25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cemil Kavukçu, her mahallede, her meyhanede, her köşe başında hemen rastlayabileceğimiz, içimizden insanıarın öykülerini yazıyor. Öyle bizden ki o insanlar, hatta zaman zaman öyle biz ki hemen ahbap oluyoruz. Onlarla erik çalıyor, sansar arıyor, beyaz peynirle rakı, leblebiyle bira içiyor, kenevir ekiyor, panayırda her derde deva ilaç satıyor. Nolva adlı, hayal mi gerçek mi olduğu bile tartışılır bir güzelin peşine talcılıyor, sigara tellendiriyor, olmadı dereye yüzmeye gidiyoruz. ' .... Bütünleşiyoruz. ALİ BALKIZ ikili saralım, demişti ya da hiç olmazsa üçlü, ama Amca Ihsan beşlide ısrarlı, çünkü bugün önemli işleri var. Kanaryalar için kafesyapacaklar ve kanaryalara yakışır bir kafes yapabilmeleri için (ama sulu ama kuru) süslenmeleri gerek. Erken de olsa işin selameti açısından 'fener' patlatmakkaçınılmaz. ...Işebaşlamadan önce Vız derin bir nefes çekiyor 'bekçi feneri'nden, ateş bir parlayıp bir azalıyor, sonra da Amca Ihsan alıyor feneri; derin bir nefes de ondan." Kanaryalar için kafes yapmaya böyle başlanırsa, o iş nasıl biter? Önce testereyi kaybederler, çekici parmaklarına vururlar, ölçüyü bir türlü tutturamazlar, kafes büyük olur. Bu kez kafesi güvercinler için oüsünürler, olmadı tavuldar için. Sonunda da Amca Ihsan, olayı da öyküyü de bitirir: "Aslında, diyor Vız, kafes tam bize görc olmuş, bak ikimiz de sığdık içine. Doğru ya, diyor Amca Ihsan, en iyisi hiçbir şey almayalım, biz oturalım içinde." Kavukçu parantezi çok başarılı ve ycrinde kuflanıyor. Atmosferi, kişiyi veya olayı anlatırken anlatımın akışına uymayacak, ama okuyucu için gerekli, onu bilgilendirici, metini bütünleyici açıklamaIarı parantez içinde veriyor. "Gülünce (öyle kolay kolay gülmezdı Sıçan Ahmet) pirinç kadar küçük dişleri göründü." 'Yine de zaman zaman Sıkıntı'nın (adı Vedat, ama kimse ona Vedat ya da Sıkıntı Vedat demez) peşine takılıp aramıza girerdi." "...çatalını patateslerden birine batırıp taoağın kenarındaki salçaya bulayaralc (ketçap demeye dilim varmıyor) ağzına götürmek biçiminde oluyordu." Ancak paranteze sıkça başvurmanın ve parantez içinin uzun olmasının, okuyucuyu metinden koparması, zorunlu bir durağa uğratması ve yeniden parantez başına döndürmesi gibi sakıncaları da var. Kavukçu parantezi kararında kullanarak, böyle bir sakıncanın önüne geçmiş. Kavukçu'nun öykülerinde, ideolojik öngörüler olmadığı gibi, sistem eleştirileri de yok. Daha doğrusu açıktan açığa yok. Olması da gerekmiyor. Metne öylesine sindirilmiş ki bu kaygı, anlamamak olası değil. Amca Ihsan'ları, Vız'ları, Ludving Grundıg'leri kim 'Bilinen Bir Sokakta Kaybetti sorusunun yanıtı o kadar açık ki... Onları kim kendi yüreklerine hapsetti? O kadar belli ki... Ve biriki nokta: "Aynı yaşta olabilirler, hatta kahveci daha bilegenç duruyor." (s. 72) Bu cümledeki 'bile' sözcüğünün yeri, 'genç' ile 'duruyor' sözcüklerinin arası değil mi? "Gözlerinde herkesi küçümseyen, yok sayan bir küstahlıkla bakıyordu." (s. 82) cümlesinde, 'Gözlerinde' sözcüğü fazla değil mi? "Rüzgârlar hafiften hafiften bu ikindi vakti." ( s.119) cümlesinde "Rüzgârların'ın 'lar'ı fazla değil mi? 'Diğren gibi bir çatal' (s. 51) değü, dirgengibiçatal... Bir de bilgi yanlışı: "Biranın bıraktığı kâr, o ıvır zıvırın yanında devede kulak kalır." (s. 128) 'Ivır zıvır'dan meze, kuruyemiş, patatcs tava vb. kastediliyor. DeneyimJerimden biliyorum, bu tür işletmelerde, tam tersine, biranın bıraktığı kârın vanında o ızır zıvırın bıraktı kâr devede kulak bile değildir. Bu kadarı 'Kadı kızında da...' deyip geçelim. Âh keşke bir de Can Yayınları gibi işini önemseyen, titiz bir yayınevinden çıkan bu kitapta bu denli çok dizgi hatası olmasaydı. Edmond Rostand'ın bir cümlesi ile bitiriyorum: "Beni okumaya mahkum eden kitaplara bayılıyorum." • (*) Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak/ Can Yayınları, 1997, 166 sayfa. CUMHURİYET KİTAP SAYI 407 Metnl bütünleylcl açıklamalar C emil Kavukçu'nun son öykü kitabının adı; 'Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak'.(*) Kitabı okuyunca içeriği ile uyumlu olarak, siz de yeni adlar takabilirsiniz bu kitaba. Kendi Yurdunda Kaybolmak, Mahallesinde Kaybolmak, Kendi Adresinde Kaybolmak gibi. Ya da ; Kendi Kimliğinde KayboTanlar... Nâzım'dan bir dize seçip 'Kendi Yüreğinin Kabuğunda Yaşayanlar' bile diyeDİlirsiniz. Kavukçu'nun bu öyküleri daha önceki yazdıklarına benzercesine; 'kanatsız kuşlar'ın, 'kafası kıyak'ların, 'ipin ucunu kaçıran'ların, 'birlikte susmanın huzurunu duyan'ların, 'gönlü söz dinlemeyen'lerin, 'yandan çarklı gülüşlü', 'mumu iki yandan yakan', 'kılavuzu hep karga' olanların öyküleri. Onlar birer 'boşvermiş'; birayı 'komiser dublesi' denli okkalı içişlerinden, esrarı, 'bekçi feneri' gibi dolgun sarışlarından ve nefes çekerken ışıldatışlarından belli. Cemil Kavukçu, her mahallede, her meyhanede, her köşe başında hemen rastlayabileceğimiz, içimizden insanların öykülerini yazıyor. Öyle bizden ki o insanlar, hatta zaman zaman öyle biz ki hemen ahbap oluyoruz. Onlarla erik çalıyor, sansar arıyor, beyaz peynirle rakı, leblebiyle bira içiyor, kenevir ekiyor, panayırda her derde deva ilaç satıyor. Nol.ya adlı, hayal mi gerçek mi olduğu bile tartışılır bir güzefin peşine takılıyor, sigara tellendiriyor, olmadı dereye yüzmeye gidiyoruz. Bütünleşiyoruz. Cemil Kavukçu bunu nasıl başarıyor? Öncelikle içten. Son derece içten yazıyor. Hiçbir şey yapmacık değil. Her şey gerçek. Gerçek gibi değil, gerçek. Sanatın gerçekliği taDİi. Anlattıklanna dudak bükmek, inanmamak olası değil. Sonra atmosfer çiziyor. Evi mi anlatıyor, okulu mu, birahaneyi mi, panayırı mı, sokağı mı, cami avlusunu mu? Hemen içine alıyor bizi. Öyle uzun uzun ayrıntıya boğmadan, ama ayrıntıyı da yadsımadan, üçbeş sözcükle, birkaç cümleyle atmosferi tanımlayıveriyor. "Cami avlusundaki... vanayı bütün gücüyle sıktı, ama kapatmadı; ip gibi ince bir su akmakta inat ediyordu" derken, o ip gibi ince su gözünüzün önünde akıp duruyor. Insanın içinden, gidip o vanayı bir de kendisinin sıkası gefiyor. "Aşağıda en az benim kadar hasta bir dere, sesini duyuyorum" derken, dere yatağının ycr yer çördcn çöpten tıkandığını, yol bulup akamadığını, bu tıkanıkFığı aştıkça, çağladığını, öksüre öksüre aktığını anlayıveriyorsunuz. Çünkü öykü kahramanımız ciğerlerinden rahatsız. SAYFA 8 Sanatın gerçekliği Bilinen Bir Sokakta Kavbolmak "Adı ve işleticisi birçok kez değişmiş birahanedeİ yim. Karşımda, gözlerini muhabbetle yummuş Amca Ihsan oturuyor. Dışarıda akla ziyan bir yağmur var. Biz rakı içiyoruz. Mezemiz yok dediği yerde, okuyucuda gidip o masaya üçüncü bir kişi olarak oturmak duygusu uyanıyor. (nııil K.nuk İMIİNIN "...uç kişiydik; Arifabi, Cemil Kavukçu dan yeni öyküler Samiabi ve Benabi. Bir Öykü kişilerı ne 'kahraman' ne de mumya. Ete kemiğe değil salt, duyguya düşünceye de bürünmüş gerçek kişiler. Bir kez onlara taktığı adlarla (Aslangöz, Sıkıntı, Ayı Nuri, Gop Gop Nuri, Sıçan Ahmet, Miskoye, Katana, l t o Abi, Vız, Çakal Ismet) okuyucu ile hemen iletişim kurmalarını sağlıyor. Benzer isimler; bir kişiye, genellikle arkadaşlarının, ya da yakın çcvreden insanların, hatta bazen annebabanın, o kişideki bir eksikliği, bir fazlalığı, bazen bir özelliği vurgulamak, yansıtmak için taktığı adlardır. Bunlara 'lakap' da uiyebiliriz. Birçoğumuzun böyle adları vardır. Çoğu kez, istemesek de böyle bir adla, özellıkle de gıyabımızda anıldığımız olur. Işin özünde bir yakınlık, ahbanhk, dostluk olduğu bilinir. Cemil Kavukçu, öykü kişilerine taktığı bu adlarla bu sıcaklığı hemen yaratıyor. Yetmiyor, bunu daha da ilerletiyor; Erhan'a 'Eran', Samiabi'ye 'Samiabi' diyor. Birahanede, Okuyucu ile iletişim den kapı açıldı ve Çakalabi girdi." ' Ilk kez, futbol maçı yaptığımız günlerden birinde duymuştum. "Haydı Miskoye! Haydı Miskoye!" diye bağırıyorlardı. Meğerbana Lağınyorlarmış. Sonradan öğrendim, Arnavutça 'sivrisinek' demekmiş. Zayıfım, bacaklarım çöp gibi ya, anında yapıştırmışlar miskoyeyi.' Size takılan adlar ve neı denleri hemen aklınıza gelmiyor mu? Benim takma adım 'gollık'miş mesela. Küçükken köyde, annem severken böyle dermiş. 'Golliğim, golliğim...' Kısaca boylu ve tombulmuşum da... Kavukçu, öykü kişilerine verdiği adlarla, işte böyle çağrışımlara neden oluyor. 'Miskoye' diyecek dönemi geçtiğimize göre, insanın, Kavukçuabi diyesi geliyor. Kişileri anlatırken de atmosferi çizerken denli başarılı. "Biram yarılanmıştı kL, kapıdan girdi. Vız, yani 'masa sineği'; o 'afiyct olsun' der yıllardır böyledir bu sen 'buyur' dersin, o buyurur ya da masaya konar, sen 'ne içersin?' dersin, iş biter. Arada kaynaması kolay olduğundan kalabalık masaları tercih eder. Genellikle 'buyur' denmez Vız'a; ya duymazdan gelinir 'afiyet olsun'u ya da yarım ağız bir 'sağal' ile gcçiştirilir." insan yine kendi çevresindeki ' VlZ'ları düşünüyor, ister istemez. Kardelen'den biliyorum böylelerini. Saatler önce gelir adam, gözünü garsondan hep kaçırır, sonunda 'tek rakı' söylemeye mecbur kalır. Bekledikleri gelince de uçar o masaya. Hemen garsonu çağırır, hcle bir geciksin garson, kıyameti ko partır. Başlar savmaya, 70'lik rakı, beş meze, iki soğuk, dört sıcak, meyve duble... Arkadaşlan gelmeden içmek zorunda kaldığı o tek rakıyı da masaya yazdırtır... Hadi eyvallah... Kavukçu'nun öykülerinde kurgu da sağlam. Esrarcı iki kafadar anlatılıyor: "Vız,
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear