Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
episodea3) kapı önünde düş avına çıkıyor anlatıcı: "kısacık bir an onun için düşündüğüm, pek de yaratıcı sayılmayan işkence yöntemleri hızla geçti aklımdan.ateş vebuzile bıçak ve keskin kâğıt kenarı ile asit ve tuz ile 'AŞK VE SÖZ' ile yapılabilecek her türden işkence." episode a4) Öyle bir pencere ki "her şeyin" tek şahidi . "Her şeyi gördüm!" episode a5) Son: "...kapıyı kapattıktan sonra bir süreiçeriyidinledim. Hıçkırarak ağlıyordu.Ağlayabildiğine göre soluk alıyordu". (s.32) Oysa bu son çığhklardan evvel ae o kapı önünde saatlerce sürmüş bir sessiz bekleyişin hıçkmğı vardır. Bu varoluş adeta sentaxique aşamasına gelemeyen masum Bir çocuğun haykırışıdır belki de. Sessizliğin sesini kaçımız duyduk ki? Hangi kapı arahğından, hangi pencereden gelir bu alışık olmadığımız badı saba kokusu? "Ağlayabildiğine göre soluk alıyordu", yani bitkisel hayat sürüyordu. Acaba bu kapı önünde ve ardında durup, sözcüksel anlatımdan soyudanarak bir 'düşünce âlemine' gark olmak 'ayırımsız bir yığın' olmaz mı? Ne ses 'düşünceden' ayrılabilir, ne de tersi geçerlidir! Saussure'e hak vermemek adeta elde değil: "dil düşüncenin basit bir aracı sayılmaz" bir bakıma "biçimsel koşullar dizesidir". Öyküde kapı önünde saatlerce "sessiz'nği benimseyen Süsen'in bir gizli imkânlar bütünü olan araçtan kendini nasıl alıkoyduğuna tanık oluruz. RUHSAL ÇÖKÜNTÜNÜN SINIRI Bu öyküde işaret ettiğim kapı ve pencereler, insanın ruh çözümlenmesine karşı açılan birer 'sınırlı' mefhumlar değil sadece, toplumca kaybolan, kaybettiğimiz bir şeyleri göstermeye çabalıyor. Ruhsal çöküntünün sınırında duran insanoğlunun gerçeklik ilkesinin yıkılışı ve ardından gelen 'istenmeyen' arızalar, gene de 'gerçeklik nosyonunun kurulmasına' kadar dayanan bir soyağacıyla karşımıza dikilir. O an hangi Kapı ve ya da hangi Pencerenin önündeyiz, artık hiç fark etmiyor. Bu uzun kış gecelerinde son dönemde yayımlanan öykü kitaplarını başucunuzdan eksik etmeyin, bu topraklarda masaJJar, öyküler hâlâ soluk alıyor, Anadolu'nun 4000 yıllık geleneği oîanca gücüyle devam ediyor, üretilenleri (şiir, öykü, roman) nicelik değil, nitelik açısından önemli buluyorıım. Belki fert başına gelirimiz otuz bin dolar değil, ama hâlâ kayda değer ve yeryüzü kitaplığını zencinleştırecek kalemler üretimlerini sürdürüyotlar. • Bu yazı tek bir öykuden yola çıkarak yazıldı, dört öykuden bın' SAYFA 6 Ayfer Tunç'un her aynntısını tltizllkle seçtiği ve kurduğu öykülerinde, ilk cümle de ayn bir önem taşır. öykünün can daman, daha ilk cümleden soluğunu alır. teneceğim... Fakat, şimdilik, ateşten uzak durup, serinİcanlı davranmalı; bu yazıyı okuyacak olan insanlan da düşünüp, Pesüs diye kodlayıp içselleştirdiğim öyküyü biraz tanıtmalıyım: "Suzan Defter", kitabın son öyküsü; çoğul bir okuma olanağı sunan uzun bir metin. Ona," novella", "uzun öykü" ya da "kısa roman " demek içimden gelmiyor: FarkL ve olağanüstü tahkiyesi dolayısıyla hikâye söz' cüğünün belirleyici koduyla yetinmek istiyorum. Gerçi, metnin çok derin ve kavrayıcı bir özelliği var: Yirmi yıllık bir süre içinde yer değiştirip, devinip akıyor. Bundan dolayı "Suzan Defter"e "roman" bile denilebilir. Ama söylediğim gibi, her şey öyle yoğunlaştınlmış ki, hiçbir şey Pesüs'ün içinden ve bulunduğu yerden uzaklaşmıyor/ uzaklaştınlmıyor: Kişileriyle, olay örgüsüyle,ritmiyle,hikâye ağır ağır yanıyor: Ekmel Bey'in sığındığı/ kapandığı evin duvarlannda, Suzan'ın ve Derya'nın gölgeleri büyüyor; bütün eşyayla birlikte... OKUYANI YAKAN HİKÂYE "Suzan Defter" küllenmesi mümkün olmayan, okuyanı da yakan bir hikâye: Aşka muhatap olan hikâye kişileri 12 Eylül öncesinden günümüze değin uzanan bir yazı zamanı içinde, ağır ağır yanıp tükeniyorlar. Ekmel Bey ise, kendini eve kapatıp ki kitabın yazanna göre, ev rahim fikridir buradan yeni bir aşka doğmayı düşünen bir kişi: Pesüs'te bu avukata da yer var: Ekmel Bey'i, ona kendini Suzan diye tanıtan Derya'nın anlattıklarıyla yetinen bir izleyici olarak da okuyabilıriz. Öte yandan, okur isterse, Pesüs'ün içinde yerini alabilir; hikâye boyunca ve hikâyeden sonra ağır ağır yanmayı sürdürebilir. Bu durumda yanıp, kendi kendini tüketen tabii ki aşk ilişkileri olacaktır, hikâye değil! "Suzan Defter"in çok güzel bir ikinci hayatı olacağını düşünüyomm: Hiç sönmeyecek bir metin kurmuş Ayfer Tunç. Gaston Bachelard, Ateşin Tınçözümlemesi adlı incelemesinde Frazer'in Ateşin Kökeni Üzerine Söylenler'ine giderek, ateşin tinsel niteliğine göre birçok türlere ayrılabüeceğini söyleyip birkaçının adını sayar: "sevecen ateş", "kurnaz ateş", "yaramaz ateş", "şiddet ateşi"... Ekmel Bey'in kendini evine, rahim fikrine kapatmasının, bir nedeninin de adının anlamında saldı olduöunu düşünüyomm: Ana rahmine dönüşfikri,kemale ermenin, olgunlaşmanın, ölüme yol almanın bir faktumu niye olmasın? Ancak, Ekmel Bey, Pesüs'te ağır ağır yanarken, bulunduğu yeri "kurnaz ateş"le aydınlatmaya çalışıyor: Asla satmayı düşünmediği evi için "satılık" ilanı verip, hepsi kadın olan abcılarla görüşüyor. Ote yandan hemen şimdi, Bachelard'ın türlere ayırdığı ateş türlerine bir ekleme yapmak gerekiyor: " Aldatıcı ateş"! Ekmel Bey, içine kapandığı rahmi aldauyor, çünkü edindiğı anne düşüncesi olumlu değil, başka bir doğum istiyor: Bir kadınla birlikte gerçekleşecek, ikiz bir doğum bu. Kemale ermiş avukat, böylece benimsemediği dünyadan kurtulacak, kendini doğurarak olumsuz anne düşüncesinin izlerini silebilecek... Bu düşüncelerim, birilerine abartılı, yanlış, hatta saçma gelebilir. Ancak, "Suzan Defter"i Pesüs olarak kodJamışken kalemimden başka bir şey yazmak gelmiyor. Ustelik, Pesüs adını bulduğum andan itibaren, durmaksızın Edip Cansever'in dizelcrını mırıldanıyorum: Bir artakalan dunyaydı eskı bir tevralplagtndan Cıtttkçe bmm olmayan bir Dunyaydı" Ekmel'in anlamını söylemişken; Suzan'ın Farsça "yanan" demekolduğunu hatırlamamakolmaz. "Suzan Defter"."Yanan Defter" diye vurgulayıp, Ekmel Bey'e kendini Suzan diye tanıtan Derya'nın yanan olmasının nedenini kendimce çözmek istiyorum: Detya da anne rahmini reddedıp, sürekli ondan kaçmaktadır. Ancak bir farkla: Çünkü, âşık olduğu adam abisidir. Abisinin bir zamanlar Suzan'ı sevdiği gibi, kendisini sevmesini ıstemektedir, böylece iyice yanıp, iyice arınacaktır. Ote yandan, Dcrya için ev, kaçılması gereken bir yerdir: "Sabahları mudaka evden çıkmalıyım, çıkmazsam depresif oluyorum. Yan ölü gibi dolaşıyorum evin içinde. Bir boşluğa düşmüşüm gibi oradan oraya bırakıyorum kendimi. Zaman ikiye katlanıyor. Aydınlıkta bir türlü kesintisiz uyuyamıyorum." Ateş ve su: ikisi de arındınr, ikisi de öldürür. Rahim hem ateştir, hem sudur. Doğum hem hayatın, hem ölümün başlangıcıdır. Bachelard, Ateşin Tin çözümlemesi'nde, Fraizer'den verdiği iki örnekle, ateş ile rahim ilışkisi kurar. Biricisinde Avustralya yerlileriyle ilgilidir. Ateşin nasıl yakılacağını bilen kadınlar, ateşi erkeklerden saklamak için de "kor"lar bulunan külleri rahimlerinde saklarlar. ikinci örnek ise, Güney Amerikalı yerlinin, kadının dölyolundan çıkarttığı ateş topunu.acı biber ve ağaç kabuklarını kullanarak bugün "ateş" dediğimiz şeyibulmasıdır. Bachelard, bu iki söylenceyi, "aşk ateşi ve biber ateşi birleşince kuru otları yakıyor" diye yorumladıktan sonra, "özlemin yuva ısısının anısı" olduğunu söylüyor ve G. H. Von Schubert'ten bir alıntı yaparak düşüncesini pekiştiriyor: "Dosduğun bizi aşka hazırladığı gibi, bedenlerin sürtünmesi de özlemi (ısı) yaratır ve aşk (alev) fışkınr." SUZAN DEFTER' Bu kadar malumat ve bilgiçlik insanı ister istemez bir başka Suzan'a da götürüyor: Eski Ahit'te yer alan Danyal'ın İatabında anlatıldığına göre, yıkanmakta olan Suzan'ı, gizlice seyreden, iki yaşlı hâkim, genç kıza âşık olur. Yaşlı adamlann aşklan o denli yakıcıdır ki, her ikisi de Suzan'la cinsel ilişkiye girmek ister. Ancak, genç kız onlara karşı koyar. Hâkimler bunun üzerine Suzan'ı zina yapmakla suçlarlar. Yaşlı adamlar, yalan söyledikleri anlaşılınca taşlanarak öldürülürler. Suzan, bir "masum" olarak yaşar. Fakat, ruhunu ve bedenini yıkanarak arındıımak isteyen genç kızın hikâyesi, Hıristiyan resmınde kadın çıplaklığını güdüler: Yıkanmakta olan çıplak Suzan ve onu gözleyen iki hâkim ile iîgilı masum olmayan birçok resim yapılır, • Ibrahim YILDIRIM A yfer Tunç'un yeni kitabı "TaşKâğıt Makas"taki "Suzan Defter" adlı öyküyü okuyup bitirdiğimde, bu metni tanımlayacak, açımlayacak tek bir sözcük aradım: lyi bir öykü okumuş, edebi doyuma ulaşmıştım.Öte yandan, metni okurken zihnime üşüşen derin ve yakıcı umarsızlıktan dolayı biraz da şaşkındım. Kod adı bulma girişimim ilk başlarda başansızhkla sonuçlanmasına karşın yılmadım, çalışmayı sürdürdüm. Tanıyanİar bilir, kolay vazgeçen biri değilimdir: O adı mutlaka bulmauydım, Çünkü Suzan Defter'i ancak o zaman içselleştirebilir, öykuden kendim için özel şifreler derleyebilirdim. Bazılanna anlamsız, gereksiz gelebilecek bu çaba, benim için çok önemliydi; çünkü, "Suzan Defter" " benim" olmasını istediğim ender öykülerden biriydı. Sonunda yardımıma kitabın kendisi yetişti: Suzan Defter'de bazı şairleri, özellikle Edip Cansever'i işaret eden dizeler yol gösterdi: "Suzan"ın sözlük anlamını kuşanıp; Edip Cansever'in "îki Lamba gibiyiz, iki ayrı yerinden / Aydınlatan odayı" dizelerini defalarca mınldandıktan sonra, aradiğım ad zihnimde beliriverdi: Pesüs! Herkes bilir: Pesüs, Farsça bir sözcüktür. Topraktan yapılmış bir tür kandilin adıdır. Içinde yağ yakılır; bütün kandiller gibi, ona hayat veren yagı ve fitili tüketerek bulunduğu yeri aydınlatır. Kendinden uzak yerlerde ise eşyanın mukavemeti'ne saygı göstererek, her şeyi gölge olarak büyütür. "Suzan Defter", için için yanan, yakınan insanların öyküsü: Derya, Suzan, Ekmel Bey, bir Pesüs'ün içinde ağır ağır yanan, kendilcrini tüketen kişiler. "Suzan" sozciığunün herkcsçc bilinen anldmına gıdıp, bazı acul bilgıçlıkler tabiı kı raslayacağım, hıç kuşkunuz olmasın. Dahası, hıkâyeden bazı özel şifreler derleyıp, bunları deşıfre edip, kendimce sonuçlara ulaşmaya da yel Suzan Defter'de izlenen ve âşık olunan kişi Derya'nın abisidir. Suzan ve Derya, bu adamı büyük bir aşkla severler. Derya, aynı annenin rahmini paylaştığı için, Suzan ise uzaklarda kalıp unutulduğu için, abi'ye ulaşamaz: Vuslat her iki kadın için de gerçekleşmez. Ama abi'nin masum kaldığını da söyleyemeyiz, 12 Eylül'den sonra gerçekleşen ekonomik koşullar ve varsıl olma isteği, yetmişlerin ilerici gencini kirletmiştir: O artık pazar günlerinde ailesini kebapçıya götüren, kız kardeşini evlendirmek isteyen bir işadamıdır. Ben buadamı da Derya ve Suzan'la birlikte Pesüs'ün içine koyuyor, yanarak arınmasını istiyorum. "Suzan Defter"i ben böyle okudum: Benim olması için onu kodladım: Dalıası, bulduğum kod'un çevresinde dolaşarak şifreler oluşturdum, kimi zamankendışifrelerimin içinde kayboldum, onları çözmek için yan okumalar yapmak zonında kaldım. Benim için çok iyı oldu "Hen vc kumlar bir pesüs gibi ağırdan ya "Suzan Defter" artık benim dehikâyem. Sıra "Taş Kâğıt Makas'taki nıyordtık Bız dylc yamyorduk kı, dünya ise bu alev diğer anlatılarda. Hiç kuşkusuz onları da aynıyöntcmleokuyacağım: Benim olacakden lar. • Ba&iilanntamtş bir dunyaydı C U M H U R İ Y E T K İ T A P S AYI 7 28