlara dönüştürme onuruna yükselebilmemize mütevazı bir katkı olabilir. ? KİTAP SAYI 866 SERT VE SİSTEMLİ BASKI DÜZENİ İşte bu gerçekliğin bilinciyle davranan yurdundan sürgün mülteciler, çok anlamlı bir girişimle, 12 Eylül’ü yargılamak üzere uluslararası bir mahkeme örgütleyeceklerdi. Mahkeme, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 40. yıldönümü olan 10 Aralık 1988 günü saat 10’da yargılamayı başlatacaktı. Anayasa Hukuku Profesörü Dr. Norman Paech, büyük filozof Ernst Bloch’un eşi Karola Bloch, Nikaragua Kültür Bakanı Ernesto Kardenal, dünyaca ünlü şair Erich Fried, Alman Sosyal Demokrat Milletvekili Monika Ganseforth, Alman Yeşil Milletvekili Ellen Olms, Belçikalı Avrupa Parlamenteri Jef Ulburghs, Mısır’dan Dr. Karam Khella, Filipinler’den Şeker İşçileri Sendikası Başkanı Auke İdzenga, Güney Afrika’dan Pan African Congress temsilcisi Zoey Mogkadi, İsveçli tarih bilimcisi Hjördis Levin’in oluşturduğu jüri, tek tek yargılama alanlarıyla ilgili tanık ve uzmanları dinlemiştir. Karar sürecinde mahkeme, cunta şefi Kenan Evren’i de sanık olarak, kendisini ve rejimi savunmak üzere davet etmiştir. Vietnam işgali nedeniyle ABD emperyalizmini yargılamak üzere kurulan Russel Mahkemesi benzeri bir yönelim ve arayışın sonucu olan 12 Eylül Askeri Rejimine Karşı Uluslararası Mahkeme (Tribünal), öncelikle 12 Eylül’ün ve adaletinin teşhir ve mahkum edilmesini amaçlamıştır. Bu kapsamda , İnsan Hakları Sözleşmeleri ve Uluslararası Çalışma Örgütü ilkeleri doğrultusunda 12 Eylül hukukunun lağvedilmesi, vatandaşlıktan çıkarılanların haklarının iade edilmesi, basın yayın, örgütlenme özgürlüğünün sağlanması, Kürtler üzerindeki baskıların sona erdiril DARBECİLERİNİ YARGILAYAMAMIŞ TEK ÜLKE Farkında mısınız bilmem ama kendi darbecilerini yargılamayı başaramamış biricik ülke olmanın "şerefi" hâlâ bizde. Brezilya’dan Arjantin’e, Yunanistan’dan Şili’ye kadar, darbecilerinin paşa paşa korunmaya devam edildiği, onları yargılamak gereğini belirten savcıların işine son verildiği, darbe kurum ve yasalarının hâlâ başımızda sallanmaya devam ettiği biricik ülke bizim ülkemiz... Bu ne anlama mı geliyor? En alttakilerle en üsttekiler arasındaki gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerin başında gelmemiz anlamına geliyor.. toplumu kontrol için beslenip büyütülen İslamcılığın ülkemizin en etkin toplumsal gücü olması anlamına geliyor.. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kendi yurttaşlarına karşı hak ihlalleri nedeniyle en çok yargılanan ve en çok tazminat veren ülkesi olmamız anlamına geliyor.. Kürt sorununa ve bu sorunu çözme iradesi gösteremezsek altında kalacağımız gerçeğine işaret etmenin "bölücülük" olmaya devam etmesi anlamına geliyor... 12 Eylül rejimi, 26. yıldönümünde bile kendisiyle hâlâ hesaplaşmayı başaramadığımız temel bir sorunumuz olmaya devam ediyor. Oysa bu hesaplaşmayı toplumsal, siyasal, kültürel ve ahlaki düzeylerde yapabilmiş olsaydık, sevgili ülkemiz bugün demokrasi, laiklik, sosyal devlet, iç barış, uluslararası ilişkilerde onurlu duruş, kalkınma, yurttaşlarımızın yaşam kalitesi gibi tüm temel göstergelerde çok daha SAYFA 26 TANİLLİ’NİN HUKUK DERSİ Her zaman en saygın ve en cesur öğretmenlerimizden olmuş olan Server Tanilli’nin, mahkemenin 6. bölümünü oluşturan "Türkiye'de devlet terörü ve 1982 Anayasası" bölümüne sunduğu tanıklıktaki şu sözleri özellikle anımsanmalı: "Bu rejim, önce kendi tarihimize ihanet sergiliyor. Bizim 150 yılı aşkın bir süredir, bağımsız, demokratik ve laik bir toplum kurma yolundaki mücadelemizi simgeleyen aydınlanma hareketimize toptan karşı çıkan bu rejim, bu hareketin bütün kazanımlarını çiğneyip yerle bir etmiştir. Bir kışla talimatnamesinden başka bir şey olmayan anayasası ve onun doğrultusunda çıkardığı sözüm ona kanunlar, bu çiğnenişin açık örnekleridir. Bunları yaparken, öte yandan bağımsız, demokratik ve laik bir toplum kurmanın kavgasını sürdüren ilerici, demokrat ve devrimci güçlere karşı hayasız cinayetlere girişmiştir. İşlediği cinayetler yalnız CUMHURİYET