24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Remzi Karabulut’la "Kadınlar Gülmemeli"yi konuştuk Remzi Karabulut öyküleri, öyküye ilişkin kimi olumsuz tartışmaların edebiyat gündemine dönüştüğü bugünlerde, umutsuzluğa düşmenin yersizliğini işaretleyen öyküler bence. Sanata ilişkin bu tür tartışmaların varlığı, olumsuz tartışmalar olsa bile, sanatı geliştirir, diye düşünüyorum. İnsan tükenmedikçe, ona ait söz ve yazı sanatı da, tartışma da bitmeyecek. Önemli olan yazarın duruşudur. Yeter ki yazar, yönünü insandan yana çevirmekten vazgeçmesin. Kalemi insana dönük yazar var oldukça, sanatın güzel yüzü hep ışıyacak. Remzi Karabulut’un öyküleride böyle öyküler. Karabulut’un anlattığı insanlar yanı başımızda olan ve çoğunluğu oluşturan, tanıdığımız, bildiğimiz insanlar. Üreten, yaşayabilmek için, ayakta kalabilmek içi "mucizeler yaratan" yoksul insanlar, emekçiler. Belli ki onların dünyasını yakından tanıyor. Bu hayatın içinden geldiği öykülerinden çıkıyor. İçinden çıkıp geldiği için de yazdığı insanların kültürünü, onların dilini, yaşadıkları acıyı, korkuyu, kısacası o hayatları iyi biliyor. O dünyaları çarpıcı bir gerçekçilikle veriyor. Çoğu öyküyü okuyup bitirdiğinizde tokat yemiş gibi oluyorsunuz. Remzi Karabulut’la Can Yayınları’ndan çıkan "Kadınlar Gülmemeli" kitabını, öykülerini konuştuk. Öyküleri konuşurken, yalnızca kitabıyla sınırlı kalmadım, edebiyata, sanata ve genel anlamda hayata ilişkin bakışını da merak ettim, buna ilişkin sorular da yönelttim. SAYFA 18 ‘Anlatılacak öykülerin unutulmaması gerekiyor’ ? Hasan ÖZKILIÇ ykü konusunda karamsar günleri yaşıyoruz. Evet, kimine göre durgun bir dönem. Kimine göre hâlâ iyi öykü az yazılıyor. Daha çok "mekansız, zamansız, insansız" öyküler ağırlıkta. Farklı düşüncelerin varlığını sürdürdüğü bir dönemde ilk öykü kitabın "Kadınlar Gülmemeli" Can Yayınları’nda yayımlandı. Ben öykülerini çok sevdim. Kimi öykülerin, ki bunlara sonra değineceğim, beni duygulandırdı. Çok içten, sıcak, yalın öyküler... Bizim öykülerimiz, halkın, bugünün... Hayatın içinden, sokaktan öyküler. İstersen, öncelikle öyküyle buluşmandan söz et, biraz yaşamından. Sonra bu konuları tartışalım. Radyo tiyatrolarını çok severdim, kaçırmazdım hiçbir oyunu. Kerim Avşar ve Bozkurt Kuruç’un anlatmasıyla bir başka oluyordu, zevkten ölüyordum. "Vahşetin Çağrısı, Anlatan: Bozkurt Kuruç, Yazan: Jack London, Efekt: Korkmaz Çakar, Seslendirenler:...." derken art arda isimler sıralanırdı. Duyduğum her isim benim düş dünyamın birer kapısıydı. Bütün isimler sayıldıktan sonra benim için tanımsız bir iç yolculuk başlamış demekti artık. Sonra, dinlediğim bu oyunların yazarlarını ve kitaplarını merak ettim. Okuduğum her öykü, ayrı bir şaşkınlık yaratıyordu bende. Yer, Sarıkamış’a bağlı Balıklı Köyü. 1963’te orada doğmuşum. 1975 yılına kadar oradaydık. Sonsuz dünyanın en uzak Ö noktasında sanki, tepelerin arasında bir köy. İsmi Balıklı ama ne balık var, ne herhangi bir ağaç. Evde şölenler yaratan bir radyomuz var. Şeytan icadıdır diye de zaman zaman babama saldırılar var. Ama öte yandan haberler merak ediliyor. İsmet İnönü ne dedi, Bülent Ecevit hangi savaş taktiği uyguluyor? Kıbrıs’ta neler oluyor? "Ayşe’yi tatile çıkarın" parolası günlerce köylümün yüzünde bir şaşkınlık tablosu olarak asılı kaldı. Ulusal savaşları umursamayıp kendi savaşlarını sürdüren kadınlar var dikkatimi çeken. Gizli gizli ağladıklarını görüyorum kimilerinin. Kümesteki tavuktan, ahırdaki koyundan, kilerdeki kürekten farkı olmayan kadınlar var. Dört bir yanı kuşatılmış, mengeneye alınmış kadın ruhunu gördüm. Evet, gördüm. Olmayan bir sürü eylemi anlamaya çalıştım. Çocukların her konudaki filtreleri yetişkinlerinkinden daha güçlüdür. Onlar günlük yaşamda olmayan ne varsa çok çabuk algılıyor, iç mekanizmasında ayıklayıp bir yerlere oturtmaya çalışıyorlar. Ama insanlık, güzelim yaşamı, uçurumdan yuvarlanmış bir araç enkazına çevirmiş durumda. Böyle bir görüntü karşısında çocuğun şaşkınlığını düşünün. İşte ben, yaşamın buna benzer görüntüsü karşısında kitaplara sarılmışım. Öyküler el atmış bana. Sen de bilirsin, Doğu’da ilkokula başlayan çocuğun yalnızca ders değil, aynı zamanda dil sorunu da var. Yani hem dil öğreneceksiniz, hem de derslerinizde başarılı olacaksınız. Doğrusu burada ben çok zorluk çekmedim. Üçüncü sınıfa geldiğimde, Türkçeyi öğrenmiş, derslerimi düzeltmiş, üstelik öykü kitapları okuyordum. Arkadaşlarımdan hızlı gittiğimden öğretmenim Cesim Çelik, beni öykü kitaplarıyla durduruyordu. Bendeki öykü tohumu böyle bir ortamda atılmış olabilir. ÇOCUKLUK ŞAŞKINLIĞI... Çocuklar, öykülerinde daha çok ve onların dünyasını yine çok doğal, "çocuk güzelliği"nde anlatmışsın. Tam da bizim ülkemizin gerçeğine uygun düşen, trajik, yaralayıcı çocuk dünyaları. Ve tabi ki emekçi, yoksul dünyadan çocuklar. Neler yaşıyorsun bu çocuklarla? Bana göre onlara çok yakınsın, sanki her an onlara dokunuyorsun. Böyle mi? Doğru. Hatta hiç büyümediğimi söyleyebilirim. Demin anlattığım çocukluğumda kaldım hep. Şaşkınlığım sürüyor hâlâ. İçinde bir sanatçı kişilik barındıranlar, çocukluk şaşkınlıklarını yaşamları boyunca atamazlar. Şimdiki çocukların şaşkınlıklarını da görebildiğimi düşünüyorum. Sürekli izliyorum onları. Çocukları ve yaşlıları kaçırmıyorum. Her yerde onları izliyorum. İnsan yaşamının ilk yılları ile son yılları hep aynıdır. Arınmışlık vardır bu dönemlerde. Yaşamın fazlalıklarından arınmışlık. Gerçek insan halidir bu. Çocuklar henüz yük almamış, yaşlılar da fazlalıklarını atmış. Çocuklar için yazmak isterdim. Çocuk öyküleri değil, yalnızca çocuklar için yazmak. 4. Bursa Kitap FuKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 845
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear