25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

olduğunu keşfeder. Üstelik kaptanın adalardan getirdiği, kasabada kimsenin görmediği kansının da yarı insan yan balık Cthulhu ırkından olduğunu öğrenir. Oykünün asıl gerilim noktası ise gencin kaderinin Kaptan Obed Marsh'ınkiyle çakıştığını öğrendiği andır. Lovecraft'ın kurduğu evrene göre Cthulhu, tıpkı Lovecraft gibi bu dünyadan kovulmuş ve başka bir boyuta sığınmış bir tanrıdır. Ama hâJâ bu dünyada ona tapan, geri gelmesini isteyen müridleri vardır ve dönüşü de her zaman mümkündür. Lovecraft'ın yine sık kullandığı temalardan biri olan "yeraltından gelen dehşet"in en iyi örneklerinden ikisi de bu seçkide yer almış. Randolph Carter'ın Ifadesi nde "bilinmeyen üzerine korkunç araştırmalar yapan" Harley Warren'ın kayboluşunun soruşturması anlatılır. En son Randolph Carter'la birlikte görülen Harley Warren, Hindistan'dan gelen tuhaf bir alfabeyle yazılmış kitaptaki anlatılan "şey"i bulmâk için eski bir mezara iner. Ve Warren'ın başına gelen lere mezarın başında onu bekleyen Randolph Carter dısında kimse inanmaz. Gerçekten de Randolh Carter'ın anlattıkları doğru mudur, yoksa o da Lovecraft gibi düşlerinde gördüklerini mi sayıklamaktadır. Pickman'ın Modeli'nde ise bu kez öykünün kahramanı Richard Upton Pickman "yeraltından gelen dehşeti" görmekle kalmaz aynı zamanda onu resmeder. Manzeninden açılan bir kapıdan çıkan ve ona poz veren "yeraltı dehşetleri" Pickman'a modellik yaparlar. Erich Zann'm Müziği'nde hiçbir yerde duyulmamış melodileri olan, garip bir müziğin yaratıcısına ve onun kemanından çıkan notaların büyüsüne kapılan bir felsefe öğrencisinin öyküsü anlaulır. Duvarlardaki Fareler'de ise Lovecraft kendi korkulanna döner. Kalıtımsal olarak yamyam olan lanetli bir ailedir oykünün konusu. Lovecraft 'ın yazarlığında dikkat çekici ilk unsur anlaümındaki kuruluk ve tekrarlann bolluğu. Diyaloglara oldukça az yer veriyor. Kahramanlan ise çoğunlukla araştırmaolar, biüm adamlan ve soylu bir geçmişe sahip üniversite öğrencileri. Kullandığı malzemeler ise pek değişmiyor: Yarı insan yan balık yaratıklar, nemli, küflü bodrumlar, duvarların arasından çıkan fareler, ayışığında ortaya çıkan ürkütücü şekiller, lanetIenmiş aileler, dehşet verici mimari yapılar... Gotik edebiyatın zirvesi, belki de son noktası olan Howard Phillips Lovecraft 1937 yılında bağırsak kanserinden ölür ve ardında az sayıda öyküsüyle kurduğu koskoca bir lanetli evren bırakır. CTHULHU'NUN ÇAĞRISI'yla bu evrene giren Türk okuru, yakında yine Ithaki Yayınlan'ndan çıkacak olan, içindeki "Çılgınlığın Dağında" ve "Charles Dexter Ward Olayı"nın da bulunduğu başka bir Lovecraft seçkisiyle karanlığın sulanna iyice nüfuz edecek.• Cthulhu'nun Çağrısı / H. P. Lovecraft / Çev: Dost Körpe / Ithaki Yayınları /229 s. geri kalmış" bir kuşağın imgeler galerisi. "Benim gençliğim" Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlah'nın son kitabıyla aynı zamanda matbaaya gittiği için Dündar bu çalışmasını hocası Sayın Kışlalı'nın anısına adamış,. • (*) Öğr. Gör, Akdeniz Üniversitesi. Benim Gençliğim/ Can Dündar/ îkinci Baskı/ îtnge Kitabevi/ lstanbul, 2000/ 220 s. 'Çalıkuşu' romanı AHMET ŞERİF ŞEREFLİ akın geçmişte TRT l'de "Çalıkuşu" dizisini izledim de anılarım canlandı... Geçen yüzyılın ilk yansından sonra Bulgaristan'da Türkçe olarak birçok ilerici (progresif) Türk yazannın eserleri basıldı.: Nâzım Hikmet, Fakir Baykurt'un, Aziz Nesin'in, S. Ali'nin vs. Ama sıradan okuru göz önüne alacak olursak, hiçbirinin eserleri "Çalıkuşu" romanı kadar geniş ltitlelere mesaj vermemiş, ün yapmamıştı. Feride, bir Deliorman köyünden yetişmiş S'biydi. Başı örtülüydü. Cehaletin karan£ı içinde boğulmuş ve boğuluyordu. Bilmediğini öğrenmek ve bilaiğini öğretmek düşüncesi onu bir alev gibi sarmıştı. Eser Türkçe olarak 1957 'de basudı. Tiraj: 17000. Kitap az zamanda tükendi. Hemen ardından aynı yayınevi Bulgarca olarak bastı. Türkçesini okuyamayanlar Bulgarcasını alıp okudular. Aynı roman Bulgarca olarak bir önceki rejimde de bir baskı yapmıstı. Reşat Nuri aynı zamanda Bulgar okurıannın da sevgilisi olmuştu. Çok geçmeden aynı yazann "Yeşil Gece"si baskıdan çıktı. rYeşil Gece'yi Bulgarcaya çeviren çevirmen gazeteci Süleyman Hafızoğlu idi). Çıktı takat Çalıkuşu'nun heyecanını yaşatmadı. Zeyniler öğretmeni Feride okuyucu kitlesini adeta büyülemişti. Hatta gençler Feride ile Kâmran gibi sevişiyor, ağızlarına şeker alarak öpüşüyorlardı. Bulgaristan'da her Türk kızı çarşafın altmdan fırlayarak bir Feride olmak istiyordu. Imecelerde, harman yerlerinde, okuma gruplarında, kızlann, kadınların toplandıklan her yerde bu kitap bölüm bölüm okunuyordu. Kuran'ı hatim eder gibi okunuyordu. Kütüphanelerde aycun gençler tarafından inceleniyordu. Bunlar uyanışm renklendiği günlerdi. Çalıkuşu genç kızların başucu kitabı olmuştu. Bulgaristan'da Türk kızlanndan yüzlerce öğretmen yetişti. Hepsinden birer Feride çıkmıştı. Köylere ıcoşmuşlardı. Türkiye de bir zamanlar o Köy Enstitüleri'nden mezun olan öğretmenler misali. Aradan çok zaman geçti. Dünkü gençler bugün yaşlandılar; anne oldular, nine ve dede oldular. Çocuk eğittiler. Dünkü olaylar, eylemler, çalışmaıar, anılara dönüştü. Tüm kadm öğretmenler dün birer Çalıkuşu idi. Parti görevlileri, eğitimden sorumlu müfettişler köyleri kapı kapı dolaşarak annelerini, babalarını ikna ediyor, kızları kapalı yaşamdan koparıp okullara alıyorlardı. Türk halkına öğretmen lazımdı. O yıllarda eritme politikası tam anlamında gündemde değildi... Reşat Nuri 1956'da Londra'da rahmete kavuşmuştu. Kitabın baskısı ise 1957'de yapıldı, demiştim... Kızlanmız yazar öldükten sonra, başı açık öğretmenlik yapıyorlardı... Halbuki bundan önce Türk okullarında tek bir kadın öğretmen Y Can Dündar, kltabında büyüdüuü evden. okuduğu okula uzatılacak clzglde "zlhnlnde tortulasan" anılarını derlemlş. Ne düzeyli bir müzik, ne eğiticiöğretici ve eğlendirici programlar ne de insanlara hoşça vakit geçirtecek "yükte hafif pahada ağır" dokümanter filmler ve bejgeseller.. TV kanallarının sanatçı tanımlamasına koşut tutumlarının enbelirgin ve çarpıcı kıyaslaması şu örneklerle daha iyi anlaşılabilir: Geçen aylarda bir beyin travması geçiren bir " sanatçı "mızın yere düşme, nastaneye nakil ve sağalma eylemi aşama aşama günler boyu her kanalda yer aldı. Ne var ki bu ilgi Türk halk müziğimizin araştırmacı boyutuyla yansıyan gerçek sanatçılarından Özay Gönlüm'e gösterilmedi. Niçin gösterilmediği sorusunun yanıtını piyasaya yeni çıkan bir kitapta bulmak mümkün. Can Dündar Benim Gençliğim" adlı yeni kitabında bu noktaya değiniyor: "Çoğumuz anınısıyoruz ki işlerbaşta böyıe değildi. Haberleri de, hava durumunu da maç sonlarını da 'bilenler'den öğrenirdik. Âncak bir nokta geldi, televizyonda 'bilenler'le 'sunanlar' ayrıştı. Vitrin önetn kazanınca bilenler sunamaz oldu; sunanlarsa bilmeyenlerdi. Döniim noktası bu oldu. Televizyon kozmetik bir ürüne dönüştü. Yayıncılık ise pazarlama tekniğine. Televizyoncular encrjilerini iyi görmeye değil, iyi görünmeye harcar oldular. Beyne değif, göze hitap etmeye başladılar. Ekranda en iyi bilenlerin yerini en iyi sunanlar aldı. Galiba inandırıcılığımızı yitirmemiz de böyle başladı." (s. 132) Can Dündar'ın meteoroloji uzmanı Ali Esin'le ilgili olarak yazdığı yazı şöyle sona eriyor: " O dilberlere kanıp tam 46 yıldır bize meteoroloji anlatan adamı küstürdük. Onun uğruna bir ömür harcadığı uzmanhğını, bir çift bacağa, bir derin yırrmaca feda ettik. Kaybeden biz olduk. Bilginin önemini yeniden kavradığımızda artık çok geçti." (s. 133) Dündar kitabında büyüdüğü evden, okuduğu okula uzatılacak çizgide "zihninde tortulaşan" anılarını derlemiş,. Kuşkusuz bu anılar salt Can Dündar'ın anıları değildir. Onun kişiliğinde bir dönemin gençlik anılarıdır sergilenen. Dündar'ın tanımlamasıyla "mutlulukta "Biemerle sunantar1 Benim Gençliğim ABDULLAH TEKİN O rtak paydaları zevksizlik olan TV programlannın topluma ne tür katkıları olduğu ciddi bir araştırma konusu.. Bir pazar günü hava kapalı diyerek sokağa çıkmayıp zaman zaman izlemeye çaîıştığınız kanalları değiştirerek kıyaslayın. Göreceğiniz zevksizliktir, kimseye etkisi, katkısı olmayan ucuz programlardır. Acaba her topluma layık olduğu yaymlar sunulur şeklinde mi düşünmeliyiz? Hiçbir şey yaratmadan, hiçbir şey üretip paylaşmadan kendilerini "sanatji" olarak gösterenlerin yer aldığı ekranar elbette topluma hiçbir şey veremez. "Sanatçı" diye adlandırılan kişilerin yer aldığı TV programları tencerekapak tanımîamasına uygun bir tablonun içinde yansımaktadır. yoktu diyebiliriz. Hurafelerden, cehaletten kurtulmuş kültürlü, eğiticiler, öğreticilerimizdiler. Çalıkuşu kitabını Sofya'da baskısı yapılmadan önce, henüz Razgrat'ta iken okumuştum. Türkiye'ye turist olarak geziye gidenler valizlerinde bazen kitap getiriyorlardı. Bu kitaplar bir daha gençler arasında elden ele tiolaşıyor, gizlice okunuyorlardı. Hakkı Balat adında bir terzi Çalıkuşu'nu bana 23 gün için vermişti. Ben kitabı bir solukta okudum. Bitirdiğim saat ikindi sulanydı. Bahardı. Sokağa fırladım, beyaz bir yağmur yağıyordu. Şemsiyesiz adımlıyor ve ağlıyordum. Yüzümden gözyaşı mı, yağmur mu akıyor belli olmuyor diye seviniyor ve dolaşıyordum. tşte o zaman ilk kez hayatımda yazar olmanın ne demek olduğunu kavramıştım. Bundan önce aynı yazardan "Yaprak Dökümü", "Dudaktan Kalbe", "Akşam Güneşi" gibi eserler okudum. Toplumsal ve duygusal romanlardı. Doğrusu, "Çalıkuşu" kadar beni hiçbiri sarsmamıştı. Feride, Türkiye'nin büyük gerçeklerindendi. Aynı gerçekler bizlerin de çözümlenmedik sorunlarıydı. Asıl sorun kitabı okuyuculara okutabilmekte. Kitap Türkiyemizde eğitime hizmetten daha çok ticaret aracı olmuş. Dışarıdan gelmiş bir insan olarak bunu gördüm. Diğer yanda kitap fiyatlan aşın derecede yüksek. Bu okuyuculan kitaplardan uzaklaştırıyor doğrusu. 1993'te, "BaÛcanlar da Türk Kültürü" dergisinde görevliyken Bulgaristanlı yazar Muharrem Tahsin'e Bulgaristan da Türk kitabı üzerine bir araştırma yazısı ısmarlamış ve dergimin 9. sayısında yayımlamıştım. Konuyu aydınlatmak için buraya sadece bir pasaj alıyorum: "Çalıkuşu şimdiye kadar, biri Türkçe, bes baskı yapan yegâne Türk kitabı. En yüksek tiraj bakımından da favori durumunda. 1980'de 80 bin nüsha halinde basılmıştı. Son baskı 1991 'in sonunda gerçekleştirUdi: 60 bin. Fiyatı 19.80 stotinkaydı. O sıkıntılı günlerde bu para hiç de az değildi. Öyleyken bana diyene kalmadı. Çabucak kapışıldı. Ek olarak daha 10 bin Dasıldı. O baskıdan bir tane Büyükada (Ostrovo) köyü Kütüphanesi'ne almmıştı. Ancak daha üçüncü okurunda kitap kaybolmuştu." Avrupa'da tramvaylarda, otobüslerde bile gazete, kitap okuyanlar varken Türkiyemizde neden yok, diye düşünmüşümdür. Türkiye'de kitabı okura götürmek devlet politikası değil de ondan... Benim doğduğum ülkede kitaplar, gazeteler sembolik fiyatla satılarak geniş kitlelere ulaştınlıyordu. Az okumak marazlaşmış. Okumayan anne baba çocuklannı, az okuyan öğretmenler öğrencilerini nasıl çok okutabilirler! Yaz tatillerinde öğretmenler öğrencilerine şu kitaplan okuyacaksınız, demiyorlar kı... Kütüphanelerde daha çok memur gördüm, kitap okutacak meraklılar pek az. Bu çok acı bir gerçek. Bulgaristan'da, bir ders yılında 160 kitap okuyan öğrenciler keşfetmiştim. Göçmen olarak onlar da 1989 da buraya geldiler. Orada okuyanlar şimdi burada okumaz oldular... SovyetRus yazan Maksim Gorki ihtilali hazırlamak için 1900'lerde "Ana" romanını yazmıştı. Bu kitap kızıl rejime savaşçılar büyüttü. Aynı kitap birçok peyk naaı. Sözü "Çalıkuşu" eserine getiriyorum. Bu eser de doğduğum ülkede yüzlere kızımızı öğretmenlik mesleğine heveslendirdi. Ne mutlu böyle bir yazara! Reşat Nuri uyansa da eseriyle nice öğretmen hanımlar yetiştirildiğini görse. Sevinse... sevinse... Okurlara mesajı olan kitaplar güzeldir ve ölümsüzdürler... • sosyalist üllcelerde de devrimci rolü oy İ CUMHURİYET KİTAP SAYI 530 SAYFA 17
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear