05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Behçet Aysan şiiri acıyla sevincin, hüzünle umudun ince dengesinde kurulmuş bir şiir. Bu şiir, hep acıların yaşanmışlığıyla, acılara gebe tanıklıklarla yapılandırılan, ama umudu, sevinci potansiyel bağlamda barındıran bir şiire akıtıyor estetik varoluşunu. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Ö nceki yazılarımdan birinin bir kıyısında, “Rıfat Ilgaz’ın Aydın’ı, Orhan Kemal’in Işık’ı, Aziz Nesin’in Ali’si neyse Nusret Fişek’in Gürhan’ı da öyle” demiştim de kimi kadın yazarlarımız sitem etmişti, “Yazarların oğulları var da kızları yok mu?” diye. Olmaz olur mu? En başta Ceyhun Atuf Kansu’nun Bahar kızıyla Işık oğlu var, onlar ki, kadınerkek eşitliğini de yansıtıyor üstelik. Sonra kadın mı istiyorsunuz, alın size bir avuç kadın: Hasan Âli Yücel’in Canan’ı, Can Yücel’in Su’yu, Doğan Öz’ün Bengi Heval’i, Metin Altıok’un Zeynep’i… Sayayım mı daha? Liste yetsin diyeceksiniz, biliyorum, ne ki birini daha ekleyeyim istiyorum ben: Behçet Aysan’ın Eren’ini… Şu bizim Eren, şair, öykücü, eleştirmen, dramaturg, tiyatrocu… Kızım benim… Çıkagelince Deniz Feneri /Behçet Aysan Kitabı (um:ag, 2006), kapağındaki kırmızı gelinciklerden koparılmış taçyapraklarını öptüm bir bir. Eren Aysan, Deniz Feneri’ni Salih Bolat’la birlikte verimlemiş. “Birkaç Söz”de, bir gecikmişliği dile getiriyor Eren: “Babam Behçet Aysan’la ilgili bir kitap hazırlamak uzun yıllardır hayalini kurduğum bir projeydi. Hatta yıllar önce böyle bir girişim için kollarımızı sıvamıştık. Ancak hayata geçmesine yaşamın sunduğu bir dizi acı geçit vermedi.” (9) Eren AysanSalih Bolat ikilisi, kitabı bölümlerken, izleksel açıdan gruplandırmayı yeğlemiş. Böyle olunca, doğal ki bütün yönleri geliyor önümüze şairin: “Anılarda”ki Behçet Aysan, “Mektuplarda”ki Behçet Aysan, “Şiirinde”ki Behçet Aysan, “Şiirlerde”ki Behçet Aysan, “Söyleşilerde”ki Behçet Aysan, “Sözlerde”ki Behçet Aysan, “Basında”ki Behçet Aysan, “Fotoğraflarda”ki Behçet Aysan, “Şiirlerinden Seçmeler”le Behçet Aysan… Sözün kısası, bir insan bütünü olarak Behçet Aysan… Dünyaya bakışıyla, bu dünyada yer alışıyla, yaşama biçimiyle, tutumuyla, dostluklarıyla, acılarıyla, özetle söyleyecek olursak şiirleriyle yani… Yani ki “asıl” yanıyla… Bu kaçıncı temmuz hain? mış: Karşı Gece (1983), Sesler ve Küller (1984), Eylül (İlk basımı için 1988 veriliyor?), Deniz Feneri (1987). Dördü de 1980’lerin verimi. 12 Eylül karamsarlığından kalktığı halde kendini kötümserliğe kaptırmayıp iyimser bir dünya görüşü temelinde bunu yorumlayabiliyor şair. Doğrusu ya, onun şiiri yalnız acının dokuduğu bir şiir olarak alınmamalı! Acı, onun şiirinin yanında hafif kalır bana sorarsanız. Evet acıyla, ama sonsuz, neredeyse meslek olarak seçilmiş bir acıyla dokunmuş bu şiir. Bu yüzen “acı”, onun şiirinin pusulası, sularını aydınlatan, önünü gösteren “deniz feneri”… Acı ya da hüzün Behçet Aysan şiirinin gereksindiği, olmazsa olmaz yapı gereci. Herhalde bu, şairince de diyalektik bir bütünlüğün gereği olarak alınmış… Öyle ya, hem yapı gereci olarak şiire nasıl kakıldığını, işlendiğini ele veriyor bu yaklaşımla, hem de bu hüznü nasıl gereksindiğini gösteriyor şiirde. Neden? Onu yeniden yapılamak için! Sanırım bu şiiri sıradanlıktan çıkaran, gerek akranlarınca verimlenen şiir