25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

rahatlatıcı bir kütlüktü. Bekledi. Annesinin yatağındaydı, oraya eeri dönüyorduiste. O unutulmuş tatlı kokuyu duyuyordu yeniden. Acı yoktu artık. Sokağındaki telli kavağın yaprak hışırtılan geliyordu kulağına. Bu sesi severdi. Hafif, tatlı, avutucu bir sesti. Bir yolculuk özlemi duydu içinde. Tek başına bir gemiye binmek, uzaklara gitmek isteği duydu bir an, Evet tek başına. O geminin güvertesinde güneşli bir şezlongda dinlenirken gördü kendini. Sonsuz huzur ve genişlik içindeydi. Rüzgâr püfiir püfür esiyordu. Kavaklar güvertede boy vermişlerdi ve ninni söyıüyorlardı ona. Göğsüne keskince vurmuş güneş rşığı çok yakıcıydı. Kolunıı kıüdıımuk is teui, olmadı. Yürck atışı vc düşüncesi düz bir dzgiye dönüşene kadar kavaklandinledi.' (sayfa225) Roman Ikinci Dünya Savası yıllarında taşrada bir memur ailesinde dünyaya gelen bir kadınla 12 Eylül'de üniversite öğrencisi olan bir genç kadının yetişme, gelişme süreçlerini kapsıyor. Yazar geriye dönüşlerle zamanı ve olayları belirliyor. Sara hastane odasından bir çıkabilse anılarını yazacak. Bütün yaşadıklarını, "Ben, Halise Gülsün Tar,/diye başlayacaktı.../ 1943 sonbaharında Akhisarda doğmuşum. Doğduğum iki katlı, Rumlardan kalma ev babaannemindi. Aile Akhisar'lıydı. Toprakla uğraşmışlardı hep. Ama babam, okumakta diretmiş Köy Enstitüsünü ve sonra Türkçe öğretmenliği bölümünü bitirmiş. Annemle, Savaştepe Köy Enstitüsü'nde tanırruşlar birbirlerini. Annemin babasının hiç sözü edilmezdi evde. Kimsesizmiş annem. Annesi babası ölmüşler. Sonradan Menemen'de idam edildiğini öğrendim. Annemle babam okul bitince evlenmişler, birlikte Havza'ya atanmışlar ve orada dört yıl kalmışlar. Eski bir fotoğraftan san perçemli, aydınlık kocaman gözlü, gülümseyen güzel bir çocuk olarak anımsadığım ağabeyim Burak 1939'da orada doğmuş. 1949 kışında, ben beş yaşındayken öldü. O günü anımsıyorum. lnce, tekdüze bir yağmur yağıyordu. Annemin gözleri, rengi uçmuş yüzünde iki kocaman, kara oyukgibiydi. (sayfal30131) Roman annekızın ilişkisini eksen alarak Türkiye'nin o günkü siyasal atmosferini belirliyor. Toplumsal yapısını. Ekonomik zorlukların bireyin ilışkilerine nasıl etki ettiğini görüyoruz. Inci Aral daha önceki kitaplarında olduğu gibi romanın altyapısını sağlam tutmuş yine. Roman kahramanları ve tipleri bu sağlam altyapı içinde yerli yerine oturmuş. Sahicilflc duygusu uyandmyor okuyucu da bu. Kişilikleri birbirinden ayn olan annekızın uzaklığını bile bir yakınlık olarak yaşayabiliyor okuyucu. Yazarın anlatımı imgesel bir alana çekmesi bu anlam bütünlüğünü zenginleştiriyor. Romanı yedi bölüme ayırmış yazar: Tortu, Intihar Otelleri, Yeni Ülke, Gülümse Bana, Duraklar, Uzun Bir Yankı, Yinelemeler. Her bölümün romanın vapısı içinde farklı teması olmakla birlikte bölümler arasındaki geçişler okumayı zorlaştırmıyor. Romanın ana hikâyesi yukanda konu ettiğimiz üzere gerçek hayatın yakmında duruyor. Bu konuda Inci Aral her zamanki gibi başardı. Yer yer Türk sineması; yer yer arabesk duygululuklara rastlıyoruz. Romanın kolaycılığı değil, yaşanılanların kendi gerçeği olarak DÖyle bu. Ilk anda ucuz duyguTuluk gibi duruyor. Ama asıl insan yaşamının zor ve ucuz olduğu açıklanmak istenmiş. 'riiçbir Aşk Hiçbir Ölüm", kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi kadınlık serüveni üzerine oturtulmuş can yakıcı, yürekli bir hesaplaşma... Herkes için, nerşey için can yakıcı bir hesaplaşma. • SAYFA 6 Mario Luzi ile "Simone Mantini'nin Dünyevîve Semavî Yolculuğu" üzerine AımekD Hf Msi 'Esrar, kavrama indirgenmemesi gereken bir bicimidir' yağ ve kan" imgelerinin gerisinde kadının can verme, hayatın esrarını koruma ve arındırma özelliklerini de okuyoruz Stilnovist hatlar taşıyan kurtancı bir kadınla mı karşı karşıyayız? Evet, ama yalnızca edebi bir fîgür değil bu, XIII. yüzyılın mistik iklimini barındınyor. Benim şiirimde dünya hep kadınsal çizgileriyle belirir: Dünyanın zamansızıığına ve bengi sürüşüne, zamanın dışında varoluşuna en uygun düşen hatlar dişinin hatlandır. Simone Mantini ile Mario Luzi arasındaki yakınlıktan sözedelim, diyordum .. Bu izdüşümünün nedenleri üzerinde duralım mı biraz? Her ikisi de duru ve semavîimge ustalan'dır, "hacimleri ve hatlartnın kesinliği ile uzamın ve zamanın esrarını yaralayan biçim'e o esran banndıran, dahası oesleyen ö'z'ü yeğler", derken yanılıyor muyum? • Çok iyi, bundan daha iyi ifade edilemezdi belki... Simone, kendisine vergi en mükemmel araçlan resimsel ifadenin hizmetine sunar, ama bilir ki o ifadeyi, o anlamın ifadesini, ustalığının doruğunda bütünüyle doldurmasına karşın, anlamın gerçek değerini açıklayamayacaktır. Esrar girer ve çıkar eserinden, başka eserlere gitmek üzre kateder onun eserini... dünyanın dile gelmez sırn sanatçının kişiliğini aşar, o mükemmelliği de aşar... Bütün büyük sanatçılar, Michelangelo da, hep duymuşlardır bunu. Simone'nin resmindeki figürlerle senin şiirindeki figürler, ö'zellikle ilk dönemin o seffaf, o kırılgan, 'anlam a kavuşmak istermisçesine uzamda uçusanfigürleri arasında büyük benzerlik buluyorum, ne dersin? • Evet, doğru. Henüz kopuktular anlamdan, bütün amaçları anlama ulaşmaktı, bugün belki daha yakındırlar anlama, kimbilir? "Beyhude hafıza"dan, "rolsüz hafızasız tarih"ten söz edelim mi? Ha/ızantn birleştirici özelliği olduğu fikrine katılıyor musun? 'Ha/tza'ntn Kitabı'na, Stilnovo'ya gönderme yapıyorum... Evet, zamanı hesaba katan, insanın zaman içinde varolduğunu düşünen herkes için gerçekten birleştirici özelliği olan tek unsur hafızadır, ama hatıralan, olayları kayda düşmez hafiza: Asla hesaplayamadığımız, olsa olsa hissedebildiğimiz, yoğun bir boyut olarak durur terkimizde. Işte bu zaman yığını sayesindedir ki yarını, geleceği bekler ve umanz. Demek ki, bineştirirnafıza, ama bir o kadar da hiçler. Olayların ve kişilerin biricikliğini, natlannı, siler ve sonuçta bir duygu, bir anlam, insan bilgisinin ve bilincinin bir boyutu olur çıkar. Gerçekten olmuş olan ve sonradan değişen, dönüşen, bir hiçte silinip giden şeylerle doğrudan baöını koparır. Yazılı tarihe hep kuşkuyla bakmışımdır bu yüzden ben. Bir şey, asla olmuş olduğunu söylediğin CUMHURİYET KİTAP SAYI 408 Mario Luzi, son dönem Italyan şiirinin en önemli temsilcilerinden biri. Bu yıl TÜYAP Kitap Fuarı'nın konuklarından biri olarak da yurdumuzu ziyaret eden Luzi ile başarılı çevirmeni Işıl Saatçıoğlu, son kitabı üzerine konuştu. ISIL SAATCIOGLU vet sevgili Mario, son kitabın üzerine sohbetimize, konumuzun dıştnda gibi görünen, ama bizi siirine, senin şiirinin yüreğine götüren bir anımla başlamak istiyordum. Biltnetn hattrlar mıstn, geçen kış birpizzactda oturmuş, dinler hakkında konuşuyorduk seninle. tslam'tn, Tanrt ile kularasındaki doğrudan iliskiye izin verdiğini, bu baglamaa belki de bütün dinlerin üstünde olduğunu söylemem üzerine sen, uzaklara dalmıs, oyumusactkbakıstnla, "Meryem'den aractltk istemek ne güzel şeydir..." demiştin. Biraz açar mtstn bunu? Öyle mi dedim? Evet, yücelmiş bir varlık olarak Meryem. Benzeri olmayan, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir nota. "Bakire, anne, oğlunun annesi" der onun için Dante, duasında. Petrarca'ya da aynen geçmiştir bu, her şeyin ötesinde, her şeyden önce ana olmanın anlamı, Tann'nın ete kemiğe bürünmesi... Tann bile bir anaya ihtiyaç duymuştur. Ona can vermekle kalmamış, onun için bir işaret olmuştur hep... Bakiredir, annedir, oğlunun annesidir... Ben çok güzel buluyorum bunu. Hatırlarım, Hicoîa Lisi, "Meryem olmasaydı Hıristiyan olur muydum, bilmiyorum" demişti bir keresinde. Onu cezbeden de aynı şeydi: Tevrat'taki Tanrı fikrini, o yetke duygusunu, şiddet ve hakimiyet duygusunu yumuşatan bir varlık olarak Meryem. Bu çok Hıristiyan, çok insanca bir duygu, lcutsallık uuygusuna insanın karışmasıdır. 33 gün papalık yapan I.Giovanni Paolo, "Tann annedir aynı zamanda, kadındır da" demişti. Italyan XIII. yüzyıl şiirinde E de kadın ve Meryem iç içedir ve her şey bu erdemde uzlaşır. İki islevi var ama kadının: Kamyla cantyla hayat verir önce ve sonra kopar senden, kopartr seni kendisinden... Evet, ölümle de banştınr bizi kadın. Göçümüz de ona emanet edilmiştir. Yüzümüzü Meryem'e çevirip, "şimdi ve ölüm saatimize dua et bizim için" dediğimizde dilediğimiz şey de budur... 1942'deçıkan düzyazı kitabın Biografia a Ebe (Hebe'ye Biyografi) gibi, Simone'nin Yolculuğu'nun da kadtna, disinin mizactna, doğasına adanmış bir kitap olduğuna inanıyorum ben, ne dersin? Evet, öyle. Ölümlü hayatımızı elinde tutan kadının bünyesinde insanı yüceltme ihtiyacını hep duydum ben... Bu noktada kendimden alıntı yapacağtm ve kitabın Türkçe çevirisine yazdtğtm önsözü kapatan sö'zleri aktaracağım sana: "Simone'nin Yolculuğu, Giovanna'nın kitabtdtrasltnda... Giovanna, 'karanlıpn haznesi', 'tükenmez semavîhavza', kitabın mührüdür. Esran o koruyacakttr" diyorum. Sence doğru mu bu? • Güzel, çok güzel bir saptama bu. Evet, bir an geliyor, Giovanna ile Meryem iç içe geçiyorlar bu kitapta... Simona Giovanna'nın dönüştüğünü görüyor... Aynı kaynağın durmadan dönüşmesinden, ete kemiğe bürünmesinden söz ediyoruz aslında hep. Simone bu doruklara, mistik doruklara ulaşıyor... Dünyayı yorumlayan o figürde, DÜtün hayatın anlamının özünü buluyor bir anlamda. Simone, ressam olarak çıktığı bu ahlaksal ve tinsel yolculuk sırasında bütün simgelerin o figürde deriştiğini farkediyor; Bilincini ve bilgisini özümsediini, varlık olma ve varolma hallerinin ir bütünde eridiğini hissediyor. Esrar nedir sence, tanımını yapabilir misin ? • Esrar, kavrama indirgenmemesi gereken bir bilgi bicimidir... Kadın için kullandığın, "su ve akik, f
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear