Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
İlhan Berk’le ‘Adlandırılmayan Yoktur’u konuştuk Ve bir çok ters metafor var, üstelik o meteforları yok ediyorsunuz. Mesela ‘‘bedenle (o cehennemle) tanışmanız yenidir’’ diyorsunuz. Burada bedene yabancılaşma söz konusu. Korku orada mı başlıyor? Derinliklerini bilmem ama benim metinlerimde eğretilemeler boldur. Onları doğru dürüst kullanırken, eğretilemelerin birbirlerini yıktıkları da olur. Ben yıka yaka yazarım. Böylece bir üçüncü metine dalarım. Terslik buradan geliyor olmalı. Beden konusuna yeniden dönmek istemem, yeterince anlattım sanıyorum. Yazmaya gelince: Bir yazma biçimi diye bakmanızı isterim bunu. Aslında burada tuhaf bir durum var; insan yaşlandıkça ölümden korkar ve bedenine daha da yabancılaşır. Çünkü beden yaşlandıkça ölüme daha çok yaklaşır. Ancak siz başka bir dizede ‘‘gövdemi baştan beri seviyorum’’ diyorsunuz. Ben bu dizeden çok şey çıkarabilirim. Siz o cehennemle yakın temasa geçmişsiniz. Bir nevi mastürbasyon gibi,. Ayrıca yaşlandıkça gençleşiyorsunz. Siz bu güne kadar şiirle hesaplaştınız, şimdi bu kitapla Tanrı ve ölümle hesaplaşıyorsunuz. Genelde insan gençken Tanrı ideasını sorgular, yaşlılıkta sorgulamaktan vazgeçer. Siz hâlâ dimdiksiniz ve belleğiniz hâlâ çok taze. Bunun getirdiği bir galibiyeti hissediyorum sizde... Ben bedenime baştan beri yabancılaştığımı sanmıyorum. Yaşlılığımda da. Ölüm konusuna gelince, üzerinde pek durduğumu da söyleyemem. Bodrum’da bu yaşadığım yerde küçük balıkçıların sefere çıkarken duvara birilerinin yazdığı bir söz var: Ölüm de var diye. Her seferinde o gözüme ileşir, ister istemez, yolumun üstündedir çünkü. Anımsarım ölümü anlayacağınız. Gövdemi baştan beri sevmeme gelince: O da öyle gövdemden kurtulamam. Bitişik kardeşiz. Benim cehennemle yakın temasına gelince; hiç bitmemiştir ki: Cehennem şairlerin en yakın arkadaşlarıdır. Kurtuluşu da yaşayan olamamıştır, şairse eğer. Tanrı konusuna da gelince: Daha önceleri de söyledim: Tanrı sözcüğü denli zengin bir sözcük yoktur. Bu yaşlılıkla da ilgili değildir: Yüce bir metafor şairler için. DÜNYA OKUNACAK BİR KİTAPTIR ‘‘Haç cinseldir, çünkü kan bulaşmamıştır’’ diyorsunuz. Burada yine ters metafor var. Haç cinseldir diyorsunuz, ama kanın bulaşmaması sterilize edilmiş, arındırılmış sevişmeyi ya da aseksüel bir çağrışımı getiriyor akKİTAP SAYI ‘Dokunmak her şeydir’ İlhan Berk, şiir ve felsefe arasında diye tanımlanabilecek aforizmalarını ‘Adlandırılmayan Yoktur’ adlı kitapta bir araya getirdi. Birbirinden çok farklı temalarla 108 aforizmayı içeren bu kitapla İlhan Berk büyük bir lezzet sunuyor okuyucuya. Berk’le bu kitabını konuştuk. ? Deniz DURUKAN dlandırılmayan Yoktur kitabınıza geçmeden, Mayıs ayında Barselona’da her yıl yapılan Uluslararası Şiir Festivali’nden söz edelim. Bu yıl İspanya’da dördüncü şiir kitabım olan Galile Denizi yayımlandı. Bu festivale dünyanın dört yanından çağrılan şairler davet edildi. Dört gün sürdü. Benim için festivalin en ilginç yanı basın konferansıydı. Her şair uzun uzun önce şiirin tanımını yapıyor, sonra da şiirinden söz ediyor olmasıydı. Bu arada basın durmadan şaire sorular sorarak, dünya şiirinden söz ediyordu. Bu da eni konu tartışılıyordu. İkinci önemli konu da, şiir çevirisi sorunuydu. Şiirin çeviride dörtte üçünün yokedilmesi üzerinde durulması da önemli bir konuydu. Kitapta, Augustinus’un ‘‘her bedenden kaçmaklı’’ sözünün sanki bütün ortaçağı korkuttuğunu söylüyorsunuz. Ve bedeni bir cehennem olarak ifade ediyorsunuz. Dünyevi yaşamdan sonra sonsuz yaşamın varlığına inanan ruhlar için, beden zindandır. Belki bunu kastediyorsunuz, ama yanılmıyorsam diğer çağrışımı sizi daha çok ilgilendiriyor. Bu da günah! Be A den insana ölümlü olduğunu hatırlattığı gibi, günaha açık davetiye çıkaran bir araç mıdır?. Sorularınıza geçmeden önce şunu söyleyeyim. Adlandırılmayan Yoktur bir şiir kitabı değildir. Sorularınızın birinde ‘‘bir dizeniz’’ diye başlayan bir tümceniz, gövde bütün söz konusu olan dize değil, satırdır. Sorulara gelince: Augustinus ortaçağa beden konusunda eğilirken, yerden göğe değin haklıdır. Gövde yalnız ortaçağda değil, daha düne kadar da cehennem olarak görülmüştür. Gövdenin okunması yeni çağla başlanmıştır. Bugünse artık gizini yitirmiştir. Öylesine bir yere indirilmiştir ki, ben bakamaz olmuşumdur. Ama her şeye karşın R. Barthes gibi ben de gövdemin tarihsel olduğunu unutmam. Böylece de asıl cehennemim olmuştur. Tarih, insan gövdesini sevisel bir varlık olarak görmek istememiştir. Bu yüzden de insan bedenini utançla saklamak yoluna gitmiş, kendini öyle korumuştur. Gövdenin ölümü de öyle başlamıştır. Ben gövdenin özgürlüğüne hâlâ da kavuşamadığını söyleyeceğim. BEDEN DOĞASI GEREĞİ CİNSELDİR Buradan ilk günaha gidebiliriz. Adem ile Havva’nın yedikleri yasak meyveyle bir anlamda gözleri açılır. İlk kez vücutlarının çılaklığını fark edip, bedenlerini örtme ihtiyacı hissederler. Belki de o âna kadar cinsiyetlerinin farkında değillerdir. İlk insanın kendi bedeniyle ilgili bilgilenmesi iki farklı düşünceyi aklıma getiriyor. O zaman bilgi kirli bir şey. Ya da bilgi dediğimiz şey cinsellikle mi başlıyor. Gövde onamaktır, öyle vardır. Bu yüzden de bedene dokunan her şey tarihin alanına girer. Dokunmak her şeydir. O ölçüde de bitimsiz, uçsuz bucaksız, fırtınalı bir yolculuktur. Şu bir gerçek: Beden doğası gereği cinseldir. Bu bilinmedikçe hiçbir yere varılamaz. Korku bedeni hep kapamıştır. Böylece de gövdeyi gizlemiştir. Yok bile saymıştır. Kadının kışkırtıcılığından söz ediyorsunuz. İlk kadın Havva’nın itaatsizliğine kadar gidiyor bu mesele. Daha doğrusu, orada başlıyor. Varoluş nedeni olarak ifade ettiğiniz kadın, itaatsizliğinden dolayı lanetlenir kutsal kitaplarda. Bunun cesazı da ağrılı doğum, gebeliktir. Üreme de o cezanın sonucunda oluşur. Belki de aşk o nedenle bize iç güdüsel olarak korkutucu geliyordur. Kadın gövdesi anlamlar odağıdır. Bir yanardağdır da. Gövdeyi okumak, yaşamı yeniden keşfetmektir. Aşka gelince: Bu bilinen bir şey değildir, biliyormuşuz gibi davranıyoruz. Anlatıya da gelmez, hele hele ertelenmeyen bir şeydir. Bilinmediğini söyledim aşkın, gerçekten de bilinen bir şey değildir aşk; ancak başa gelen, yalnız başa gelen, bir şeydir. İşte o zaman anladığımız, daha doğrusu anlar gibi olduğumuz, bir şeydir. Kitapta çok derin, birbirini tamamlayan, devam eden metinler var. ? SAYFA 4 CUMHURİYET 854