evreninde, gerekse tüm şiir verimimizde onu saygın bir yere yerleştirmemize olanak tanıyan onun bu farklı tutumu. Ölümle bunca içlidışlı olduğu halde hiç de ölümsever değil bu şiir. Bütün karamsarlıklarını, sineye çekmişçesine içselleştirmiyor kesinlikle. Öylece tutuyor acıları, konserve gibi, en derinde. Ama bunu aşmanın bir yolunu da arayıp buluyor iyimserliğe doğru. Sonuçta Behçet Aysan’ın bütün bunlardan “adam gibi” bir şiir çıkardığı, acıyı da, acıdan damıttığı sevinci de müsamereye yol açmadan “iğreti gelin”e benzer duruş sergilemeden yükseklerde uçan bir şiire dönüştürdüğü söylenebilir! Kaldı ki zengin mi zengin, alabildiğine köpürtülmüş imgelem dünyasına sahip bir şiir bu. BEHÇET AYSAN ŞİİRİ: “KÜL HARMANI”... Behçet Aysan şiiri acıyla sevincin, hüzünle umudun ince dengesinde kurulmuş bir şiir. Bu şiir, hep acıların yaşanmışlığıyla, acılara gebe tanıklıklarla yapılandırılan, ama umudu, sevinci potansiyel bağlamda barındıran bir şiire akıtıyor estetik varoluşunu. Bu durum, 1940 toplumcu kuşağına ulanabilen bir estetik yapının, şiiri böyle kavrayan bir mimari anlayışın somutlanışı gibi de alınabilir pekâlâ! Bu doğrultuda bir şaire yakışabilecek her ne varsa bunların tümüne kucak açmış bir şiir çünkü Behçet Aysan’ın şiiri! Şiirin yapıtaşı acıysa eğer, kilidi de hüzün. Hüzün bir imge oysa, acıysa olgusal. Bu iki durum, Behçet Aysan’ın şiirine yerleşip onun belirleyicisine dönüşürken diyalektik çevrimcisi olup çıkıyor kısa sürede onun. Bunu karşılayan bu kez de umut imgesiyle sevinç olgusu. Ağırdan eşlik ediyor Behçet Aysan’ın bu gece yarısı şarkılarına. Bunca karamsar olup da kötümserliğe düşmeyen ya da kötümser olmayışını karamsarlığa bağlamayan veya gerçekliğin karamsarlığında tay tay umutla durmak yerine gizilgüç halinde kendini olgunlaştırmış direnç odağıyla topyekun karşı koyan bir başka şiir var mıdır, varsa necedir, doğrusu bilmiyorum. Ama Behçet Aysan’ın şiirleri, tam da buna karşılık geliyor bence. Behçet Aysan şiirindeki acılar, ayrılıklar, kırıklıklar, kahırlar coğrafyası, acaba nerelere dek uzanıp yayılıyor? Bu coğrafyayı, bir sözcük atlası halinde çizip sınırlamaya çalışsak neler söyleyebiliriz acaba? Hadi gelin birlikte açalım onun şiirindeki bu kilidi: Ağrı, acı, çalıntı, ölüm, yalnızlık, karanlık, yoksulluk, keder, kavrukluk, tutuşma, gözyaşı, hançer, forsa, zincir, çığlık, göçmenlik, batış, dağlanma, hüzün, yıkıklık, acıtış, kan, karabasan, açlık, solgunluk, bun, hazin, kir, ölgünlük, ayrılık, karartma, tortu, hücre, kilit, bağ, yalan, kül, körlük, cehennem, bukağı, kanatma, karanlık, ceset, çürük, köle, radyoaktivite, pas, yorgunluk, terk edilmişlik, dokunaklılık, vurgun, kurumak, tabut, pranga, kırıklık, kıyılmak, küf, tenhalık, kanama, tutuşma, tuzak, kefen, anısızlık, işgal, unutulmuşluk, yasak, siren… Sözcükle, sesle getirdikleri üzerinde de durulabilir onun. Alın size bir öbek Behçet Aysan sözcüğü, deyişi: orak ay, uçkun tren, ingin, moramık, çiçkelenme, çınıltı, ılgar… Bu şiirin, gerekli yapı taşları bağlamında tam olarak ele alınıp işlendiği, değerlendirildiği söylenebilir mi acaba? Zor! Peki Behçet Aysan şiiri nereden kalkıp nerelere yönelmiş, nerelerde gezinmiş acaba? Hep yalınlaşma içinde görünen bir şiir bu. İlk yolculuğa çıkışında biçim kaygısı, şairin aşırı özenli tutumuyla belki biraz katı, hatta sertçe bir kuntluk yansıtıyor, yani şair, şiirinin ille “şiir” olması, ya da “görünmesi” için çabalıyor. Bu çaba, onu herkesle ortak kaygılara itmiş görünüyor. Ama sonrasında, hele de son şiirlerinde bütün bu tutkuları bir yana bırakmışçasına içlekte arıyor bunu. Şiir, önce “içte”, mimari yapının kendisinde olsun istiyor. Dıştaki görüntüye oranla içteki varoluşu önceliyor. Eh, hadi diyelim dervişleştiriyor şiirini, soyundurup yunduruyor, arındırıyor… On yıl boyunca yayımladığı dört kitapta ortaya çıkan şiir yolculuğunda sergilediği tutum bu bence. Denebilir ki soylu bir yoksulluk. Evet, Behçet Aysan şiiri “yoksul şiir”, içlekteki onca zenginliği sürerken. Bu “yoksul şiir” duygusu, onun şiiri “saltık şiir”de arama kaygısından kaynaklanıyor kuşkusuz. Bunu tersine söyleyecek olursak, onca görkemiyle, zenginliğiyle yoksullaşamayıp rüküşleşen şiirin yanında değerlendirirseniz daha iyi anlaşılacaktır sanırım bu “yoksul şiir”… BEHÇET AYSAN ŞİİRİ: “BİR BAHAR DALIYLA” “TERKİSİNDE ÖLÜM”... Behçet Aysan Şiiri: “bir bahar dalıyla” “terkisinde ölüm”… Şiiri için kendi dizeleriyle bir niteleme gerekseydi ne denebilirdi onun için? Belki “koşan yaralı ceren”, ne bileyim “bir yalnız iğdeağacı”, belki de “ve yok benim gidecek bir / yerim”… O halde neden “bahar dalı”yla esenlemeyelim onu? Öyle ya, “Yarın Diye Bir Şey Var”: “süt gibi duru ve ak / ekmek gibi sıcak / bizim de / bizim de / günlerimiz olacak.” Bunu şiirin içine eklenmiş yama havasında, sıradan bir yanaşım bağlamında almamak gerekiyor. Behçet Aysan şiirini karamsarlıktan kötümserliğe değil de iyimserliğe çıkaran bu tutumu onun. Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın üstelik: Acıyı sabırla değil bilgelikle karşılaması yani… Acıyı dönüştürmek değil bu; acıyı önümüzde, içimizde, karşımızda öylece tutarken geleceği bunlarsız kurma yönünde gösterilen bilinç düzeyi. Sağlığında kaleme alamadığım böyle bir yazı bile, Behçet Aysan’ın şiirine koşut izleksel yönseme gösteriyor sanki. Yaşanamamış sevincin acısı, ulaşılamamış umudun hüznü! Evet, Behçet Aysan şiirini karşılamanın kilidi bu! Açın şimdi bu kilidi, kırın ya da, sonra içine girin, ama irkilmeyin sakın, taçyaprakları bir bir koparılmış kan sıcaklığındaki yüreğine değeceksiniz Behçet’in. “Bir bahar dalıyla” “terkisinde ölüm” yüreğine dokunduğunuzda onun, anlayacaksınız, iç titreten eziklikle… Pıhtılaşmamış yüreğinden damlayan kanla gelinciklere su taşıdığını hâlâ… Ahh, bu kaçıncı Temmuz hain? 2 Temmuz Dünya Aydınlanma Gününüz kutlu olsun! ? SAYFA 23 BEHÇET AYSAN ŞİİRİ: “YANIK OTLAR GİBİ”... Behçet Aysan şiirine sinmiş acıdan söz ediyor herkes, ağız birliği içinde hem de. Neden bu acı? Neden bu şiirde sığınacak yer buluyor böyle kendine, korunmasız çocuk gibi? Eren AysanSalih Bolat ikilisi, Deniz Feneri /Behçet Aysan Kitabı’yla bu soruların da yanıtını veriyor bir bakıma. Gerçekten Behçet Aysan’ı her yönüyle, elbette acılarla kol kola girmiş şair yanıyla da bize tanıtıyor. Hatta tanıtmanın ötesine geçerek yeniden var ediyor karşımızda. Bunu, onun tüm şiirlerinin toplandığı Düello’da da (Can, 2004) görebiliyoruz. Ömre bedel olmuş bir şiir Behçet Aysan verimi onunki, dört yapıtla taçlanCUMHURİYET KİTAP SAYI 854
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear