28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cahit Külebi, ‘İnsanlardan buz gibi soğudum’ diyebilir. Dağ başında küçük bir çeşme olmak, uzaklara çekilmek isteyebilir. Bize düşen, dizelerden süzülen insan sıcağını anımsayarak, onu unutmamak olmalıdır. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler C ahit Külebi öleli 9 yıl oldu (191720 Haziran 1997). Bir edebiyatçıyı belli günlerde anımsamak alışkanlığı vardır. Edebiyat dergileri belki 2007 Haziranında, ölümünün onuncu yılında, onun için dosyalar düzenleyecek. Sonra gene araya sessiz bir dönem girecek. Yeni kuşaklar “40 Şiiri”nin boyutlarını yeterince bilmiyor. Onu yalnız “40 Kuşağı Toplumcuları” ya da “Garip Şiiri” olarak niteliyor. Oysa “40 Şiiri” yaşanmış duyarlığı toplumsal sorunlarla birlikte değerlendiren geniş bir kuşaktır. “Garip Şiiri”; incelikli imgelerle bezenmiş bir şiiri, sıradan isanların yaşamasıyla birleştirince, toplumcu duyarlık yeni bir ivme kazandı. Cahit Külebi’nin de bu oluşum´da payı vardır. Giderek şiir dilinin gelişmesindeki önemi unutulmayacaktır. Ama edebiyata dar açıdan bakanlar bunları anımsamadığı için, Cahit Külebi unutulmuş görünüyor. Belli zamanlarda anımsanmak bir ozanın gücünü göstermede yeterli olmuyor. Sanki böyle bir ozanın yaşadığı izlenimi bile sezilmiyor. O zaman kaygılanarak sormak gereğini duyuyoruz: “Cahit Külebi unutuldu mu?” Cahit Külebi unutuldu mu? Cahit Külebi diyor ki: “Gelenek, gelenek dedikleri bir züğürt tesellisidir. Gelenekle şair olunsa leylekler imam olur.” “Şiir dilini halkın dilinden kurmuş olmam, kimi kez de halk motiflerinden etkilenmem, ‘büyük ölçüde’ halk şiiri ile beslendiğimi göstermez.” Edebiyat dilini halkın dilinden oluşturmak yapay bir dilin ardına düşmekten bizi kurtarır. Halk dilinin özelliklerini Külebi’nin şiirinde aramak kadar, Memduh Şevket Esendal’ın öykülerinde de bulmak olanağı vardır. Böyle bir çalışmaya girişmek Türkçenin gücünü gösterecektir. O zaman Külebi’nin çok yönlü şiirindeki derinlikte; hem yaşamamıza yön veren duyarlığı yakından tanıyacak, hem yalın şiirin etkisini anlayacağız. KADINLAR Behçet Necatigil’in değerlendirmesi gerçeği gösteren bir özellik taşıyor mu? “Cahit Külebi, aydın bir saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan rahatlığı ve temiz bir dil ile zaman zaman kötümser, güvensiz, kendi türküsünü söyledi. Yarım kafiyeler, iç sesler, duygu ve düşüncelerine eklendiği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlikle en sevilen şairler arasına girdi.” Karacaoğlan’ı bacanak olarak görmesi “aydın bir saz şairi” olarak mı gösterecekti onu? “Bacanak, senin sevdiğin Kızların gelinlerin Kemikleri sürme oldu ama Yaşadı türkülerin.” Ama yüzyıllar geçse bile sevi ilişkileri eskimiyor. Hele Cahit Külebi gibi kadınları, şiir yöntemini oluşturan ustalar arasında sayan bir ozan için, Karacaoğlan’ın içtenlikle andığı kadınlardır önemli olan. Kuşku yok ki, sevi, insanı yaşamaya bağlayan bir güçtü Külebi için. Tekdüze yaşantıdan insanı kurtaran ustalardı kadınlar. Külebi için özel bir anlamı vardı onların: “Üçüncü ustamdı kadınlar. Tekdüze yaşantıya. Kaynar dururlar semaver gibi. Onlar öğretti bana sevgiyi. Gözleri çıra gibi yanar, Ak badem olur tenleri, Güvercin kanadına benzer elleri.” Külebi’nin sevi ilişkilerine değinmesi hep şaşırtıcı olmuştur: “İnsanın sevdası on beşinde Horoz şekerlerine güneşlere benzer.” Gerçekten benzer mi? Benzemese de, o yaşlarda sevi ilişkisinin getirdiği bir sevinç, bir sığmazlık duygusu var. Külebi de bu coşkuyu anlatmak istiyor zaten. Belki de bu duyarlık “Garip Şiiri’nin uzantısıdır. “Garip Şiiri”ndeki çocuksu sevinci kendince yorumlayan bir ozan oldu Cahit Külebi. Sonra o şiiri doğayla buluşturdu, uzak bozkırın yoksul insanlarına taşıdı. TÜRK DİL KURUMU’NDA Ama şiir neyi anlatırsa anlatsın, önce nasıl anlattığı önemlidir. Bu anlayış dil özenini öne çıkarır. Şiirde dili yalınlaştırıp, halkın diliyle bağdaştırmak olanağı bulunsa da, yazı dilinde derinleşmek için dil devriminden yararlanmak gerekecektir. Türkçenin dil devrimiyle gelişen gücü, karşıdevrimcileri de etkilemiştir. Öyke ki, karşıdevrimciler, karşı çıktıkları sözcükleri bile kullanmak zorunda kalmışlardır. Zorlamaya gerek kalmadan dile doğal olarak yerleşen sözcükler, karşıdevrimcilerin bile biçem özelliklerini oluşturmuştur. Buradan Cahit Külebi’nin eski Türk Dil Kurumu’ndaki çalışmalarına geçmek, onun kurumla bütünleşen kişiliğini anımsatmak yararlı olacak. Eski Türk Dil Kurumu’nda Başkanlık, simgesel önemi olan bir yerdi. Kurum’un yönetimi ‘genel yazman’dan sorulurdu. Ömer Asım Aksoy genel yazman olarak sorumluluk alırken Derleme ve Tarama Kolu Başkanlığı’nı da birlikte yürütmüştü. Cahit Külebi Genel Yazmanlığa seçildiği zaman Yayın Kolu Başkanlığı’nı bırakmıştı. Cahit Külebi’yle uzun yıllar eski Türk Dil Kurumu’nda birlikte çalışmanın mutluluğunu yaşadım. Gene de kavgalarımız eksik olmazdı. Külebi’yle geçinmek zordur. Külebi’nin siteminden geçilmez. “Ben kurtarılmamış bir ozanım” derdi. Nelerden kurtulmasını beklediği de belli olmazdı. Kuşku yok ki, seçimle gelinen özerk bir kuruluşta takım çalışması önemlidir. Külebi takım arkadaşlarını seçerken kırgın olduklarını, birlikte çalışamayacaklarını dışarda tutardı. Külebi’nin istemediği kişilerin seçimi kazanması olanaksızdı. Bu tutum benim için de geçerli olmuştu. Cahit Külebi, Milli Eğitim Bakanlığı müfettişliğinden gelme bir alışkanlıkla, genel yazmanlık görevini müdürmemur anlayışıyla yürütmek isterdi. Bu davranışının kurumda çalışan memurlar üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu bilemem. Ama seçimle kol başlarına gelenleri etkilemezdi. Külebi “hışım” gibi dolaşırdı kurumda. Herhangi birinin adım atışından kuşkulanırdı. Kurumun kuruşuna zarar gelmesine engel olurdu. “12 Eylül Paşaları” kurumun defterini dürmek istedikleri zaman, Tavazar Paşa’yı denetlemekle görevlendirmişlerdi. Tavazar Paşa, “Ben hiçbir devlet kurumunun böylesine düzenli çalıştığını görmedim” demek zorunda kalmıştı. Ama “12 Eylül Paşaları” için Türk Dil Kurumu’nun defterini dürmek, kusurlu olmasını gerektirmezdi. Deldirilmemesine özen gösterdikleri, ama delikdeşik olmasına engel olamadıkları “82 Anayasası”, Türk Dil Kurumu’nu da yeni bir yapılanma içine aldı. Eski Türk Dil Kurumu’nun son genel yazmanı Külebi ile 600’ü aşkın üyesi, bu yapılanmanın dışında kaldı. Artık yeni Türk Dil Kurumu’nu ele geçirenler, “Yaşayan Türkçe” adına, dil devrimine değişik bir yorumla bakanlar oldu. YAKINMA USTASI Cahit Külebi “yakınma ustası”ydı ama “iyilik bilmez” değildi. Kırık sevilerin ozanı mıydı? Doğadan sızan bir reçine mi vardı şiirindeki sevi ilişkisine? Sevgilinin yüzünü avuçlar gibi, içinde mayalanan üzgünlüğü mü anlatmak istiyordu? “Konya ovasında bir avuç su Yüzün de öyle geceleri.” Anadolu gerçeğine dolaylı anlatımla değinmek, o keskin ıssızlığın içimizde uzayıp gittiğini anımsamak, sonra da onun dizelerinden bakmak gerçeğe! “Ağız dil vermeyen köylüler Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?” Bir uzak duruşu, aldırmayışı, kendi haline bırakışı anlatan dizelerde; Anadolu insanını yoksulluk olan yazgısına, kendi toprağımıza yabancı düşmemize değinir: “İşte Doğu bu. Kesilmiş koyun başı Gibi bakar orda insan gözleri. Sevdalar, sıcaklık, yumuşaklık Türkülerde kalmış, bin yıldan beri.” “Haziranda Ölmek Zor” diyordu Hasan Hüseyin. Cahit Külebi 20 Haziran 1977’de, ölüme direnecek gücü kalmadığından, kendini bırakıvermişti. Cahit Külebi unutuldu mu? Oysa Cemal Süreya, “Hiçbir şair şiiri bitirmeyi Cahit Külebi gibi bilemez” diyordu. Külebi’nin unutulmaması için küçük bir ayrıntıyı büyüteç altına almalıyız. Şimdiye dek kimsenin değinmediği ayrıntılar üzerinde durmalıyız. Adnan Binyazar “Şairin Kedisi”ni yazarken onu küçük bir ayrıntıda öyküleştirdi. Öyle ayrıntılar var ki, önemli sorunları aşar. Külebi, “İnsanlardan buz gibi soğudum” diyebilir. Dağ başında küçük bir çeşme olmak, uzaklara çekilmek isteyebilir. Bize düşen, dizelerden süzülen insan sıcağını anımsayarak onu unutmamak olmalıdır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnun oluruz. SON GÜNLERİ Başkent Üniversite Hastanesi’ndeki son günlerini anımsıyorum. Yoğun bakımdaydı, solunum aygıtına bağlıydı, hava açlığı çekiyordu. Bir ozanın soluduğu havaya doyamaması ne acıdır! Gözleriyle soruyor, gözleriyle dinliyordu. Cahit Külebi ölüme direnirken, Edebiyatçılar Derneği, Büyük Tiyatro’da Külebi Üzerine bir toplantı düzenleyerek onun direnmesine destek olmaya çalışıyordu. Yoğun bakımda onu yoklayarak toplantı üzerine bilgiler veriyordum. Önceleri bir parıltı vardı gözlerinde; yaşamayı anlamlı kılan bir parıltı. Daha sonraları anlamını yitirdi bakışları, cam gibi donuklaştı. “Şiir her zaman” diyordu ama, belki de şiirle oyalıyordu kendini. Küskünlüğünü, üzgünlüğünü, öfkesini, sevincini şiirine sığdırmakla, yaşadığının ayrımına varıyordu. Bir ozanın kendini önemsemesi bizi ilgilendirmez. Bir ozan, kendinin gerisine çekilirken, yazdığı şiirle yaşamamızı değiştiren bir güce erişmişse, bizim için önemlidir. Cahir Külebi’ye biraz da bu gözle bakmalıyız. Kendine özgü bir şiir dili oluştururken bizi nasıl etkilemiştir? İçimizdeki şiir coşkusunu oluşturmada Külebi’ni payı nedir? Ölümünden bunca yıl sonra bunları anımsamak yararlı olabilir. GELENEK Mİ? HALKIN DİLİ Mİ? Hazırlıklı olduğumuz şiir kendini bize benimseten şiirdir. Ama böyle bir şiire hazırlıklı olmak da emek ister. Gösterişli olmayan, yalın bir şiire hazırlıklı olmak kolay değildir. Hele Cahit Külebi gibi geleneğe karşı çıkarak, kendi şiirinde yeni bir dokuya dönüştüren, özgün bir şiir kuran ozanda, bu çelişkili durumu açıklamak gerekir. SAYFA 22 Fotoğraf: Ara GÜLER MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 Cahit Külebi CUMHURİYET KİTAP SAYI 854
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear