Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ceyat çapan Şiir Atlası Manuel Ulacia/ Şiirler/ Çeviren: Cevat Çapan ten tutkusunun yüz kızarmalarını gizleyen o kaçamak bakıslar ve yatak odasındaki gizli oyunlarım; pencereden giren yaralayıcı ışık, sürahideki bulutları, boş tabakları ve ekmek kırıntılarını aydınlatırdı, çünkü şehvetli düşlerimden uyandığımda, tek isteğim açığa çıkmış olurdu böyîece. Sinema perdesindeki kızla dans eden o kahraman olamazdım artık, ne ünlü bir sanayici, ne toplumun gözbebeği bir saygın kişi, ne tuzak kurmuş bekleyen bekaretlere bir av, ne de türümüzün devamını sağlayacak bir baba. Sgnra o kavgalarOzgürlük mutluluk getirmez insanlara, diyor annem, sadece insan yapar onları.. Babam susuyor: kayıtsızlık lcırılgan bir kalkan. Kendi dünyasının yazılı işaretlerinde yaşıyor babam, başka diişler kııruyor, zamanın sımrlılığını, taşı, taşın düşüşünii, karanlık yatak ouasını düşünmeden. Yarın, yarın, her zaman yarın, ev de giderek büyüyor, bir yandan anncmin saçları ağarırken, kızkardesim aynada büyüyen nebelerini keştediyor ve anneannem yeniden çocuklaşıyor. Yarın, yarın, her zaman yarın. Babamın soluğu yavaş yavaş kesilirken, ona tek istediğim şeyin sevgimin doğruluğunu doğru yaşamak olduğunu söylemek istiyorum, ama o niçbir şey duymuyor artık, hiçbir şey söylemiyor, sessizlik rjütün bedenini sarmrç, annemin bedenini, yatağının çevresinde oluşan halkayı, karanlık odayı, bu anın kırılgan yerçekimiyle taşın durmadan dibe doğru gittiği suyun saydam aynasını. Babamın soluğu kesilirken pencere camlarmın saydamlığı dışanda bir dünyanın olduğunu hatırlatıyor bana. Pırıl pırıl ışıyan şehri düşünüyorum, gelip geçen arabaları, köşede sevgilisiyle buluşan delikanlıyı, . geçmekte olan bisikletliyi, parkın çimleri üzerinde koşan atleti Zamanın kırılganhğı içinde uzun uzıın dünyayı düşünüyorum, sonra yeniden pencereyi, bir araya gelen aile^, ve babamın artık konuşmadığı, görmediği, duymadığı, ölü duyularının bizim aracılığımızla dünyanın tiyatrosunu sezmeye başladığı geliyor aklıma ve ömrümün tek anısının bizim belleğimizin parçalarında kaldığını düşünüyorum: bazı parçaları eksik koca bir bilmece. Kendisini bırakıp giderken ne düşünüyor acaba? Annemin tenini mi? Ikinci Dünya Savaşı'nın haber filmlerini mi? İlk ayine katılışını ve on emri mi? Bedenine vayılan urları mı? Babam kekeleyerek boğazına bir taşın takıldığını söylüyor, düsmeyen bir taş, o da o tasla düşecek. Nereye? Neyin içine? Babam, soluğu kesildikçe, sanki her şeyı unutmaya başlıyor: kemoterapiyi ve derisındekı izleri, bekleme odalarını ve ameliyathaneleri, ninesinin resmini ve genç kız bacaklarını, Oaxaca'dan gelen taşı ve kanaryanın sesini, kırmızı bebek çıngırağını ve ilk ağlamayı. zamanın yutup yok edeceği son düşünübelki de bir sokakta babasını arıyor. Ama şimdiden başka bir sokak o sokak, o ev başka bir ev. Hayatı kısacık bir an'a sığıyor şimdi. Bütün parçalar uyum içinde. Tek bir güneş parlıyor bilincinde, dünyanın tükettiği donuk bir ateş. Suların aynasında son dalga izlenıyor. Düşmekte olan taş dibe vuruyor.. SAYFA 2V Dipteki Ta Manuel Ulacia 1953 doğumlu Meksikalı bir şair. Mimarlık oğreniminden sonra Yale Üniversi tesindeyükseklisans çalışmaları yaptıktan sonra Meksika'ya dönmüş ve doğum yeriolan Mexicocityde öğretim üyeliği yapmaya başlamış. Bu uğraşının yanı sıra eleştirmen, yayın yönetmenliği ve çevirmenlik alanlarında da başarılı çalışmaları var. La Maleria como ofrenda (1980), El Rio y la piedra (1989) ve Origami para un dia de lluvia (1991) adlı şiir kitaplarındaki şiirler öncü bir şiir anlayışının ömekleri. Daha sonraki şiirlerinde ise daha saydam konuları, özellikle de özyaşamöyküsel konuları işlediği görülüyor. Babamın soluğu yavaş yavaş kesilirken, sondalar, iğneler ve oksijen maskesinden kurtulduğundakalp kaslarının kasılıp gevşemesi arasında, görüntüler fotoğraflar s>ibi arr arda canlanıyor belleğin sahnesinde. Sabahın sekizinde okula giderken aklımda birer bilmece San Nehir, Mezopotamya bahçeleri, Çin Seddi, Newton'un elması, daha sonra, teneffüstc, koca ağaçlann serin gölgesinde ötcki çocııklarla konuşurken, babamın büyiik olaylann kahramanına donüşen görüntüsii, sonra gene evde, bir araya gelen aile, babam laboratuvarındaki bin bir buluşu anlatıyor, gül, misk, lavanta kokuJarını ve annesinin çocukluğunda başından geçenleri, Campeehe'den Mexico City'ye devrımcilerin treniyle nasıl gıtmiş, babasının o kadar sevdiği o horoz dövüşleri, dağlara, ırmak kıyılarına yapılan geziler, VaTencia'da yelpaze resimleri yapan dedesinin unutulan yüzü, koca bir bahçede geçen ve kısa süren kendı çocukluğu, nerdeyse yüzyıl önce, geride gotik bir kuleyi, zevtinliklerini, sığır sürülerini bırakıp gelen ve bir daha dönmeyen göçmenlerin hikâyeleri. Günün sonunda annemle babamın bir partiye gitmek için hazırlanışlarını seyredıyorum, iyi geceler öpücüğünden sonra siyanbeyaz televızyonda bir filme kaptmp kendimi hayatın da böyle olduğunu düşünüyorum: annemle babam bir terasta, ay ışığında, Augustin Lara'nın bir valsi eşliğinde dans ediyorlardır şimdi; babam bir film yddızıdır aruk, deniz savaşında bir korsan, U M H U R İ Y E T K İ T A P Amazon ormanlarında I'arzan, bir gün ben de büyüyeceğim, menekşeler kokJavacağım bir kızın boynun Ja ve bana anlattıkları gibi yazgıiTiı gerçekleştireceg'im Babamın soluğu yavaş yavaş kesilirken ve kalp kaslarının kasılıp gevs.eme.si arasında nabzı yavaşlarken zaman d.ı açılıyor dişa doğru sııların aynasına bir ı.ış attığını/daki h.ılkalar gibi. Her an biı saar, her saar bir ömiir. Geçen zamansa kısa Köyde geçen o güneşji gıinler, evin rııtııbet almış dııvarları, hayvanların ağılı, geçen bulutları yansıtan sufama havuzunun deposu, babam suya bir taş atarak ne kadar zamanda dibe gidişiyle derinliğinin nasıl ölçüleceğini anlatmıştı bana. Sonra zamanın tohumlarını ayıklar gibi mısır ayıklayan o kadın. Zaman yoksa, hangi suların içine düşeriz giderken? Göğün derinliği nedir? Nerede filiz vermişti yaşadığımız saatler? Sonra akşam olunca, birlikte oturduğumuz o loş odada, beyaz çarşaflar üzerinden gelen kızgın ütünün istimi. Babam, bitişik odada, az önce, babasının öldüğünü söylemişti bana: sınırlı zamanın ilk görüntüsii, düşen bir taş, kabul etmek istemediğimiz anlamlı bir ölçüm, babamın yüzünün keskin profili, kefen diye, babasını sardıkları o beyaz çarşaf, iki ütücü kadının gizli gizli bakışmaları, nabzı ölçen el ve saat. Babam yatağa oturup saat kaç diye soruyor ve kimseyi dinlemeden, yarın aynı saatte diyor. Soğuktan titreven gövdesinden başka bir gövde beliriyor, boşlukla dıiğünü için onun gövdesinden tam havalanacağı saati bekleyen beyaz kanatlı, görünmeyen bir kelebek. Babamın soluğu kesilirken, bir sancı canlanıyorboğazıma takılan keskin kenarlı bir taş. Gençlik günlerimdeki o yemekler, yalnızca o porselen tabakların sesinin duyulduğu; Ya da o ımutuş içınde SAYI 728