Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
daha yukarıda birtakım yerlerden programlanıyor olduğuna ilişkin kuşkularımı korumakla birlikte Türkçeyi, gözümüze soka soka kirletenin medya olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yeteri kadar bozması karşılığında bir yerlerden aferin alacakmış ya da aferinden daha büyük armağanlarla ödüllendirilecckmiş gibi, Türkçeyi bozmak için, canını dişine takmış çalışıyor medya. Canını dişine takmak dedim de... Deyimleri biîe bozuyorlar örneğin. "Canından bezmek" ile "burnundan gelmek" deyimlerini birleştirip "canı burnundan bezmek" diye yeni deyimler uyduruyorlar. "Delikanlının tüyleri çekilmişti." Deniyor örneğin. Var mı böyle bir deyim? Yok. Nedir bu? "Kanı çekilmek" ve "tüyleri diken diken olmak" deyimlerinden kes yapıştır yöntemiyle oluşturulmuş bir uydurma. Tonlamalar, vurgular çok kötü. Ankara'nın semti "Balâ"yı, "yavru" anlamındaki "bala" diye söyleyen mi ararsınız; "ordu" sözcüğünü, kent adı "Ordu" diye okuyan mı? Amerikan îngilizcesi tonlamasıyla Türkçe haber okuma başarısını gösterenler bile var. Haber dilinde hep aynı kalıplar: Haberler hep gündeme bomba gibi düşüyor, hep bir facianın eşiğinden dönülüyor, hep bir ilke imza atılıyor.... Bütün kadınlar "bayan" oldu. Kimse toplantı yapmıyor, ille de "gerçckleştirmek" gerekiyor toplantıyı. Çok kısır bir dil kullanılıyor medyada. "En somut görüşmeyi onunla yapacağı görüşmede gerçekleştirecek." gibi zavallı tümceler kuruluyor. "Nasıl isterim Nurullah Ataç'ı okumalarım gençlerin." diyorsunuz. Okurlar mı dersiniz fırtınalara, fırça darbelerine ve en popüleri aşkı anlatma sanatı zannedilen fasafisolara kaptırmışlarken kendilerini? Okumazlar. Okumadıklarını biliyorum. Karnını fast food denen abur cuburla doldurduğumuz gibi, beynini de böyle ıvır zıvırla dolduruyoruz gençlerin. Üstelik, bir kitabın kolay okunur olınasını neredeyse edebi ölçü sanacak kadar kitaptan ve okumaktan uzakken o hrtınaları, fırça darbelerini okudukları için kendilerini okur sanıyorlar. Açıkçası, bir de bu yolla kandırılıyorlar. Okunması gerekenleri, özenle saklamayı başarıyoruz onlardan. Bütün çocuklarımıza okutmayı başardığımız on kitap bulamayız, diye yakınırken Milli Eğitim Bakanlıgı'nın bu sayıyı yüze çıkardığını duyunca sevinecek gibi olmuştuk; ama listeler açıklanınca tam bir düş kırıklığı oldu yaşadığımız. Piyasa, gençlerin, çocukların beynini bir abur cubur bombardımanına tutarken MEB de canlılan gömüp ölüleri canlandırmaya soyunmuş. Ortalığı karıştırmaktan çekinip yaşayan yazarlara yer vermemek, kitap listesini mezarlık ziyaret sırasi haline getirmiş. Oysa Tanzimat'la başlayan arayışları saymazsak çocuk edebiyatmın ciddi olarak konuşulmaya başlandığı tarih, 1970'lerdir. Çağdaş çocuk edebiyatı ürünleri de ancak bu tarihten sonra verilmeye başlanır. Bu ürünleri veren yazarların ölmesini mi bekleyeceğiz kitaplarını çocuklarımıza okutmak için? Kendi dünyasıyla özdeşlik kuramayacağı kitabı, çocuğa ancak zorla okutabilirsiniz. Bu da onu okumaktan nefret ettirir. Oysa ilköğretim çağında okuma alışkanlığı kazandırılması çok önemli. Bu alışkanlığı o yıllarda kazanan çocuk, soyut düşünebilme ycteneğini de kazanmış olacağından yetiş'kinler için yazılmış edebiyat yapıtlarını okumaya da; yaratıcı düşünceler üretmeye de hazır hale gelir. Değilse, "Niye okumuyor çocuklarımız?" diye çırpınıp durmaya devam ederiz. Emre Aköz, geçenlerde bir tartışma C U M H U R İ Y E T K İ T A P başlatmış köşesinde! "Da Vinci Şi/resi" gibi çok satan romanlann sayısının giderek azaldığını belirten Aköz, okuyucuların ilgisini gerçekçi yorumlar ve değişen gündelik hayatı anlatan araştırmaların çektig'ini söyleyerek şöyle devam ediyor: "Acaba Türkiye'de de henzeri bir durum mu var? Son yıllarda kaç lane 'roman gibi roman' okudunuz? Görkemli anlatılara ne oldu?" Bu tartışmalı cümlelere şu yanıtı veriyor bir yayınevi editörü: "Bu edebiyatı öldürmez. Onlar her zaman okunuyor." (Sabah Pazar, 11 Eylül 2005, s. 11) "ROMAN GİBİ ROMAN" llk olarak Aköz'ün sorulanm nasıl degerlendirirsiniz diye soracag'ım; sonra da bu editöru'müzün deg'erlendirmesini yorumlamanızı isteyeceğim. Çok satan romanlann sayısında bir azalma olduğu kanısında değilim; kaldı ki çok satan romanlann 'roman gibi roman' olma olasılığı son derece düşüktür. Önce şu noktaya açıklık getirmek gerek: Çok satan romanlann sayısında mı azalma var, roman gibi romanlann sayısında mı? Bu gibi tartışmalar, "Edebiyat ölüyor mu?" gibi, her donemde ısıtılıp önümüze getirilen bir noktaya dek gider. Zaten yayınevi editörü de böyle anlamış ki "Edebiyat ölmez." yanıtını veriyor. Okurun ilgisini "gerçekçi yorumların", "değişen gündelik hayatı anlatan araştırmaların" çektiği saptaması herhangi bir çalışma sonunda mı söylenmişür; bir incelemeye dayanıyor mu, bilemem; ama doğru olabilir. Neyin gerçek, neyin sanal ol duğu konusunda kafası iyice karışık olan güniimüz insanının gerçeğin peşine düşmesi, yakın ve uzak çevresinde, ülkedesinde ve dünyada neler olup bittiğini aynntısıyla kavramak istemesi; bunları yorumlamaya çalışması, anlaşılabilir bir şey. Görkcmli anlatılara bir şey olduğu yok. Onlar dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasını aşmış okurlar tarafından aranıyor, bulunuyor ve okunuyor zaten. Bu soru, "Günümüzde neden bir Tolstoy çıkmıyor?" biçiminde de sorulur birçok kez. Tolstoy'un yaşadığı dönemde insanlar kendi köylerinden, kasabalarından ötesini bilmezler, merak da etmezlerdi. Bugün Doğu ve Batıyla, New Orleans ve Telaler'le; yani bütün dünya ile birlikte yaşıyoruz. Beynimizde, Tolstoy zamanının insanına görc, ek algılama odacıkları açılmadığına göre elbette zorlanacağız olup biteni anlamakta. Bu durum, edebiyatın tümüyle dışında bence. Günümüz insanının, yaşananları anlamlandıran kitaplara ilgi duyuyor diye görkemli anlatılardan yüz çevireceğini düşünmemiz için bir neden yok bence. noktada, anlattıklarını yaşadığını düşünemeyiz. Bukovvsky anlattığı gibi, gece gündüz içiyor olsaydı o romanlan ve öyküleri, sızdığı zamanlarda ya da uykuda yazıyor olması gerekirdi. Oguz Atay ve eseri Tutunamayanlar iyi bir örnek olur sanınm, ne dersiniz? Evet ya! "Tutunamayanlar'Yla Turgut Özben midir Oğuz Atay, Selim Işık mı? Her ikisi de Oğuz Atay'dır; aynı zamanda ikisi de Oğuz Atay değildir. Birini Oğuz Atay sanmak ve saymak, edebiyattan hiç anlamamak olur. "HİLE KARIŞMAMIŞ İŞİMİZ YOK" CİBİ" Çeviri konusunda eleştirmenler şu sıralar çokça dert yanmaya başladılar; artık ucuz yollu işlere başvurduklarından yayınevleri, pek çok hatalı çeviri kitaplar yayımlanıyor, haliyle okuma zevkinden de soğutuyorlar diye... Siz de dertli misiniz bu durumdan? Hile karışmamış işimiz yok gibi. Almanca, Ispanyolca, Portekizce yazılmış kitaplar genellikle tngilizce çevirilerinden Türkçeye aktarılıyor; ama bu, kitabın hiçbir yerinde belirtilmiyor. Ingilizceye düşkünlüğümüz, dünya dillerinin asıllarından çeviri yapmamızı engellemeyc başladı. Titiz, özenli çalışan çevirmenlere hak ettikleri paraları ödememek, işi ucuza getirmek için, iiloloji öğrencilerine çeviri yaptırılıyor. Bunun zararı, hem o kötü çevirinin altına imzasını atarak geleceğini gölgeleyen genç çevirmene dokunuyor, hem çevrilmeye çalışılırken harcanan yapıta, hem de Türkçeye. Türkçe de bu kötü çevirilerden cpeyce olumsuz etkileniyor çünkü. Şu anektodunuz, cpeyce gühneme sebep oldu! "Tüyap Kitap Fuan'nda Mehmet Coral'ın adı, "Mehmet Korıl" diye anons edilmişti dc biz duyanlar gülmekle yetinmiştik." Aslında, ag'lanacak halimize mi gülüyoruz dersiniz? Evet, ne yazık ki öyle! Ingilizceden Türkçeye durmaksızın sözcük aktaranlar işin bu boyutunu hiç dikkate almıyorlar. Hangi sözcüğü hangi dilin kuralına göre okuyacağımızı bilemiyoruz. Kısaltmaları nasıl okuyacağımızı, kendi harflerimizi nasıl okuyacağımızı bilmiyoruz: Artık hiç yadırgamadığımız "Dürümland" diye bir tabeladaki sözcüğün nasıl oluyor da ilk yarısını Türkçeye, ikinci yarısını Ingilizceye göre okuyabiliyoruz? Diyelim "Cancard" (Şöyle yazımlarla da karşılaşıyoruz artık: CanC.ard) diye bir reklam gördünüz. Nasıl okuyacaksınız bunu? "Cancart" diye mi? "Kenkart" diye mi? Adı Can olanlara "Ken" diye seslenmeye başlanırsa yakında, hiç şaşırmayaüm. Söyleşimizin sonuna sakladtm; uzun bir süredir kurgusal metinlerinizden mabrum bırakıyorsunuz bizleri! Ne zaman kavuşacağız onlara? Haklısınız. Türkçeye bütünüyle odaklanalı, kurmacayı ihmal ettim. îki romanım var; ancak romanla aram pek iyi değil. Ben mi romanı sevmedim, o mu beni sevmedi, kestiremiyorum; ama öykülerime geri döndüm. Her ay Esmer Dergisi'ne bir öykü yazıyorum. Üstünde çalıştığım iki, hatta üç öykü dosyası var. Roman için hiç söz vere mem; ama yeni öykü kitapları gelecek yakında. Keyifli söylcşi için teşekkürlcr... Ben de teşekkür ederim. Umarım okurlarımız da zevk alırlar. • *eoztop@aof.anadolu. edu.tr Yıldızların Suya Döküldüğü Türkçe Günlükleri/ Feyza Hepçilingirler/ Everest Yayınları/ 320 s. SAYFA 5 BEN' ANLATIMLI HİKÂYE VE ROMANLAR Çok güzel ve yerinde bir konuya deg'iniyorsunuz. 'Ben' anlatımlı hikâye ve romanlarda okura hep yazartn yasadıkları olarak gösterilmeye çalışıp, gündem yaratarak kısa yoldan köşe dönmece oynanmaya başlandı! "Böyle bir şey yok" diyorsunuz... Şimdi medya yıldızlarını bir kitap yazma modasının sardığını görüyoruz. "Hevestir, geçer." tlive bakıyorum ben. 'Karnını fastfood denen abur cuburla doldurduğumuz gibi, beynini de böyle ıvır zıvırla dolduruyoruz gençlerin. Üstelik, bir kitabın kolay okunur olmasını neredeyse edebi ölçü sanacak kadar kitaptan ve okumaktan uzakken o fırtınaları, fırça darbelerini okudukları için kendilerini okur sanıyorlar. Açıkçası, bir de bu yolla kandırılıyorlar. Okunması gerekenleri, özenle saklamayı başarıyoruz onlardan. Bütün çocuklarımıza okutmayı başardığımız on kitap bulamayız, diye yakınırken Milli Eğitim Bakanlıgı'nın bu sayıyı yüze çıkardığını duyunca sevinecek gibi olmuştuk; ama listeler açıklanınca tam bir düş kırıklığı oldu yaşadığımız. ' 8 17 Doğrusu neler yazdıklarını okumadığım gibi, hiç de merak etmiyorıım. Anlaşılan herkes kendini, "En kahraman Rıdvan" diye sunmaya çalışıyor. Oysa yazan "ben" dediğinde, onun kendisi olması gerekmez. Gerçi, 1. kişi anlatımlı kurmacalarda, "ben" diyenin yazarın kendisi olduğu yanılgısı hep vardı. Anlaşılan, şimdi iyice körükleniyor bu yanılgı. Yazarın "ben" dediği her S A Yl