Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
r ciye tanıtılan ailenin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal konum, ekonomik yoksunluğun ve bunun sonucu olan toplumca dışlanma ve sömürülmenin belirtilerini oluşturur. Şiddet önce aile bireyleri arasında gösterir kendini. Ne denli sevgi dolu ve dayanışma içinde olsalar da, anne ve çocuklar arasında yaşananlar küçük ama yoğun şiddet patlamalarıdır: Anne kızlarına Dağırır, küfreder, arada bir tokatlar, kısacası sıkıntı ve öfkesini onlardan çıkarır. Evin veremli kızı Akile ise çatıştığı tütün fabrikasında tutulmuştur bu hastalığa. Oyunda aile içinde ve dışında yaratılmış olan ortam çerçevesinde ele ahndığında, verem hastalığı yoksulluğun yarattığı şiddetin bir baska görünümü olarak çıkar karşımıza. Nıtekim oyunun sonuna doğru, maddi ve manevi olarak, ailesine dana çok yük olduğunu düşünen Akile, söz konusu şiddeti daha da ileri götürecek, kendini yok edecektir. Dışandaki durum içeridekini aratacak niteüktedir; paraya sanip olan güçlüdür ve her türlü zorbalığı yapmaya nak kazanır. Her türlü kavga ve saldınnın geçerli olduğu bu ortamda ahlaksal kurallar da erk sahiplerince değerlendirilmekte ve cinsel taciz, öldürme, yaralama gibi zorbalıklar olağan sayılmaktadır. Düzen/lnsan çatışmasının neden olduğu şiddetin bir başka örneğini Kardeş Sofrası verir. İçinde din adamlarının da bulunduğu egemen güçlerin halklan ezmesini ve onları bastırmak için kullanılan kabagüce karşı gelmelerini anlatır oyun. Seyirciye, Çelebi Sultan Mehmet döneminde Osmanlı topraklarında, Fransa ve Roma'da yaşanmış olan benzer başkaldırıların öyküleri anlatılır. Fransa ile Roma olayları son derece kanlı bir biçimde bastırırken, kendi ülkesinde ayaklanma hazırlıklarını duyan Sultan Çelebi Mehmet, bunlara katılan herkesin kadedilmesini buyurur. Bu arada başkaldıranlar, hangi dınden olursa olsun, kardeş olduklarına inandıkları tüm insanlan aynı sofrayı paylaşmaya çağırmaktadırlar. Oyunun her üç kesitinde işlenen önemli bir izlek de korkudur. Korku, ayaklanmaya yani karşı şiddete engel olusturan bir duygu olarak değerlendirilmekte ve kesinliHe giderilmesi gerektiğinc inanılmaktadır. meyen bilim adamının önce Kilise tarafından baskı görmesi, ardından sekiz ytl Engizisyon'un işkencesine uğraması, sözünden dönmedıği için de halka ve onu izleyenlere ibret olsun diye herkese açık bir alanda yakılması anlatılır. Karanlıkta llk Işık'ta ise yakından bildiğimiz Kubilay olayıdır yorumlanan. Bura da karşı karşıya gelenler Cumhuriyet ve ş şy g y i l i l ile b l d devrimleri savunanlar il vobazlardır. Devletin de, düzeni sağlamak adına, başvurduğu şiddetin yanı sıra, oyunda asıl vurgulanmak istenen din bağnazlığının sınırsızlığı ve gözüdönmüşlüğüdür. Geçmişte geçen bir olayı bugünün gözüyle yeniden değerlendiren yazar, günümüzde de benzeri olayların yaşandığına değinir ve yakın tarihte (1987) Van'da oruç tutmadığı için yobazlarca katledilen öğrenciyi anımsatır sahnede. ğin hesaplaşmasına gidilirken bunlardan pay almış kişilerin, dolaylı veya dolaysız yaşadıkları şiddete değinilir. Yalnızhğın Oyuncakları 2002 yüında geçer. Hayvanlardan bir tek sinekler ve kurbağalar yaşamakta, türünün tek örneği olarak kalan kaplumbağa ise cam bir odada halka sergilenmektedir. Besinler hep dondurulmuş olarak satın alınmaktadır, kitaplar da yok olmuştur. Günbatımından sonra 60 yaşın üstündekilerin sokağa çıkmalarının yasaklandığı bu ortamda, elektrik ışığının aydınlattığı kapab, neredeyse klostrofobik bir odada geçer oyun. Fazlasıyla uzun yaşamış (90'larında), ancak bisküvi, ıhlamur, çay ve kakaoyla beslenebilen ve pijama ile terliklerin dışında bir şey giymeyen insanlardırkahramanlarımız. Yaşamları boyunca hiçbir şey üretmedikleri gibi hiç kimseyi de sevmemiş, hiçbir şeyle ilgilenmemiş, "olup bitene katılmadan tanık olmayı" seçmislerdir. Ve ne ölmüşler ne de tam yaşamışlardır hayatı; yarım kalmışlardır ve birbirlerine mahkumdurlar. Aynı yerde birlikte yaşamaktan da bıkmışlardır ve birbirlerinden nefret ederler. Adı konmamış gizli, amansız bir şiddet ilişkisidir aralarında yaşadıkları: Birbirlerine sürekli olarak sözel saldırıda bulunurlar, itişip kakışırlar, karşı tarafı küçük düşürmek için rırsat kollarlar... Yalnızhğın Oyuncaklar'ının dışarıda olup biteni hiç anlamamış, anlamaya çahşmamış ve hayatı susma ile oturmaya indirgemiş kişileri, kendi yarattıkları dünyada birbirlerine saldırarak sonsuza dek kalmak zorunda olan dinozorlara benzerler. Kozalar, titizlikle kurduğu korunakh küçük dünyası içinde yaşamaya bakan bir kesitin, dışandaki şiddetten kaçamamasını anlatır. Oyunun ana kişileri yün ören, bol dedikodu yapan ve zenginlikle görgü konusunda birbirleriyle kıyasıya yansan üç ev kadınıdır. Dünyadan habersiz olan bu insanlar kendi küçük sorunları dışındaki herşeye ilgisiz bir söylem ve tutum içindedirler ve oir şeye karışmamayı, fıkır yürütmemeyi erdem sayarlar. Önce radyo haberiyle duyulan toplumsal sorunlara karşı ise tam bir kayıtsızlık yaşanmaktadır. Oysa "bizene" dedikleri şiddet olaylan giderek onlara yaklaşıp bir tehlike olmaya başlamakta ve korkaklık iyice açığa çıkmaktadır. Oyunun sonunda kapıya dayanan şiddet karşısında iyice kenetlenen kadınlar birbirlerini duymamakta, görmcmekte, dokunamamaktadırlar. Kendi deliklerinde sıkıştırdmış farelere benzerler. Nereden çıktıklarını bilemedikleri ve giderek artan örümcek ağlan bedenlerine dolanmakta, onlan iyice sarmaktadır; ipekböceği gibi tortop olurlar. Sokak kapısı yumruklanıp ziller çalınırken kozalannın dışına çıkmak isteseler de çok geçtir artık, sesler de incelmiştir, böceklerinki gibi. Yaşamları boyunca canlarını kurtarmaktan başka bir şey düşünmemiş, kendi sığ ortamlarının dışına çıkmaktan özenfe kaçınmış olan kadınlar sonund.ı insanlıktan uzaklaşmış, böcekleşmişlerdir. Çağdaş Türk Tiyatrosu'nda şiddet ol Otapbltmekattnayanlar Çöplük, bir parçalanmanın öyküsüdür; insanoğlunun kendi yarattığı çöplüğün bir öğesine dönüşmesinin çarpıcı göstergesidir. Bütünüyle eğretilemeler üstüne kurulmuş olan oyunda, doğanın bir parçası olan insanın onunla birlikte aynı yozlaşmayı, kimlik yitimini yaşaması anlatılır. Doğayı tüketen insan aynı zamanda kendini de tüketmektedir. Çöplük ile insanoğlu öylesine özdeşleşmişlerdir ki, kimi kımin yarattığı belli değildir, kimin kimden kurtulmak istediğinin belli olmadığı gibi. Her türlü kavram ve kuralın hiçbir anlam taşımadığı bu dünyada bir telc korku egemendir ve de onun doğurduğu öldürme duygusunun yarattığı şiddet. Çöplük oyununun her katmanından şiduet çıkar. Iki erkek bir kadından oluşan kişilerin tümü de "çöplükte doğmuş piçler" olarak betimlenir. Çöplük onlann ortak babalandır. Şiddet, insanlann içinde yer etmiş, düşlere de girmiştir. Günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olan ölüm ve Korku, uykuda da onlan rahat bırakmaz. Öte yandan, oyunda öylesine sık düş görülür ki, gerçeklik ile düş arasındaki sınır kalkmış gibidir. Çöplüğün öteki oturanlan arasında da acımasızlık ve zorbalık geçerlidir. Bölgede hiç bitmeyen çetin bir ölüm kalım savaşı yaşanmaktadır, kimse kimseye güvenmemekte, yeri geldiğinde baba oğula, oğul kardeşe düşman olabilmektedir. AyGtordano Bruno ile Karankkta hk tyk nca din de aynı sevgisizlik, sertlik ilişkisi bağlamında işlenir. Inanç, artık insanı raHer iki yapıt da aynı sorunu, din bağhatlatan bir sığınak olmaktan çıkıp acı nazlığı/özgür düsünce çatışmasını ele anr çektiren, suçlayan, korkutan bir kurum ve yobazların şiudet uygulayarak kendiolmuştur; kısacası o da işlevselliğini yitirlerini kabul ettirme çabalarımn tarihsel miş, çöpe atılmıştır. örneklerini verir. Çöplük oyunu, herşeyi çılgıncasına 16. yüzyıl sonunda Avrupa'da yaşanan öğüten gerçeküstü bir dıinya sunar seyirGiordano Bruno'da özgür düşünceyi saciye. tnsanın da bir atık maddesi vunan, insan aklının sınırsızlığına inanan kadar değeri olan bu şizofrenik ve kendine belletiortamda insanlık onuru da kallcnle yetinmek istemamış, yaşama ahlâkı yitmiştir. Ve yaşam ölüme, dayanışma şiddete, aşk ise vahşete dönüşmüştür. Yalnızhğın Oyuncakları ile Kozalar'da başka bir •orgulamaya tanık olunur. Sözkonusu oyunlarda, kendini toplumdan soyutlamanın ya da sindirilmişliTazlye, Uzaklar ve Bir Ceza Avukatının Anıiarından göruntuler Doğayı tüketen İnsan gusunu araştırırken incelenmiş olan yapıtlann çoğunluğu (on üç oyundan sekizi) hazır kalıplar sunma yerine, seyirciyi düşündürme ve aklına takılmıs birkaç soruyla tiyatrodan çıkmasmı sağlama çabasındadır. Daha çok dış ortamlarda geçer oyunlar ve şiddet çoğu zaman sahnede gösterüir, hatta kimi oyunlarda yaratılan uzama da yansır. Sekiz oyun mutsuz, karamsar bir biçimde biterken, dördü yorumu seyirciye bırakır. Geriye kalan üç oyun ise mutfu, umudu sonu veğlemektedir ama bu o kadar zorlamadîr ki, hiç inandırıcı olmaz. İnsanlann içinde yaşadıkları kültürün özelliklerini yansıttıkları göz önüne alındığında Türkiye'de, yalnızca şiddet temasını doğrudan işleyen oyunların değil, daha birçok yapıtın sıvası kabaca kazıldığında altından sertliğin, umarsızlığın çıkması oldukça düşündürücüdür. Şiddet olgusu neredeyse ülkenin gizli bir dinamıği olarak gösterir kendini; seyirciye sergilenen ise, ayrımlar ve ayncauklar üstüne kurulmuş bir düzenin çatlamasıdır. Işin daha da ilginç yanı, gülmeyc bu denli meraklı, güldürü oyunlarının dolup taştığı bir ülkede yazılan oyunların çoğunun insanlan hiç de güldürmemesiuir. Görülen odur ki, giderek kötüleşen siyasal ve ekonomik durumun toplumsal değerleri allak bullak ettiği, insan değerlerininyittiği bir toplumda yaşanan kargaşa daha uzun süre sahnelerimizi etkileyecek ve gülmeye hasret kalmış seyircimiz şiddet oyunlannı seyretmeyi süraürecektir." 1993 yılında Kültür Bakanlığı'nca düzenlenen tiyatroyaztmyanşmastna katılan 141 oyunda işlenen konu veya izlekler, Türkiye'nin sosyopolitik görünümü ve onun kışilereyanstması bakımından ilginç ıpuçlart vermektedir. Oyunların büyükbir çoğunluğunda (dörtte üçü) bireyin kendiniaraytşına, varolma uğraftna ya da patlamastna tanık olunur. Ortaya şöyle bir tablo çtkar I. Toplumsal basktya karşı savaşım a) Geleneksel aile düzeni, ahlâk, evlilik kurumu, çağdaşlık sorunları b) Çarpıfe düzen (Toplumun yerleşmemiş siyasal düzeninin hiçleştirdiği, sıkıştırdtjLı, çarpıklaşttrdığı kışiler; bunlartn ilişktlerı, toplum içindekı konumları ) c) Darbe oyunlart (Tümü 12 Eylül) d) Göçmen sorunları, Ortadirek'in çıkmazları, köylerde yaşanan çağdaşlık sorunları (en azı) II. Psikiyatriyle ilgili sorunlar Bunlarya bir psikıyatri klimğinde geçer, ya da akuhastanesinde Bir deyıne bu kümeye giren, kendi kendıyle hesaplaşma oyunları vardır C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 408 SAYFA 13